Ayşegül, lise hayatının yorucu temposuna alışkındı. Sınavlar, arkadaşlar, ve okul aktiviteleri derken günler birbiri ardına koşuşturmayla geçiyordu. O gün de okulda uzun bir mesainin ardından eve döndüğünde her zamanki gibi çantasını kapının kenarına bırakıp koltuğa yığıldı. Siyah pileli eteği ve klasik okul kombinini tamamlayan siyah külotlu çorabı, günün sıcaklığıyla iyice ısınmış ve nemlenmişti. Üzerindeki beyaz gömleğin yakasını gevşetirken, ayaklarını masanın üzerine uzattı ve spor ayakkabılarının verdiği o sıkışmışlık hissinden kurtulmaya karar verdi.
Eski, beyaz spor ayakkabıları ne zamandır yıkanmamıştı ve bu haliyle bile onları giymeye devam ediyordu. Ayakkabılarının bağcıklarını çözdüğünde, yayılan sıcak hava dalgasını hissetti. “Off, ayaklarım resmen mahvolmuş,” dedi kendi kendine gülümseyerek. Ayakkabıları çıkar çıkmaz içinden çıkan hafif nemli ve keskin koku, Ayşegül’ün alıştığı bir şeydi. Ancak bu durum onu hiç rahatsız etmiyor, aksine doğal bir şey olarak görüyordu.
Kardeşi Kerem, ablasının bu umursamaz hallerine her zaman şaşırırdı. Ayşegül, çoraplı ayaklarını koltuğun kenarına uzatıp telefonuyla meşgul olurken, Kerem masada bıraktığı çoraplara göz ucuyla bakıyordu. Çorapların uçları hafifçe grileşmiş, gün boyunca ayağında olmanın izlerini taşıyordu. Kerem’in aklına bir fikir geldi; çorapların daha kötü kokmasını sağlayabileceğini düşündü. Ablasının fark etmeyeceğinden emin bir şekilde, masadaki çorapları alıp odasına götürdü. Göz ucuyla arkasını kontrol ederek, çorapları eline aldı ve bir an duraksadı. Daha sonra, onların kokusunu hissetmek için hafifçe burnuna yaklaştırdı. Yoğun bir koku yayıldı, ama bu koku Kerem’e farklı bir tür merak uyandırıyordu.
İkinci Gün: Eve Bir Misafir
Ertesi gün, Ayşegül en yakın arkadaşı Sema’yı ders çalışmak için eve davet etti. İkisi de okuldaki yoğun sınav temposuna hazırlanırken, okulda geçirilen günün yorgunluğu onları daha da birbirine yakınlaştırmıştı. Sema da Ayşegül gibi, sıcak bir günde okuldan çıkıp eve gelirken ayaklarının ve çoraplarının haline hiç aldırış etmemişti. Kapıdan içeri girer girmez, spor ayakkabılarını bir kenara çıkardı. Ayakkabılarının içinden gelen koku neredeyse Ayşegül’ünkileri geçiyordu. “Sema, ayakkabıların mı? Aman Allah’ım, seninki de az değilmiş!” diye güldü Ayşegül.
Kerem, kızların ders çalıştığı odaya girip çıkarken odanın havasında bir değişiklik olduğunu fark etti. Ayaklarının kokusu, çorapların oluşturduğu hafif ve yoğun bir atmosfer… Bu koku, odanın havasına karışmış, Kerem’i hem şaşırtmış hem de ilgisini çekmişti. Ders arasında Ayşegül ve Sema, çoraplarını çıkarmış, odanın bir köşesine bırakmışlardı. Kerem, o sırada kızların fark etmeyeceğini düşünerek kapı eşiğindeki Sema’nın spor ayakkabılarına yaklaştı. Ayakkabılarının içi, gün boyu kullanılmış olmanın tüm izlerini taşıyordu. Burnuna doğru eğildiğinde gelen koku, yoğun ve çarpıcıydı.
O akşam, kızlar ders çalışmaya devam ederken odanın kokusu iyice belirgin hale gelmişti. Bu durum onları rahatsız etmiyor, aksine gülümsemelerine neden oluyordu. “Bizden başka kim bu halimize katlanır bilmiyorum,” dedi Ayşegül, kahkahalar atarak.
Kızlar ders çalışmaya ara verdiklerinde, Sema sandalyesinde geriye yaslandı ve esnedi. “Resmen nefes alamıyorum. Yorulduk ama iyi de çalıştık,” dedi. Ayaklarını masanın altına uzatırken, yerdeki çoraplarına bir an bakıp gülümsedi. “Gerçekten biz biraz fazla mı rahatız, ne dersin?” diye ekledi.
Ayşegül de sandalyesinden kalkarak yere bıraktığı çoraplarını alıp kokladı. “Baksana, Sema, benimkiler daha beter!” dedi kahkahalar atarak. Sema, arkadaşının bu rahatlığına alışkındı. “Sen bu çoraplarını çamaşır makinesine atmayı ne zaman düşüneceksin acaba?” diye sordu, ama aslında kendisi de durumdan pek farklı değildi.
Bu sırada Kerem, oturma odasında televizyon izliyormuş gibi yapıyordu. Aslında kulağı kızların sohbetindeydi. Ablasının ve Sema’nın çoraplarının kokusuyla ilgili konuşmalarını duyduğunda, bir an için gözlerini masanın altındaki çoraplara dikti. Ablası Ayşegül, Sema’nın çoraplarını alıp kendi çoraplarıyla yan yana koymuştu. “Hangisi daha kötü?” diye tartışmaya başlamışlardı bile.
Kerem’in merakı giderek artıyordu. Fırsat bulduğu bir anda, masanın altındaki çoraplara doğru yaklaştı. Ablasının çoraplarının yanındaki Semaların çoraplarına eğildi ve hafifçe kokladı. Yoğun bir ter kokusu burnuna doldu; kızlar spor ayakkabılarını çıkarır çıkarmaz odanın havasına karışmış bu koku, şimdi daha belirgin bir şekilde hissediliyordu. Ancak Kerem, tam o anda Ayşegül’ün odadan çıkıp ona doğru geldiğini fark etti. Çorapları hızla yerine bırakıp normal bir şey yapıyormuş gibi oturdu.
“Kerem, neden burada dolanıyorsun?” diye sordu Ayşegül, göz ucuyla kardeşine bakarak. “Bir şey mi lazım?” Kerem başını iki yana salladı. “Yok, sadece su alıyordum,” diye cevap verdi. Ayşegül, kardeşinin biraz garip davrandığını fark etti ama üzerinde durmadı.
Kızlar tekrar ders çalışmaya oturduğunda, odanın havası giderek daha da belirginleşti. Nemli çorapların kokusu, odanın küçük hacminde yoğunlaşmıştı. Ancak bu durum kızların hiç umrunda değildi. Sema, arkadaşına dönüp, “Biliyor musun, aslında bu kadar doğal olmamız çok güzel. Hiç kimse bizim gibi rahat değil,” dedi ve kahkahalarla güldü.
Gece ilerlerken, Ayşegül ve Sema, çalışmaktan yorulmuşlardı. Çoraplar, spor ayakkabılar ve kızların yorucu günlerinin izleriyle dolu odada kahkahalar, şakalaşmalar ve biraz da yorgunluk doluydu. Kerem ise kendi başına bu deneyimden aldığı merakını saklamaya çalışarak odayı bir kez daha süzdü ve sessizce uzaklaştı.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.