Zamanın İzinde – 5. Bölüm: “Yabancı”

Bankta yanıma oturan adam tüm dikkatimi dağıtmıştı ama ayıp olmasın diye hemen kalkmak istemedim. Ancak çok geçmeden kendisi lafa girdi.

“Sigaran var mı?”

Anlaşılan otlakçılardan biri olmalıydı. Sinir olmuştum, yine de umursamazca cebimden paketi çıkardım. Ama çakmağımı bulamamış gibi yaptım, gıcıklık olsun diye.

“Ateşin var mı?” çakmağımı kaybettiğimi hareketlerimle belli etmiştim. Cebinden sakince bir kibrit kutusu çıkardı, büyük bir kutuydu ve Arapça bir markaydı. Önce o, sonra ben sessizce sigara yaktık.

Adam nedense dikkatimi çekmişti. Değişik bir tipti. Büyük ihtimalle 35-40 yaşlarındaydı. Üzerinde sapsarı bir sonbahar paltosu vardı. Sırtındaki çantasını yere koymuş, içinden su çıkarıp içmişti. Sakalları biraz uzamıştı ancak çok da kaba gözükmüyordu. Tinerci tayfasından olmadığı kesindi, görmüş geçirmiş ancak yıpranmış bir imajı vardı.

Her neyse diye düşünerek ve önümdeki manzaraya bakarak sigarayı tüttürüyordum. O esnada hayatımın sonsuza dek değişmek üzere olduğundan bihaberdim. Kurşun gibi sarsıcı olan ilk cümlesiyle irkildim:

“Annenin doğurmasına kaç ay kaldı sence, Enes?”

Gayet sakince ve önündeki manzaraya dalgın dalgın bakarken lafa girmişti. Bir an beynim durdu, kalp atışlarım hızlandı. Birincisi ismimi nereden biliyordu? İkincisi ve daha önemlisi annemi ve hamile olmasını nereden biliyordu? Kimdi bu adam? Sesim titrese de cevap vermeye çalıştım:

“N..ne?? Siz kimsiniz ve nereden biliyorsunuz?”

Yorgunca gülümseyerek bana döndü.

“Sakin ol, benden zarar gelmez. Tahmin ettiğinden de çok şey biliyorum”

“Nasıl yani? Neyi biliyorsunuz ve kimsiniz?”

“Kim olduğumun şu an önemi yok, nasılsa öğreneceksin. Bana güven.”

Sesinde ve üslubunda tarifi zor bir ikna edicilik ve sakinlik vardı. Anlaşılan manipülatif biri olmalıydı, niyetini gerçekten merak etmiştim.

“Hastaneden mi tanışıyoruz? Hasta bakıcı filan mısınız yoksa?”

“Hayır, senle daha önce hiç karşılaşmadık ama aslında beni çok iyi tanıyorsun. Bunu zamanla anlayacaksın henüz erken. Ve bu arada… annenle olan tutkulu romantik ilişkin çok özel ve güzel.”

Cümlesini bitirmeden oturduğum banktan ayağa fırladım, şok geçiriyordum resmen. Birkaç metre uzaklaşarak adama irkilmiş şekilde baktım, adam ise yine sakince gülümsüyor ve endişelenecek bir şey olmadığını, bir dost olduğunu yineleniyordu.

Kimdi bu adam ve nasıl, nasıl öğrenmişti annemle olan ilişkimizi? Bu hayatta annemle olan ilişkimizi bilen tek kişi Emre’ydi ancak onun beni satacağına en ufak ihtimal vermiyordum, üstelik annemin hamileliğinden de bahsetmemiştim henüz. Zaten akademik araştırması nedeniyle yurt dışındaydı.

“Emre mi söyledi size?”

Söyler söylemez pişman oldum, kendime kızdım. Aptal kafam… İnkar etmek, ne saçmalıyorsun demek ve küfürler basmak yerine doğrudan kabul etmiştim resmen.

“Geç otur yanıma ve sakin ol. Söz veriyorum zamanla her şeyi anlayacaksın. Ancak birden hepsini söylersem bu gerçeklerin ağırlığını kaldıramazsın. Ve soruna gelecek olursak, hayır Emre ile de alakam yok. Beni ne Emre ne bir başkası göndermedi….”

Anlaşılan Emre’yi bile biliyordu. Kimdi bu adam? Çaresizce banka tekrar oturdum ama daha da köşeye geçip mesafeyi korudum. Bir sigara daha içmek istediğini söyledi, titreyen ellerimle paketi uzattım ve sonra ben de aldım. Garip kibritiyle sigaralarımızı yaktı ve “Suriye kibriti. Karton toplayan sakallı bir adam vermişti.” diye ekledi.

Ânın stresiyle sigarayı içerken ikinci şok ağzından çıktı:

“Babanın kim olduğunu öğrenmek istiyor musun?”

Bir kez daha irkilmiştim ve heyecandan ağzımdaki sigarayı düşürdüm ancak bir anlık refleksiyle havada yakaladı ve bana geri uzattı.

Yoksa bu adam babam mıydı? Fakat babam daha yaşlı olmalıydı. Bu adam ise benden 10-15 yaş büyük gözüküyordu ama görünüş her şey değil tabii ki diye düşündüm, belki de gerçekten babamdı. Annem ile olan durumumu nasıl biliyordu? Belki de bizi uzun zamandır bir sapık gibi takip ediyordu…

“Babam mı? Anlayamıyorum…”

“Anlayacaksın. Annenin o tek gecelik kaçamağını….”

“Neyi anlayacağım ulan? İki saattir gizem kasıp duruyorsun ve hayatıma dair en uç noktaları…” sinir ve stresten ve yaşadığımdan şoktan dolayı cümle kuramıyordum, kelimeler dilimde takılıyordu.

“Öncelikle aklındaki sorunun cevabına gelelim. Hayır ben senin baban değilim ama aynı zamanda baban sayılırım.”

“Ne?”

“Biliyorum, biliyorum. Ben de senin yaşadığın durumları yaşadım, bunu da anlayacaksın. Ama şu an daha fazla bilgi veremem. Anlatamam. Anlatırsam inanmayacaksın çünkü ve inanmadığın için harekete geçmeyeceksin. Oysa sende şu an çok güçlü bir şey var seni tetikleyecek olan.”

“Nedir? Ne varmış bende??”

“Merak. Merak çoğu şeyden üstündür ve insanı dinç tutar.”

Aklımla alay ediyordu resmen. Kimdi bu adam? Ne kadar sorsam da söylemiyordu bunun cevabını. Ağzından cımbızla laf alınan kıl tiplerdendi anlaşılan. Ancak başka şeyler de olmalı işin içinde. Ya Emre’nin bir kazığı olmalıydı bu ya da babam gerçekten ortaya çıkmıştı ve bu herif babamın bir arkadaşı olmalıydı, belki de babamın kendisi.

“Hayır baban değilim. Evet belki de…”

“Siktir git amınakoyim. Çattık manyağa!” hışımla çantamı aldım ve ayağa kalkarak ortamdan uzaklaşmaya karar verdim. Her kimse kimdi ve umurumda değildi, uzaklaşmam en iyisiydi.

“Enes, aklından sadece bir sayı tut. İstediğin sayı olabilir bu isterse 7-8 haneli olsun hiç önemli değil. Sadece tut ve tahmin etmeme izin ver. Eğer doğru bilemezsem yoluna devam et. Ama bilirsem… sana babanın adresini vereceğim ve ona gideceksin.”

Anlaşılan şizofreni biriyle karşı karşıyaydım. Belki de bizi gerçekten hastanede görmüştü, hastanenin farklı bir bölümünde psikiyatri koğuşundan kaçmış olan paranoid şizofreni bir vakaydı ve kuvvetle muhtemel bizim anne oğul olduğumuzu ancak fazla yakın olduğumuzu gözlemlemiş ve kafasında senaryolar kurarak beni de tüm gün takip etmiş olmalıydı.

Biraz sakinleştim. Adamın bu isteğini geri çevirmeyecektim. Nasılsa bilmesi imkansızdı.

“Tamam. Tuttum bakalım sayıyı…”

Tuttuğum sayı o an rastgele aklıma gelen ve tahmin etmesi imkansız olan 481516 üzeri 66332342’tü. Sırf gıcıklık olsun diye saçma sapan bir sayı işte…

“Hadi bakalım söyle neymiş aklımdaki sayı?” alaycı bir tonda sorarak cevabını bekledim ve hiç bekletmeden cevabı yapıştırdı:

“Kırk sekiz – on beş – on altı üzerine altmış altı – otuz üç – yirmi üç – kırk iki”

Bu cevap üçüncü kurşun etkisi yaratmıştı o gün. Sadece bu korkunç sayıyı değil aynı zamanda içimden nasıl hecelediğimi bile… Durduğum yerde kalakaldım, elim ayağım boşaldı ve gözlerim kararmaya başladı. Başım dönüyordu. O esnada beni banka tekrar oturttu. Çantamdaki suya uzanmak istedim, kendisi çıkarıp verdi. Birkaç yudum su iyi gelmişti.

Artık bu adam her kimse, o esnada resmen teslim olmuştum. Diyeceği her şeye inanacak durumdaydım, imkansızı başarmış olması beni çok ama çok ürkütmüş ve bir o kadar da heyecanlandırmıştı.

Arka cebinden minik not defteri çıkardı ve diğer cebinden de kalemini çıkarıp bir şeyler yazdı. Sonra kağıdı koparıp bana uzattı.

“Babanı tüm hayatın boyunca merak ettiğini biliyorum dostum. Bu kağıda yazdığım adres, seni babana götürecek. Ve birçok sorunun cevabını kendin keşfedeceksin. Kendini iyice toparla, acele etme ama geç de kalma. Annene belli etme, en önemlisi bana güven. Başınıza hiçbir şey gelmeyecek. Yeter ki…”

Cümlesini tamamlamadı. Kağıdı elime sıkıştırdı ve çantasını alarak hızlı adımlarla uzaklaştı. Ayağa kalkacak ve onu takip edecek halim yoktu, resmen kitlenmiştim kaldığım yerde. Elimdeki kağıdı okuyamadım bile, zar zor cebime soktum ve biraz bankta biraz uzanmak istedim. Gözlerim karardı…

Martıların çığlık sesleriyle uyandım. Güneş yeni batmış, hava kararıyordu ve üşümüştüm. Toparlandım ve birkaç yudum su içtim. Yaşadığım şokun etkisi üzerimdeydi.

Belki de hepsi rüyadan ibaretti? Çok gerçekçi bir rüya görmüş olmalıydım…

Ne var ki elimi cebime attığımda denk geldiğim kağıt, hakikatin ta kendisiydi….

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir