Tarihten Bir Yaprak : Kime Niyet Kime Kısmet 1

Müslime Hatun’un kocası Kasım bir sabah terk-i diyar etti. Tarihten Bir Yaprak Senelerdir çektiği verem illetinden kurtulamamıştı. Müslime Hatun oğlu ve kızı ile gencecik yaşında dul kalmıştı şimdi. Kadırga taraflarında üç katlı ahşap bir evde yaşıyorlardı.

Oğlu Emrah 16 yaşına girmiş, babasının iyice çalışamaz hale geldiği son dönemlerinde evin geçimini sağlar olmuştu. Eski bedestende zengin bir kürkçünün yanında çalışıyordu. Kızı Leyla ise abisinden birkaç ay küçüktü, gelinlik kız olmuştu.

Emrah’ı öz anası doğururken ölmüştü. İlk birkaç ay rahmetli babaannesi zavallı yavruya bakmış, daha sonra babası karnı burnunda Müslime Hatun ile evlenmişti.

Emrah’ın dedesi yani babasının babası zamanında Sadrazam Koca Sinan Paşa’nın sadık bendelerinden olup bir hayli dünyalık yapmış uyanık bir adamdı. Öldüğünde serveti tek mirasçısı olan oğlu Kasım’a kalmış ama o da genç yaşında yakalandığı verem hastalığı nedeniyle bu serveti istediği gibi yiyebilme şansına erememişti.

Hastalık onu yiyip tüketmiş, doğru düzgün çalışmasına mani olmuş, bu nedenle babadan kalan servet de hazıra dağ dayanmaz misali zamanla erimişti. Çok severek evlendiği karısı Emrah’ı doğururken ölünce içine kapanmıştı. Neyse ki anasının sayesinde Müslime hayatına girmişti…

Daha 15 yaşında bile değildi o sırada Müslime. Gencecik yaşında evlendiği kocasından gebe kalmış ama kocasının ani ölümüyle sarsılmıştı. Leyla’nın öz babası kızının doğumunu göremeden ölmüştü. Müslime kendine sığınacak bir liman olarak görmüştü Kasım’ı…

Müslime’nin anası fetbaz ve işvebaz bir kadındı, yeni damadının babasından kalan serveti gözlerini kamaştırmıştı. Kendisi de rahmetli kocasından servet sahibi olsa da fazla mal göz çıkarmaz diyerek karnı burnunda kızını veremli damadının koynuna kendi elleriyle sokmuştu.

Paraya o kadar tamah ediyordu ki Müslime’nin küçük kardeşini, ki adı Mahmure idi, saraydan çıkma ak hadım ağalardan biri ile evlendirmişti. Adamın hadım olduğunu bile bile sırf serveti için genç kızını onunla evlendirmekte bir beis görmemişti.

Adamcağız ürkek bir ceylana benzeyen kıza elini bile sürememiş, onu birbirinden güzel ve değerli hediyelere boğmuştu. Ne ki ölüp gittiğinde ana ile kızı adamın servetini yeme şansını bulamamışlar, zorbalar hadımın evini, malını mülkünü talan etmiş, Mahmure kendini zor kurtarmış ve anası ile birlikte ablasının yanına sığınmıştı…

Devir Dördüncü Murad Han Hazretlerinin dönemiydi. Yeniçeri ve sipahi zorbalarının halka kan kusturduğu zamanlar artık geride kalmıştı. Yedi iklimin padişahı devletin iplerini eline almıştı artık…

Büyük yangın sonrası içki ve tütün yasaklanmış, kullananlar derhal öldürülür olmuştu. Bütün kahvehaneler yıkılmış, yerlerine bekâr odaları yapılmıştı. Ama o odalar ki her türlü fuhşun ve zararlı davranışın yaşandığı yerler haline gelmişti.

Büyük yangın öncesi Zeyrek taraflarında oturuyordu Müslime ve ailesi. Anası ve dul bacısı da onlarla beraberdi. Büyük bir konaktı evleri. Ama yangın evlerini yakıp kül etmiş, canlarını zor kurtarmışlar, Kadırga’daki şimdi oturdukları eve yerleşmişlerdi. Yangınla birlikte konakta bulunan altın, para ve değerli eşyaların pek çoğu da gitmişti.

Müslime’nin annesi kubbe vezirlerinden birinin akrabası geliyordu. Paşa akrabalarına kol kanat germiş, onları açıkta bırakmamıştı. Kadırga’daki üç katlı evi onlar için almıştı…

Müslime Hatun 30 yaşına anca girmişti şimdi, esmer güzeliydi. Uzun boylu, uzun siyah saçlı, büyük badem gözlü, ince kalem kaşlı, tenine değil güneşin ayın ışıkları bile değmemiş, undan daha beyaz bir dilberdi. Yuvarlak büyük memeli, iri değirmi kalçaları şalvarının altında çalkalanan, kalem gibi parmakları uzun ve o zamanın en güzel kadınlarından daha güzeldi.

Evinde kafes ardında kocasının kadını olmak onun yazgısı olmuştu ama o bundan rahatsız değildi. Kocasını çok seven, ona çok bağlı bir kadındı. Kocası ölüm döşeğinde yatarken başucundan bir an bile ayrılmamıştı.

Müslime Emrah’ı kendi doğurmasa bile onu öz kızından daha çok sevmişti her zaman. Zavallı yavrucak hayatının ilk birkaç ayında ana yüreği görmemiş, ana sütü nedir bilmemişti. Ne ki Müslime kızı Leyla’yı doğurduğunda Emrah da ana sütünün tadını ilk kez almıştı. Genç anasının memelerini o birkaç ayın açığını kapatmak istercesine aç bir kurt yavrusu gibi emmişti. Neyse ki Müslime’nin sütlü memeleri hem Emrah’a hem Leyla’ya fazla fazla yetmişti. Emrah anasının taşkın memelerini üç yaşına kadar emmiş, ana sütü damarlarında kan niyetine dolaşır olmuş, şimdiki dinç ve gürbüz sağlıklı haline vesile olmuştu…

Emrah Müslime’nin gözünün nuruydu, bir an bile oğlunun kendisinden ayrı kalmasını istemiyordu. Vezir Paşa, Emrah’ı Yeniçeri Ocağına almak istediğinde karşı gelmişti. Ocağa girmesi Emrah’ı ayda yılda bir görmesi demekti o yüzden buna karşı çıktı. Paşa Emrah’ı Enderun’a almak istediğinde de itiraz etti. Oğlunun Topkapı Sarayı’na girmesi, ilerde sarayda önemli bir mevkiye gelmesi demekti bu ama Müslime bunu da istemedi. Emrah dizinin dibinden ayrılsın istemiyordu.

Emrah zeki ve akıllı bir çocuktu, okuma yazmayı küçük yaşında sökmüş, babasının hastalığı ilerlediği zamana kadar medreseye gitmişti. Ama babasının ölümüne yakın evin geçimi meselesi ortaya çıkmıştı. Babası hastalığına iyi gelir diye bir sürü şifacı ve dolandırıcıya dünya kadar para ödemiş, kaptırmıştı. Altınlar zamanla suyunu çekmişti bu nedenle, hastalığı da iyileşmek şöyle dursun daha da ilerlemişti.

O zaman Paşa Emrah’ı Bedesten’in, en zengin ve nüfuzlu tüccarlarından birinin yanına vermişti. Kürk ticareti ile uğraşan Davut Ağa adında zengin mi zengin bir adamdı bu. Emrah kısa zamanda işi öğrenmiş, Davut Ağa’nın gözüne girmişti…

Evde Müslime’nin zamanında kocasının esir pazarından aldığı yarı Macar yarı Sırp bir yardımcısı vardı Zehra adında. Çok küçük yaşında esir tüccarları tarafından ailesinden alınıp İstanbul’a getirilmişti. Önce bir paşanın kâhyası tarafından satın alınmış, Müslüman yapılıp Zehra adı verilmişti. Bir süre eğitim aldırılmış en azından adını yazacak biraz da okuyacak kadar bir şeyler öğrenmişti.

13-14 yaşına geldiğinde serpilmiş, boyu uzamış, beyaz tenli, uzun sarı saçlı, mavi gözlü bir ay parçası haline gelmişti. Yeni tomurcuklanan memeleri irileşmiş, kalçaları ve götü sıkılaşmış, dikleşmişti. Tabii bu durum konak halkının ve özellikle de paşanın bıyıkları yeni terlemeye başlayan oğlunun dikkatinden kaçmamıştı. Bir gece koynuna aldı Zehra’yı, ona sahip oldu, rahmine tohumunu ekip karnını bebekle doldurdu.

Paşa bunu haber alınca oğlunu bir güzel dövdü, Zehra’yı da karnında bebeği ile sokağa attı. Biçare kız bir Yeniçeri zorbasının kapatması oldu. Gebe haliyle zorbanın işkence ve tecavüzlerine uğrayıp bebeğini düşürdü.

Sultan Murad Han Hazretleri devletin iplerini eline alıp zorbaların hakkından gelmeye başladığında Zehra’nın zorbası da bundan payını aldı. Celladın kılıcı kafasını kopardığında Zehra da yeniden esir pazarına düştü. İşte o vakit Müslime’nin kocası bu biçare kızı alıp karısına hizmetçi yaptı. O vakit 18 yaşına anca varmıştı…

Eve alınan hizmetçiler sadece evin hanımına hizmet etmez, evin beyine de karılık ederdi. Ama Müslime’nin kocası bir gün bile Zehra’ya yan gözle bakmadı. Bakmasına da gerek yoktu. Müslime gibi bir hatunu vardı evde ne de olsa. Hoş, baksa bile kıza elini sürecek mecali kalmamış, illet hastalık onu bitip tüketmişti.

Emrah erkek güzeli dedikleri türden, fidan gibi bir gençti. Bıyıkları yeni yeni terliyordu. Her sabah ezan vakti işine gidiyor, akşam ezanı okunurken de evine dönüyordu.

Anasının göz bebeğiydi Emrah. Onu hanım hanımcık, kız oğlan kız bir kızla baş göz etmek istiyordu Müslime. Ama bir korkusu daha vardı ki ne zaman bunu düşünse yüreği kuş gibi çırpınıyordu. Emrah’ın Zehra’ya kapılmasıydı korkusu…

Kızın başından geçenler hele de aslen bir gâvur olması Müslime’nin uykularını kaçırıyordu. Zehra’nın güzellikten, çekicilikten yana bir eksiği yok fazlası vardı. Evde hizmet ederken kızın gözleri Emrah’a bir başka türlü bakar olmuş, Emrah da kızın güzelliğine vurulmuştu.

Müslime Emrah’ı kızdan uzaklaştırmalıydı ama bunu nasıl yapacağını bilmiyordu. Kızı evden göndermeyi düşündü ama bunu yapamazdı. Kız eve geldiği günden beri ev işlerini bırakmıştı Müslime. Şimdi kızı gönderse evin bütün işleri ona kalacaktı. Konuyu anasına açtı…

Müslime’nin anası 50 yaşına daha varmamış erkek avcısı ama aynı zamanda sevici bir kadındı. Şarap gibi yıllandıkça değer kazanmış bir Çerkez dilberiydi. Güzellikte kızlarından hiç eksiği yoktu. Zehra’nın güzelliğinden o da etkilenmiş, kızı kendi koynuna almak için yanıp tutuşuyordu. Müslime konuyu kendine açtığında yüreği pır pır etti.

“Bırak oğlan kızı koynuna alsın, bir zaman tadına baksın diyecem ama bu işin sonu nereye varır bilinmez. Kız bir de gebe kalırsa vay halimize. Bu işin tek yolu güzel kızım ya oğlanı Leyla ile bir an evvel baş göz edeceksin ya da kendi işini kendin çözeceksin!” dedi.

Müslime “Leyla mı ana? Ama onlar kardeş, kardeş kardeşe nikâh düşer mi ana!” dediğinde anası “Ne kardeşi kızım, sen salak mısın? Ayrı anadan ayrı babadan olanlar ne zamandan beri kardeş oluyor! Aptal olma. Kızın oğlana nasıl baktığını görmüyor musun? Oğlan he dese hemen altına yatacak küçük orospu. Hem Emrah için bundan daha hayırlısı mı olacak? Leyla ile güzellikte yarışacak biri var mı? Eğer ki baktın oğlan kem küm ediyor o zaman kızı zorla oğlanın koynuna sokarsın!” dedi.

Ama bu sözler Müslime’nin aklına yatmamıştı. Senelerdir kardeş bilmişti Emrah ile Leyla birbirini. Şimdi kalkıp onları evlendirmek, aynı yatağa sokmak olacak iş miydi? Hem Emrah ne derdi buna?

Evet, anasının dediği gibi Leyla’nın son zamanlarda Emrah’a karşı hareketleri, tavırları değişmişti, bunu Müslime de görüyordu ama Leyla her zaman böyleydi. Bunu kızın gönlünün abisinde olduğu şeklinde yorumlamak doğru olur muydu?

“Olmaz ana, ben yapamam bunu. Yavrularımı aynı yatağa sokamam. Eğer ki Emrah’ım buna he der, o zaman olur. Ama sade Leyla’nın isteğiyle olacak iş değil. Ben öyle büyük günaha giremem!” dedi Müslime kısa bir düşünme sonrası.

“A benim salak kızım, ne günahı. Bunlar kardeş bile değil. Kızın yaşı geldi geçiyor, sağda solda ne zaman evlenecek diye soru eder dururlar. Kaç talibi çıktı şimdiye kadar ama hepsini geri çevirdi, niye acaba? Abisine yangun da ondan. Kız ateş gibi yanıyor, ben görüyorum. Hem şöyle bir ağzını yokladım, senin he demene bakıyor. Emrah desen yaşı geldi artık, bir an evvel baş göz etmek lazım. Ortam kötü, etraf kum gibi kahpe kaynıyor. Bunlardan birine kapılır ki vay halimize, ocağımız söner, dirliğimiz bozulur!” dediğinde anası Müslime “Aman ana ağzından yel alsın!” dedi korkuyla.

“O zaman kızım ikinci dediğime gelecen ki bu işi sen kendin çözecen! Oğlanın bu gâvur kahpesine tutulmaması için, madem ki oğlanı da evlendirmeye niyetin yok, işi kendin çözecen!” dedi anası. Müslime de “Kendim mi çözecem ana, nasıl!” diye sordu merakla.

Anası “Oğlanı sen koynuna alacaksın kızım. Analığını gösterdiğin gibi karılığını da göstereceksin ki oğlan senin tadını alıp kızı unutsun!” dediğinde Müslime’nin yüreğine taş oturdu sanki.

“O nasıl iş ana, kendi oğlumu koynuma mı alacam!” dedi titreyen sesiyle. Ama anası “Başka çare yok kızım, ya bırakırsın oğlan kızın koynuna girer, ya da sen kendi göbeğini kendin kesersin! Hem oğlanı sen doğurmadın ne de olsa, dinen de buna bir engel yok!” dedi kendinden emin bir halde. Müslime Emrah’ı koynuna aldığı vakit Zehra boş kalacak, biçare kızı kendisi koynuna alacaktı, planı buydu…

Ama evde plan yapan sadece o değildi. Müslime’den beş yaş küçük dul kızının da planları vardı. Güzellikte ablasından aşağı kalır yanı yoktu Mahmure’nin. Ablasının bıyıkları yeni terleyen oğluna çoktandır vurulmuştu. Senelerce hadım bir adamla evli kalınca erkeğe aç kalmıştı. Ve önüne ilk çıkan erkek kendi yeğeni olsa da ona aşık olmuştu.

Mahmure’nin evde Müslime’den daha çok çıkıyordu sesi. Ablasının saflığı onda yoktu, anası gibi fetbaz bir kadındı. Zehra’yı devamlı azarlıyor, kıza arada bir sopa çalıyordu. Kendini halen hadım ağanın karısı gibi görüp insanlara tepeden bakıyordu. İşte bu Mahmure’nin de planları vardı…

Bir diğer plan yapan da evin en küçüğü, Leyla idi. Annesi ile anneannesinin konuşmasına konu olan Leyla… Abisinden birkaç ay küçük, fettan mı fettan bir kızdı. Anası gibi kafes hayatı yaşıyordu. Anası ile haftada bir iki hamama ve çarşıya gitmekten başka dışarısı ile bağı yoktu. Şimdiye kadar birkaç talibi çıkmışsa da o hiçbirini beğenmemişti.

Onun da gönlünde de tıpkı teyzesi gibi abisi Emrah vardı. Abisinin yanında işveli, cilveli sözler eder, elbisesinin üst düğmelerini açıp çıplak beyaz koynunu gösterirdi. Abisini birkaç sefer kapı arkalarından izlemiş, onu soyunurken dikizlemişti. Hayatında ilk ve tek gördüğü çıplak erkek abisi olmuş ve o dakika planlar yapmaya başlamıştı. Leyla da kendine rakip olarak Zehra’yı görüyordu…

sex itirafları, cinsellik hikayeleri, yetiskin hikayeler

Oysa biçare kızın bunlardan haberi yoktu. O akşama kadar evin bütün yükünü çekiyor hem hanımının hem de Mahmure’nin kaprislerine, hakaretlerine, dayaklarına katlanıyordu. Yüreğinde Emrah’a karşı bir şeyler hissedecek ne durumu ne zamanı vardı. Evet sevmişti delikanlıyı ama hepsi o kadardı. Evin alt katındaki soğuk odada yatıp kalkıyordu. Diğerleri üst kattaki sıcak odalarda kalırken zavallı kız geceleri tir tir titriyordu…

Bütün planlar Emrah’a karşı yapılırken onun da planları vardı. Evin içinde beş kadının arasında yaşıyordu ve gözü anasının tahmin ettiği gibi Zehra’da idi. Emrah kendi kendini tatmin etmeye küçük yaştan başlamıştı. Ama artık işi gerçeğe dönüştürme zamanı gelmişti. Bir kadının tadına bakmalıydı. Evde hazır bir kadın vardı, üstelik Zehra’nın buna karşı koyacak durumu yoktu. O basit bir hizmetçiydi. Emrah’a karşı koyması, hukuken ve dinen mümkün değildi.

Emrah kızın koynuna girmek için plan kurmaya başladı bir zaman sonra. Gece el ayak çekildiğinde onun odasına girecekti gizlice. Anacığının buna rıza vermeyeceğini elbet bildiği için gizli kapaklı yapacaktı bunu.

Ama işler başka türlü gelişecekti…

Devamı Gelecek

Kategorilere Göz At…