Zamanın Ötesinde – 2. Bölüm

Adresteki yazılı o binaya tekrar gittiğimde ilk dikkatimi çeken şey neredeyse hiç değişmemiş olmasıydı. 1999 senesindeydim ama 2024’deki haliyle aynıydı neredeyse. Ancak üzerinde araştırma yapabilecek, burası neresidir – nasıl böyle bir şey mümkün olabilir diye kafa patlatabilecek ne zamanım ne ruh halim ne de bünyem kalmamıştı. Tükenmiştim, yaşadığım şok psikolojimi allak bullak etmişti.

Senelerce kim olduğunu hep merak ettiğim babamın kendim olduğunu halen kavrayamıyordum. Nasıl kavramak mümkün olabilir ki? Zamanda istemeden geçmişe gidip annem olduğunu bilmediğim kadınla tek gecelik ilişki yaşayıp ertesi sabah tüm taşların yerine oturması acı gerçeği fark etmek?

Kafamdaki sonsuz düşünce deryasını bir kenara bırarak binanın alt katındaki bahçede olan o allahın cezası kömürlük kapısını açtım.

Açtığım gibi yine kendine doğru inanılmaz bir çekim gücüyle beni içine çekti, şiddetli ve yoğun bir çekimdi.

Ardından zifiri karanlık, bilincimi kaybetmiştim….

Uyandığımda annem başımın ucundaki sandalyede oturuyor, kitap okuyordu. Hastanedeydim, ne ara getirildiğime dair en ufak fikrim yoktu.

“Anne?”

“Oğlummm! Çok şükür uyandın yavrum canım benim!” annem bir refleksle yerinden kalkıp üzerime eğildi ve odada bizden başka kimse olmadığı için uzun uzun dudağımdan öptü. Ben de dudağını bırakmıyordum.

“Neyse yeter bu kadar biri gelir şimdi. Sen iyileş evde devam ederiz”

“Ne ara buraya geldim anne? Kaç gün oldu?”

“Bir gün oğlum. Sadece. Çok şükür. Seni Sarıyer’deki bir bankın sahilinde bulmuşlar. Ne işin vardı orada oğlum, niye bayıldın bir fikrin var mı? Doktorlar ani şok geçirdiğini söylüyor ama anlayamıyorum…”

“Bir şeyim yok anne, merak etme. O gün hava almaya çıkmıştım, sanırım deniz havası ters tepti…”

Anneme bir şeyler uydurup içini rahatlatmaya çalışıyordum. Ancak benim de kafam karman çorman olmuştu. Sarıyer sahili?? O herifle en son görüştüğümüz ve bana adresi verdiği yerdi.

Yoksa… yoksa tüm o yaşananlar bir düş müydü? Sahiden bayılmış ve tüm o zamanda geriye gitme saçmalıklarını mı görmüştüm rüyamda? Fakat nasıl bu kadar gerçekçi olabilirdi? O adam bana bir şey mi içirmişti… Hayır, sigarayı ondan almamıştım, kendim çıkarmıştım. Ama kibrit? Kibriti ilginçti, daha önce görmediğim bir tarzı vardı. Ya kibritini ben sigaramı ağzımda tutarken yaklaştırdığında o kibritten bir kimyasal filan….”

Tam iyice kendi kendime kurduğum bu düşüncelere inanacaktım ki kapının açılmasıyla irkildim. Elinde meyve suyu ve kek tarzı şeylerin olduğu bir poşetle giren adam, o adamdı. Bankta yanıma oturan o adam…

Annem de şaşırmıştı, tanımıyordu çünkü. Annemin şaşırmış olmasına hazırlıklı bir cevap tonuyla:

“İyi akşamlar hanımefendi. Ben oğlunuzun üniversitesinden hocasıyım, ismim de oğlunuzla aynı Enes. Memnun oldum.”

“Ben de memnun aldım Enes bey, ismim Leyla. Ne zahmet ettiniz… Arkadaşına söylemiştim ondan duydunuz sanırım?”

“Evet Leyla hanım, arkadaşı söyledi.”

Devamında klasik hasta ziyareti diyalogları, hasta nasıl ayakları, nasılsın nasıl oldun masalları vesaire… Tabii annemin karnının burnuna yaklaşmaya başlamasından dolayı da ayrıca hamileliği ile ilgili ıvır zıvırlar…

Ancak bu adama bir şekilde güvenmiyordum halen. İsmini bile yalan söylemişti, o kadar isim arasından tutup benim ismimi seçmişti sırf annemin sempatisini kazanmak için, belki benim de…

Fakat annemle baya bir sohbete dalmıştı, annemin kanı kaynamıştı gerçekten. Ama ilginçtir ki herhangi bir kıskançlık hissetmemiştim, normalde anneme karşı çok kıskanç olmama rağmen.

O esnada adam, getirdiği poşetin içinden kurabiye paketini çıkarınca annem de hemen “siz bekleyin ben kahveleri alıp geliyorum üçümüze, itiraz istemiyorum” diyerek odadan çıktı. Herifle baş başa kalmıştık ve ona sinirli sinirli bakıyordum.

“Yolculuğun beklediğin gibi geçmedi galiba?” Gülümseyerek ancak sinir bozucu bir tonda söylemişti. Ya da o ne söylese benim sinirimi bozacak durumdaydı, bilemiyorum.

“O gittiğim yer neresiydi? Ne içirdin bana? Halüsinasyondu tüm onlar değil mi?

“Maalesef değildi…”

“1999 senesi?”

“Evet.”

“Ama nasıl??? O kadar senedir fizik okuyorum böyle bir şeyi aklım fikrim almıyor!”

“İnan ki senden farksızım. Tüm hayatım fizik üzerine çalışmalarla geçti, sırf bu gizemi çözebilmek ve mantığını anlayabilmek, istediğim gibi hareket edebilmek adına. Ama halen ulaşamadım ve belki ileride sen bu gizemi çözeceksin…”

“Ne? Ne saçmalıyorsun kafam almıyor artık. Benim gittiğim geçmişe sen de gittin mi?”

“Evet.”

“O kadın annemdi ve hamile kaldı o gece değil mi? Benden hamile yani?”

Başını evet anlamında salladı.

“Vallahi kafayı yiyecem. Nasıl olur böyle bir şey? Hadi geçmişe gittim, tüm mantığı paradoksu bir kenara bıraktım. Nasıl olur da annemin gençliğini hamile bırakırım ve karnındaki o doğacak çocuk, ta kendim olur???”

Yine sinir bozucu şekilde güldü ve:

“Yumurta mı tavuktan çıkar, tavuk mu yumurtadan…?”

Ağzıma geleni söyledim. Sinirimi bozuyor ve maytap geçiyordu resmen, o an gerçekten sinirlerim bozulmuştu.

“Tamam tamam sakin kal değerlerin tekrar yükselmesin, şokun etkisinden yeni çıktın zaten.”

“O zaman bana adam gibi anlat. Nedir bu tüm saçmalıklar? Ve en önemlisi, sen kimsin? Gerçek adın ne ve nereden geldin? Benle, bizle alakan ne?”

“Öncelikle söyleyeceklerimi sakince dinlemeni ve her ne söylersem söyleyeyim sakin kalmanı, fazla sorgulama yapmamanı ve içselleştirmek için zamana bırakmanı istiyorum. Söz mü?”

“Tamam söz. Yeter ki tane tane anlat. Ama acele et, annem gelmeden”

“Tamam. Öncelikle evet, anneni hamile bırakan o gizemli adam, senelerdir merak ettiğin baban, sensin. Biliyorum kavramak zor. Ama gerçek bu. Ve zamanda geçmişe gittiğin için paradoksu da ortadan kaldırıyorsun. Eğer gitmeseydin, kendi varlığın son bulacaktı. Hiç var olmamış olacaktın, silinecektin dünyadan ve kimsenin de zihninde olmaayacaktın. Hiç var olmamış olacaktın…”

“Ve varlığımı korumak için beni harekete geçirdin?”

“Evet.”

“Ama niye? Sana ne oluyor? Sen kimsin? Kimsin de benim varlığımı böyle bir kompleks durumdan kurtarmaya çalışıp durdun? Niyetin ne?”

“Senle aynı. Benim de amacım varlığımı korumak, varlığımızı.”

“Nasıl? Yani ben doğmamış olsaydım bir şekilde bu seni de mi etkiliyor? Senin hayatını filan mı kurtardım ileride?”

Gülümsedi,

“Halen anlamadın değil mi?”

“Neyi???”

Kolunu sıyırdı ve o dirseğinin oradaki doğum lekesini gösterdi. O eşsiz doğum lekesi… şok olmuştum, gözlerim büyüdü

“Evet… aklından geçenler doğru maalesef. Ben senim. 2040 senesindeki sen…”

Bir kez daha kulağım çınlamaya, gözüm kararmaya başladı ama bu kez daha hızlı kendime geldim. Üst üste o kadar akıl dışı şeyler oluyordu ki artık bağışıklık kazanıyordum sanırım.

“Emin ol bugünleri ben de hatırlıyorum. Senin zamanında olduğum dönemde de aynıları başıma gelmişti çünkü. Gizemli bir adam gelip alt üst etmişti hayatımı ve tıpkı şu anda olduğu gibi tam bu hastane odasında bilmiş bilmiş konuşup sinir ediyordu….”

Saatine baktı.

“Saat daha 39 geçiyor. Annen, yani annemiz odaya 44 geçe gelecek. O gelmeden kaybolmam lazım…”

“Nereye?”

“Bir yol bulmaya. Ne yolu diye sorma, öğrenmek ve kavramak için çok yılların olacak… ama bilmen gereken tek şey, tüm bu uğraşı sadece kendi canımı, canımızı kurtarmak için yapmadığım. Yapmadığımız. Hayır, asıl amacımız annem, annen, annemiz. Onun hayatını kurtarmak.”

İrkilerek yatakta doğruldum,

“Ne?? Ne diyorsun? Yoksa annemin başına bir mi geldi ileride?”

“Sakin ol. Eğer yapman gerekeni yaparsan, yaparsam her şey yolunda olacak. Yapamazsak, o zaman…”

“O zaman ne?”

“Zamanımız yok şimdi. Endişelenmene gerek yok ama, için rahat olsun. Gelecek hafta bugün, akşama doğru 18 sularında aynı yerde, aynı bankta olacağım.”

Bir şey dememe fırsat vermeden, aklımdaki binbir çeşit soruyu daha da arttırarak hızlıca odadan ayrıldı…


(Final bölümü çok yakında yayınlanacaktır)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir