Şu Başıma Gelenler – 2

Dostumu kaybedeli iki hafta olmuştu, hem de kısa süredir tanıdığım bir çocuk yüzünden! Sırf bu kayıp yüzünden finallerde batırdım. Her şeyin üst üste binmesinin yegane sebebi bendim. İki haftadır ne Arda’dan, ne Emre’den, ne de Naz’dan haber alabilmiştim. Kendi aptallığımın bedelini yine kendim çekiyordum. Gün geçtikçe daha da zorlanıyordum ama yanımda duran kimse yoktu.
Memlekete gidecektim bu sabah o yüzden erken uyumalıydım, bunun için telefonumu uçak moduna almıştım. Tavanı izleyerek, onunla yalnızlığımı paylaşarak uykuya daldım.

Sabah olmuştu, cep telefonumu kontrol etmek istedim ki ne göreyim! Arda’dan üç mesaj gelmişti ve aptal kafam telefonumu uçak moduna almamı söylemişti. Hemen okundu bilgimi kapatarak mesaj kutusuna girdim, zira yaptığı pisliği unutacak veya içime atacak değildim. Mesaj kutusuna girdiğimde istemsizce bakmaya başladım o güzel profil fotoğrafına…
Mesajını okumam gerektiğini hatırlayınca en aşağıya kaydırdım ekranı;

“Nerelerdesin? Günlerdir ne arıyorsun, ne de soruyorsun.”

“Neden mesajlarıma bakmıyorsun.”

“Sana anlatacaklarım var.”

Okudum ve direkt kapattım telefonu. Daha iki hafta geçmişti benden sakladıkları pisliği öğrenmem üzerinden, bunu yapmasına rağmen o gün vücuduma ellemeye çalışmıştı ve bu kabul edilemez, iğrenç, ibnelik dışında bir şey değildi!

Bir dakika…

Son mesajı okumak için tekrardan girdim mesaj kutusuna.

“Sana anlatacaklarım var.”

Kalbim küt küt çarparken bir yandan da merak duygusu sarmıştı benliğimi. “Amına koduğumun çocuğu bana, beni nasıl aldattığını anlatacak. Siktir git!” diyerek engel atmıştım.

Aradan bir hafta geçmişti. Memlekete gelmiş, telefonu bir kenara atmış, tüm dertlerden kısa süreli sıyrılmış ve kafamı temizlemiştim.

Bahçede annemlerle beraber çay içerken aniden telefonum çaldı. Telefonum içeride olduğu için masadan kalkmam gerekmişti ama kalkamadım, çünkü babam bu tür şeyleri sevmezdi.

“En azından yemeğini yiyene kadar otur.” dedi, ben de dediği gibi yaptım. Aradan beş altı dakika geçmeden yine telefonum çaldı ve dönüp babama seslendim;

“Baba, özür diliyorum ancak bakmam gerek belki acil bir şeydir.” dedim ve başıyla onayladığını görünce ferah şekilde telefonumun yanına gittim.

Arayan Arda’ydı. Cevaplamak istemedim ve arama sona erdi. Yeniden bahçeye doğru yöneldiğimde yeniden çaldı telefon.

“Amına koduğumun çocuğu arama boşuna, açmayacağım.” diyerek bahçeye çıktım.

Orospu çocuğu yine aradı! Babamın bahçeden ayaklandığını görünce telefonumun yanına gitmek zorunda kaldım.

Arayan Emre’ydi fakat nasıl olabilir de ikisi de aynı anda arayabilirlerdi ki?

“Kesin yan yana bunlar.” diyerek aramak istemedim ve akşama doğru arama kararı aldım.

Evdeki temizliği ve bulaşıkları hallettikten sonra fark ettim ki akşam olmuştu. Telefonumu aldım elime ve Emre’nin telefonunu çevirdim.

Çalıyordu ama cevap vermiyordu. Tüm ümidimi kesmişken telefonu açtı. Sesi başka seslerle karışıyordu o yüzden ne dediğini anlatmakta zorlanıyordum.

“Ne var Emre?” dediğimde;

“La Sinem nerdesin amk? Arda’dan haber alamıyoruz iki haftadır bir şey mi oldu aranızda?” dedi.

Bayılmak üzere gibiydim. Vücudum kaskatı kesilmiş, öfkeyle karışık endişe duygusu basmıştı beni.

“La kime diyorum? Orada mısın yarrağım? Çocuğa bir şey mi dedin?” diyince aniden aramayı sonlandırdım ve Arda’yı aramaya karar verdim.

Bunun telefonu da çalıyordu ama açmıyordu.
Bir, iki, üç…

“Yeter amk çocuğu aç şu telefonu.” derken dördüncü aramamda nihayet açtı;

“(Boğuk bir sesle)Alo?” dedi.
Sesi iyi gelmiyordu…

Gözlerimin ıslandığını hissediyordum…
“(Daha ciddi bir sesle) Alo?”

Yaşlı olan gözlerimi silerek söze girdim;
“Emre’ler senden haber alamıyormuş. Seni merak etmişler. Bunları bildirmek istedim.”

Aslında demek istediğim çok şey vardı ama diyemezdim…

“Tamam, ben konuşurum.” dedi ve çağrıyı sonlandırdı.
Bir tek açıklama bile yapmamıştı…

Ağlamaktan gözlerimin altı şişmişti ve en son yere düştüğümü hatırlıyorum.

Gözümü açtığımda hastane odasında serum takılıydı ve yanı başımda annem, teyzem, babam ve Naz vardı. Babam uyandığımı fark edince konuşmaya başladı;
“Bir şey anlatacaksındır umarım.” dedi.

Neyden bahsettiğini sersemlikten anlamadım, bu yüzden sadece başımı iki tarafa salladım. Tekrardan uykuya dalmıştım. Uyandığımda sabahtı ancak ne zamandır burada olduğumu bilmiyordum. Yanımda sadece Naz vardı ve direkt sordum;

“Ne zamandır buradayım?”

Naz umursamaz bir tavırla cevap verdi;
“İkinci günün.”

“Oha, iki gündür baygın mıyım?”

“Fazla stresten ötürü travma geçirmişsin, öyle dediler.”
“He anladım.”

Birkaç dakika sessizleşmişti ortam, ta ki Naz bozana kadar;

“Geçen olanlardan dolayı özür dilerim. Anlatmamam, senden böyle bir şeyi saklamam benim hatamdı.”

“Sorun yok. Esas suç benim. Amk salağı sen niye “ciğerim” dediğin kızı bir çocuk adına silebilirsin ki? Salak kafam!”

“Ya, siktir et. Olanları Doğu’ya anlattım fakat olanlar… Olanlar pek hoş değil.”

“Neyi anlattın…Lan neyi anlattın amk gidip çocuğu öldürtmek mi istedin!”

“La sakin ol amk salağı! Doğu, gidip Arda ile konuşmuş. Arda böyle bir şeyin doğru olmadığını söylemiş.

Ardından beni aradı ve “Olanlar doğru mu değil mi? Ona göre icraat uygulayacağız toprağım.” diyince ben de “Sakın mallık yapma. Soruna gelince, evet olanlar doğru. Ancak şöyle doğru, ben bizzat görmedim, benim kulağıma gelen bu.” dedim ve yüzüme kapattı. Akşam parkta kıstırmış çocuğu yumruklaşmışlar. Esas hasarı alan Doğu olmuş tabi ama Arda’nın da durumu pek iyi değilmiş. Dudağı patlamış ve bir dişi kırılmış. Görenler ayırmaya çalışmış ama nafile, Doğu’nun hırçınlığını biliyorsun. Konu sen olunca tutamamışlar amk.”

dediğinde aniden yıkılmıştım. Benim yüzümden her şey boka sarıyordu ve artık sadece ben de değil, çevremin de etkilenmesine yol açıyordum. Naz’a dönerek;
“Arda ile konuşmak istiyorum. Hemen!” dedim.

Sinirlendiği her halinden belliydi ki telefonu bana doğru fırlattı.
Hemen numarasını buldum ve aradım. Açtı;

“Ne var!”

“Neredesin?”

“Anayın amındayım.”

“Seninle konuşmak istiyorum.”

“Siktir git. Bir daha gerçek olmayan şeylere inanma! Duydun mu beni lan!?”

Yeniden ağlamaya başladım ve Arda duymuştu muhtemelen, çok çıkış yaptığını hissetmişti, hafifleştirerek konuşmasını;

“Üzdüysem özür dilerim. Seni kullanmadım hiçbir zaman, bunu aklımın ucundan bile geçirmedim. O gün çok ileri gittim ve haddimi aşacak şeyler yaptım(Sınava çalıştırdığım günden bahsediyor.).
Seni seviyorum Sibel. Sana aşığım amk!”

Normalde sevinçten dans etmem, hatta biraz daha ileri gidelim adak kesmemi beklerdiniz değil mi? Ama o söylentiden beri üstümdeki kırgınlık halen geçmedi. Arda’ya inanmak istesem bile bir şeyler beni tutuyordu. Naz ile hafta başında İstanbul’a döneceğimizi hatırlayarak;

“Üç gün sonra döneceğim. Pazartesi akşamı evde bekleyeceğim seni.” diyerek aramayı yüzüne kapattım. İkindiye doğru hemşirelerden biri içeriye girdi, tansiyonumu ölçtü, kanımı aldı ve daha iyi olduğumu söyleyerek taburcu olabileceğimi söyledi. Naz, kıyafetlerimin olduğu poşeti alarak odadan çıktı ve ardından ben de çıktım.

Eve vardığımızda fark ettim ki Arda’yı çok özlemiştim. Kızgın olmama rağmen ona sarılmak istiyordum. Günler aynı geçerken gitme vaktimiz gelmişti. Sabırsızlıkla akşam olmasını bekliyordum. Babam terminale bırakmak için arabayı hazırlarken ben de annemle ve teyzemle vedalaştım. Naz’ın sırf benim için Istanbul’dan ilk otobüsle geldiğini bildiklerinden dönüş biletini bizimkiler almıştı ve benimle beraber götürecekleri. Nihayet terminale gelmiştik. Naz ile koltuklarımızın ayrı olması can sıkıcıydı ancak benim yanıma da yakışıklı bir çocuk oturmuştu, yüzden de çok da dert etmedim. Yolculuk başlamadan inerek otobüsten babamla da vedalaştım ve tekrar otobüse bindim. Anonstan sonra otobüs hareketlendi ve yolculuk başladı.

Bir saat kadar uyumuştum. Ayılırken yanımdaki çocuğun dizime doğru baktığını fark ettiğimde;
“Ne o? Bir sorun mu var?” dedim.

Rahatsız edici sakinlikte başını kaldırarak;
“Hayır. Sadece dalmışım.” dedi.

Amk bildiğin amıma doğru bakıyordu yani başka ne anlayabilirdim ki?

“Tamam ama yani baktığın bir kız. Senin kız kardeşine bu şekilde baksalar hoşuna gider miydi?” diye sorduğumda sırıtarak yine rahatsız edici şekilde tekrardan önüne döndü.

Tüm yolculuğumuz benzer şekilde geçti. Yanımdaki sürekli dizlerime doğru bakıyordu ama yanılmıyorsam nereye baktığını aşağı yukarı tahmin ediyordum. Önceki satırlarımda dediğim gibi, çok belli bir fiziğim var. Vücut hatlarım gayet güzel ancak bu ona bakma hakkı verdiği anlamına gelmez.

İstanbul’a ulaştığımızda saat 16:20 idi. Naz’ın evi Anadolu yakasında olduğundan dolayı onunla vedalaştım. Bayrampaşa’dan Kadıköy’e taksi tutmuştum ve bir saate yakın bir sürede eve vardım.
Eve girer girmez ilk işim Arda’ya mesaj atmak olmuştu;

“Evdeyim.”

yazarak bekleyişe koyulmuştum.
Yarım saat içinde kapı çaldı ve dürbünden baktığımda Arda olduğunu gördüm. Kapıyı açtığımda;

“İçeri gel.” diyerek nezaketen de olsa çağırmıştım.
İçeriye girmişti. Halinden belliydi ki bir yerlerden başlamamı istiyordu. Söze girmek istediğim sıra bir kez daha kapı çaldı. Tekrardan kapıya gittim. Dürbüne baktığımda kapıcı İsmet abinin elindeki birkaç kapıt ile beklediğini fark edince kapıyı açtım;

“Hoş geldin İsmet abi. Hayırdır? Bir sıkıntı mı var?”
“Yavrum faturaları unutmuşun galiba. Posta kutusunda buldum.” diyince faturaları ödemeyi unuttuğumu fark ettim.

“Sağ ol İsmet abim. Yarın hallederim merak etme.”
Hal hatır sormacasından sonra kapıyı kapatıp tekrar içeriye geçtim ve söze girdim;

“Anlatılanlar doğru muydu?”

“Yemin ederim ki böyle bir şey yapmadım. Hem dedikleri gün ben evde değildim ki.

Babamın dükkanındaydım, birkaç getir götür işi vardı ben halletim.”

Tekrardan gözlerimin dolduğunu hissettiğimde;

“Peki, öyle olsun. Neden herkes bunu konuşuyor?”

Artık besbelli ağlıyordum. Hafifçe çenemi tuttu ve yukarı kaldırarak;

“Ben senin dışında kimseyi sevemem ki ay parçam… Bu iftirayı atan kimse bulacağım onu, bakalım ne diyecek.”

Ağlamaktan nefesim kesilmeye başlayınca bana sarıldı. O an öyle şeyler hissettim ki… Ahhh dostlar ah keşke eskiye, bu anılara tekrar dönebilsem. Saçları yüzümü örtecek şekilde gelinceye kadar eğildi.

Dudağını benim dudağımın üstüne bastırdı. Beş altı saniye aynı pozisyonda kaldık ancak ben de istekli olunca boynunu kendime doğru çektim, kalın dudaklarımı iyice onunkilere bastırdım. Artık kendimi tamamen ona bırakmıştım. Üstündeki beyaz gömleğin düğmelerini teker teker çözmeye başladım. Arda yine tişörtümü çıkarttı. Üstümde sadece sütyenim vardı ve en sonunda onu da tek hamle ile çıkarıverdi. Artık üstümde hiçbir şey yoktu ve 85b göğsüm apaçık ortadaydı.

Göğüslerimi yalamaya başladığında sertleşti meme uçlarım. Arda’nın pantolonunda belirgin hale gelmiş yarrağını içime almam an meselesiydi.
Hızlı bir şekilde pantolonu ile külodunu indirdim ve eğilerek sakso çekmeye başladım, o da saçımdan tutarak bir ileri bir geri yapıyordu. Nihayet ağzımdan aldığında külodum ile pantolonumu indirdi ve

“Arkadan mı yapayım, yoksa oral mı yapayım?” diye sorunca pembe olan amımı ince parmaklarımla göstererek işaret ettim. Duvara doğru döndüğümde, arkamdan gelen hafif sızlamayla beraber gelen zevki hissetmeye başladım. Arda’nın penisi ince olmasına rağmen pek uzundu ve bu da ıslanmış olan amımı daha da çok zevklendiriyordu.

Bunları düşünürken beni ters çevirerek;

“Sırt üstü yat.” dedi ve dediği pozisyonu anlayınca aynısını yaptım. Sadece bu pozisyonda bile üç kez boşalmıştım.

Yorulduğunu hissetmeye başlayınca, Arda’nın “Ah! Geliyorum…” dediğini duymamla beraber sonlara yaklaştığımızı anlayınca rahatladım.
Aniden içimi sıcak ve ıslak bir sıvı doldurdu…

“Ne yaptın amk! Şimdi ne yapacağım ben gerizekalı!?” dedim.

“Özür dilerim. Aniden gelince ben de dur-“

“Sen neyden bahsediyorsun amk! Bu işin sonu ya ufacık, zararsız bir yavru olursa yükümlülüğünü nasıl alacağım ben!?”

“Hemen parmaklarınla çıkart onu.”

Parmaklarımı hızlı bir şekilde içime soktum ve olabildiğince, elime ne kadar döl gelirse hepsini dışarı çıkarttım.