Üni’de birtakım olaylar 10. bölüm (2. dönem)

Yeni üniversite dönemi başlayalı 2 ay olmuştu. Dersler ve okul dışında takıldığımız kafeler yine bizim için rutin haline gelmişti. Bir gün evde kızlarla oturmuş film izlerken, Serdar “farklı birşey yapalım mı?” dedi.

“Aklında ne var kanka? ” diye sordum. “Kampa gidelim, burada terkedilmiş bir köy var takılırız orada. Güzel bir tam kamp yapmalık ortam var orada.” Hoşuma gitmişti bu fikir Zülal’e dönerek “Sen ne dersin Zülalim değişiklik olur bize?” dedim.

Biraz gönülsüz tavırla “sen bilirsin aşkım. Ama cinli köylerden olmasın ben korkarım” dedi. Serdar gülerek “yalan söylüyorlar inanmayın öyle şeylere” dedi. “Yani cinli köy mü diyorlar oraya da. İyiymiş kanka gidelim, ne hikmetse bize denk gelmiyor şu cinler ifritler” dedim gülerek. Kızlar kararsız gibiydiler, diğer taraftan farklı heyecanlar farklı heyecanlar aradığımız için bu kamp fikri hepimize cazip geliyordu. “Ece düşünüyorsun?” dedim. “Ben kampa bayılırım. Serdarla ortak noktalarımızdan biri, bence güzel olur aslında” dedi. İçimizde çekimser kalan Zülal’i ikna etmek uzun sürmemişti. Birilerini ikna konusunda elime kimse su dökemezdi.

Hazırlığımızı yaparak Serdar’ın arabaya tüm malzemelerimizi koyduk. Cumartesi sabah erken yola çıkacak bir gece kalıp pazar günü dönecektik. Serdarla rotamızı planlıyor, diğer yandan pişireceğimiz yemekleri kızlarla kararlaştırıyorduk.

Sabah erkenden yola çıktık, bir saatlik yolumuz vardı. Doğası ormanı bol olan şehri görünce Serdar’a dönerek, “ne güzel yaptık çok güzel gezilecek yerler var memlekette kanka” dedim. “Evet buralar öyledir ben size daha nereler gösteririm hayran kalırsınız. Şimdi gittiğimiz yerde çok sessiz sakin doğanın içinde. Dere yanında temiz su sıkıntımız da olmayacak” diyerek bize överek anlatıyordu.

Gerçekten suyun aktığı orman gibi bir yere geldik. Uygun bir zemin kararlaştırarak çadırlarımızı kurmaya başladık. Çadırlarımıza yerleşirken ufak ufak Zülal ile oynaşıyordum. Orman havasında yüzüne kan gelmiş, taytının içinde bacakları ayrı bir seksi görünmüştü gözüme. “Ya dur yapma Deniz bari geceye kadar sabret. Dur şimdi duyacaklar” diyordu. Kendimi zor zapt ederek geceyi beklemeye razı olmuştum. Zaten yemek ile uğraşacaktık çok ters zamanda azmıştım.

Etlerimizi pişirmiş afiyetle yedikten sonra, kamp sandalyelerimizde oturup sohbet ederken Serdar, “şu köye gidelim yavaştan, çok güzel taş evler var bahsettiğim gibi, çok uzak değil şu yukarı tarafta” dedi. Kızlar bir cesaretle “evet madem buraya kadar geldik gidelim” dediler. Hazırlanırken bizim çadıra geçip sırt çantama birkaç malzeme alarak çıktım. Diğerleri de hazırdı hep birlikte dereyi takip ederek köye doğru yürümeye başladık. Serdar köyle alakalı hikayeler anlatıyor, bizi korkutmaya çalışıyordu. Biraz monoton geçen günlerimizde korku ve adrenalin iyi geliyordu.

Meşhur köye nihayet gelmiştik. 15-20 tane kadar iki katlı taş evlerden oluşan ufak bir köydü.

Evleri biraz gezdikten sonra beğendiğimiz bir tanesine girdik. Evin içinde bir giriş bölümü etrafında odalar vardı. Salon olan odaya geldiğimizde biraz büyük bir oda bizi karşıladı. İşlenmiş ahşap döşemeleri, dışarıya bakan geniş pencereleri vardı. Ev terkedilmişti fakat bazı eşyalar olduğu gibi bırakılmıştı. Odanın ortasında bir sehpa vardı. Etrafı incelerken vakit ikindi olduğu için hava aydınlıktı henüz.

Birkaç tane mum buldum, onları yakarak loş bir ortam yarattım. Çantamdan bir tane votka çıkardım. Bizimkiler şaşırmıştı Serdar “kanka o nereden çıktı. Nereden aklına geldi o öyle.” dedi. “Kamp alanında açacaktım ama böyle güzel otantik bir ev bulmuşuz biraz keyif yapalım.” dedim gülümseyerek.

Odalardan bulduğumuz sandalyeleri silerek dizdik. Sehpayı da silip üzerine çıkardığım bardakları yerleştirerek herkese pay ettim. İçerken Serdar köydeki olaylardan bahsediyordu. Klasik Anadolu’daki efsanelerdi fakat insanı içine çekiyor merak duygusunu cezbediyordu.

Bu arada mutfaktan bir pencere sesi geldi hepimiz irkildik. “Sakin millet, ben bakıp geleyim” diyerek mutfağa gidip kontrol ettim. Rüzgardan pencere hareket ediyordu. Dönerek durumu söyledim.

İçkileri yudumlarken gevşemiş hafif çakır keyif olmuştuk bile. Ece “arkadaşlar benim tuvalete gitmem lazım” dedi. Birbirimize baktık evin tuvaleti oldukça kötü durumdaydı. Serdar “şurada cami olacaktı oraya gidelim” dedi. “Kanka ikiniz gidin, biz bekleriz sizi burada” dedim. Çaktırmadan göz kırmıştım bu arada. Serdar bozuntuya vermeden tamam dedi, çıkıp gittiler. Ben yanında Zülal’in bacaklarına elimi atıyor onu tahrik etmeye çalışıyordum. Bana bakıyor o da benim kışkırtmamla azmaya başlamıştı.

Kalkıp yanına gederek başına doğru eğilip dudağına yumuldum. Alkol kokusu ikimizi de kendimizden geçirmişti. Her zaman ayarında içmeyi bildiğimiz için kendimizdeydik, vücudumuz gevşemiş içimize bir enerji gelmişti. Onu tuttuğum gibi orta sehpaya oturtup üstündekileri soymaya başladım. Sehpa oldukça kalın gövdeli sağlam bir şeydi. Zülal üstüne oturmuş ayağını iki yana açmış, taytı üzerinden amını okşuyordu. Ben ise soymaya başladığım üst tarafında onu öpüyor sutyenini çözüyordum. Üstümdekileri çıkarmaya başladım. O sırada Zülal beni izliyor bir yandan ufak inlemelerle kendiyle oynuyordu. Pantolonumu tam çıkarmamıştım, sadece biraz sıyırıp benim ufaklığı çıkarmıştım. Oturduğu sehpada önüne dizim üstü oturarak taytını sıyırıp indirdim. Elimi ıslatarak vajinasına parmağımı sokup onu uyarmaya başladım, bu arada tam karşımda olan göğüslerinde dudaklarımı gezdiriyor ucuna dil atıp, iştahla yalıyordum. Ufak ufak iniltiler zevkten sesler çıkardıkça daha tahrik oldum ve dizimin üstünde doğrularak sikimi tuttum, amına yerleştirerek penetrasyona başlamıştım. Hızlı hızlı gidip geliyor başını kaldıran Zülal’in boynunun etrafını emiyordum.

Odanın loş mum ışığında ortam oldukça sessizdi. Bu sessizliği bozan bizim derin ve hızlı nefes alışverişlerimizdi. Zülal’i sertçe sikmeye başladıkça, kasıklarım onun vücuduna çarpıyor, şapırtı sesleriyle seksimizin dozu son noktasına çıkıyordu.

İçinden çıkarak “ağzına gelmek istiyorum hayatım” dedim. Ayağı kalkarak ağzına verdim ve yavaşça sokup çıkarmaya başladım. Ben durarak bir süre onun sakso çekişini izledim. Saçıyla oynayarak kafamı kaldırıp, gözümü kapatıyor, zevkten uçuyordum. Geliyorum bitanem dedim o hala iştahla muameleye devam etti. Başıyla ileri geri giderek, şapur şupur seslerle sakso çekerken bir eliyle testislerimin altına bastırdı, bu biraz işi uzatsa da sonunda haykırarak ağzına boşalmaya başladım. Gidip sandalyeye oturduğumda karşımda Zülal, midesinde alkolün üstüne yuttuğu spermin etkisiyle kusmaya başladı. Biraz kendine geldiğinde yanına giderek yüzünü, ağzını temizledim. Ona artık iyice aşık olmuştum. “Seni seviyorum Zülal” dedim sadece. Bana bakarak “bunu daha önce söylememiştin Deniz” dedi. “Sanırım kafam güzel sen yine şımarma” dedim sırıtıp dudağına bir öpücük kondurarak.

Odanın dışından “işiniz bitti mi aşk kumruları!” diye seslendi Serdar. Akşam oluyor, köyü cinler basmadan buradan gidelim!” dedi esprili ses tonuyla. Kendimizi toparlayarak giyinmeye başladık. Hava gerçekten kararmaya başlıyordu. Eşyalarımızı toplayıp, mumları söndürerek odadan çıktık.

Ertesi gün iki günlük kampımız bitmişti, yerleştiğimiz alanda eşyalarımızı toplayarak, akşama kalmadan yola çıktık. Bizim için unutulmaz bir haftasonu olmuştu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir