Yaşadığım blowjob outside yine yeni bir deneyim olarak tarihte yerini aldı… Ama dikkat buyurun yaşadığım diyorum yaşadığımız değil. Fırat’la kendi aramda bir bağlantı olduğuna inanmıyorum. Bir uyum yok aramızda zâhir…
Arkadaş da olamayız, fuckbody de… Ama işte şu da bir gerçek ki… Penisin mevcudiyetine bile hadsiz hatta şımarıkça bir zaafım var… Hele açıktan, canlı, hatırı sayılır bir emsal karşımdaysa… Utanmadan sıkılmadan… Dayanamıyorum düşüveriyorum içine…
Gerçi önünde diz çökene kadar hiç aklımın ucunda bile yoktu Fırat ve şeyiyle ilgili bir düşünce merak filân… Ama işte Mert’i sıkıştırıp sakso ona çektiğimi öğrenmesi… Neyse ki ötesini daha yapmamıştık… Bana uyguladığı fiziki ve psikolojik mobbing… Başka da şansım yoktu.
Kendisine etmediğim küfür kalmayan… Hayatta en yapmayacağım şeyi bile… Annesine bile küfrettiğim… Tabii içimden yani… Fırat’la da oldu hep olan şey… Korkudan titreyen parmaklarımla slip donunun lastiğini indirirken…
Birden bire o kocaman şeyi şlap diye karnına çarpınca… Büyülenmiş gibi oldum… Hele elime alınca… Elime bile sığmayacak kadar kalın da olunca… İyice kendimden geçtim…
Dayanamadım aldım ağzıma da… Almasam zaten sike sike aldırıcaktı da. Ben o noktada artık isteyerek aldım demek istiyorum… Kocaman yumruk gibi başı… Öyle bir doluluk ki insanın ağzında… Nasıl bir lezzet yaratıyor bilseniz… Bilmeyin isterseniz… Bilirseniz siz de… Mazallah… Benim gibi kendinizi kaybedersiniz…
İnsanın kendini kaybetmesi… İyi midir? Kötü müdür? Tekrardan bulabiliyorsa kendini bence iyidir. Çünkü hiç kendini kaybetmiyorsan, o daha beter. Hep dediğim gibi tekdüze hayat yaşamaya değmez… Sıkıcıdır, insanı çürütür… Çürümeyle başlar ölüm…
¨¨¨¨¨
Boşaldıktan sonra mutlulukla… Saçlarımı ve yanağımı kocaman elleriyle okşarken kankam… Nasıl oldu bilmiyorum… Bir türlü elimden bırakamadığım sertliğini azcık yitirmiş devasa aleti tekrardan ağzıma alıp elimi eşofmanımdan içeri soktum.
Dimdik demir gibi pipimi eller ellemez… Donumun içine sular seller aktı… Boşalmaya başladım ve bitene kadar da epey başım döndü zevkle… Bacaklarım da zelzele varmış gibi titrerken hem de…
Götümde ki o çıldırtıcı nokta bir yarak tarafından dürtülmeden… Sadece ağzımı bütün bütün dolduran hatta taşan aletinden aşırı etkilenerek boşaldım. Açık havada halka açık bir yerde utanç ve korku içinde olmanın yarattığı azgınlık da… Bu güzel düşüşte etkiliydi…
“Kimseye böyle boşalmamıştım kanka… Harikasın sen… Bu iş için yaratılmışsın… Artık kankalıktan da öteye geçtik seninle.”
Bu iş için yaratılmışsın, derken… Benim bu dünyada ağzımı yüzümü siktirmekten başka bir işlevimin olmadığını mı söylemek istiyor acaba? Kendi skalamda okul birincisiyim lan ben! Senin gibi polinomları görünce… Ebesinin amını gören kutup ayısı gibi bakmıyorum.
Kankalıktan da öteye geçtik, diyor bir de… Ötesi ne oluyor ki? Ben seni kankam olarak bile görmüyorum ki. Ötesi mötesi hiç yok yani… Yaptığım şeyleri beni zorbalayarak yaptırıyorsun.
Ve unutma Fırat efendi… Alma mazlumun ahını çıkar… Neydi la, neyse unuttum gerisini… Götüne sokar Allah diyelim… Her ne kadar agnostik de olsam… Benim de kendime göre bir tanrı anlayışım var veya belki vardır. Ne biliyim işte. Bu konuları araştırmaya, derslerden pek zamanım kalmıyor .
Selpak gibi şeyleri taşıma alışkanlığım olmadığından… Battı balık yan gider hesabı… Döl içindeki elimi de ağzımla temizledim. Kediyiz ya… Yalan dur… Pipim vıcık vıcık döl havuzunda yüzer gibi donumun içinde… Kalkıp eski yerime oturdum yanına…
“Fırat, beni metroya bırakabilir misin?”
“Hayırdır n’apcan lan metroda?”
“Kadıköy’e gidicem.”
“Sebep?”
“Maç var da.”
“Oğlum fenerin maçı yarın.”
“Yok ben basket maçına gidicem.”
“Oğlum fenerin basket maçı da hafta içi.”
“Ya uff… Sokacam fenerinize. Altyapı maçı bu.”
“Bana bak bu Mert’in omuzunda spor çantası oluyor hep. Boyu da deve gibi… Basketçi mi lan yoksa bu ibne.”
“Evet.”
“Oğlum bundan sonra benimsin lan sen… Sadece bana çekiceksin sakso… Mert’i unut. Görüşmek yok onunla bundan sonra. Sikerim belânızı.”
“Mert’in takımında oynayan başka bir arkadaşım var. Onu görmeye gidicem.”
“Sen benim dediklerimi anlamıyor musun? Yoksa inadına mı yapıyorsun? Sinirlenirsem ne oluyor biliyorsun değil mi?”
“Zulüm ile abat olanın akıbeti berbat olur… Sen de bunu biliyorsun değil mi?”
Birasından büyükçe bir yudum alıp dipledi. Bu kutuyu da kocaman elleriyle iyice ezip yine denize attı. Bana bakmaya başladı… Elini kaldırdı… Daha dudağımın patlağı iyileşmemişti ama… Tabii ayı sinirlendi, benim özel sağlık durumlarımı dikkate alacak değil ya…
“Kankalıktan da öteye geçtik seninle dedim biraz önce. Ama dinlemiyorsun bile söylediklerimi. Bak senden hoşlanıyorum… Artık kız arkadaşım gibisin benim. İstediğin gibi kafana göre takılamazsın yani.”
Neyse indirdi elini bunları söylerken. Gerçi ben babamdan çok dayak yediğimden alışkınım. Öyle tekme tokat hatta yumruk… Olmasa iyi ama… Olursa da, çok da fifi, diyebilecek seviyedeyim artık.
Duygusallaştı kutup ayısı birden… Sarıldı tek koluyla yine bana. Yanağımdan öptü. Ne yaşıyor acaba? Gey olduğunu zannetmiyorum. İyi de senden hoşlanıyorum, ne ayak. Benim oğlanı ağzınla iyice sev rahatlat beni de onu da, demişti ya.
Aklı sıra kafalayıp, gündelik döl tahliyesi gereksinimine memur edecek beni. Yok ben bir daha bu öküze sakso felan çekmem. Ne yapıyorsa yapsın kendi kendine. Gün geçtikçe ve hiç yapamam dediğim şeyleri yaptıkça…
Yokluk halimden kurtuluyorum giderek… İyice bokluk haline batmayalım da? Neyse, daha ayakları yere basan… Gerçi biraz önde dizlerimin üzerindeydim ama onlar geçici dayı… Kendine güveni olan… Yönelimini, tanımaya çalışan ve onunla gurur duyan bir birey… Oldum demeyelim ama olma yolundayım artık…
“Bak Fırat abi… Zorbalık, annemi babamı kafaya almalar, şimdi bir de duygusallık… Unutmadan bir de cinsel mobbing… Ha kabul ediyorum maçın son dakikalarında ben de düştüm şeyine biraz… Ama bunu maçın geneline yaymayalım lütfen. Ben seninle sadece sıra arkadaşıyım bundan sonra. Kesin. Net. İstediğini yap. Değişmez kararım…”
“Demin sikimi iştahla yalarken videonu çektim.”
“Çek abi, kamerana sanatına sağlık… Çekersin abazalık zamanlarında videoya bakıp artık otuz bir.”
“Babana gönderirim videoyu anonim numaradan. Oğlunun yarak hevesine ne der acaba?”
“Bilmiyorum ne der. Ama babam ne olacağımı biliyor. Videoyu görünce, bir de ibneliği fiiliyata dökmüş der… Kuvvetle muhtemel beni öldürür. Sen de cenazeme götüne kına yakıp öyle gelirsin artık.”
“Oğlum bu ne rahatlık lan. Ciddiyim ben. Onurumla oynama.”
“Onurun??? Neyse, asıl sen benle oyun oynama abi. Kediyi köşeye sıkıştırırsan aslanın üzerine atlar gözünü çıkarır unutma. Senden hoşlanıyorum diyorsun ya. Sevgi bir empati ve sempati meselesidir. Cinsellik biraz daha ayrı bir şey. O daha çok karanlık ve ilkel bir tarafımız. Ben şu aralar oralardayım yani fazla genital alan odaklı bir kafada yaşıyorum. Çünkü merak ve öğrenme aşamasındayım. Ama yine de sevgiyle ilkel dürtülerimi ayırabilecek kadar insanım hâlâ. Sen de öyle ol. Zorbalıkla, ne sevgi hatta en hayvani cinsellik bile yan yana gelemez. Karşılıklı kabul olmadıkça tabi. Evime gelip anneme babama yalandan şirinlikler yapıp beni emrine alamazsın. Aldığını zannedersin ama olmaz. Bir kere olur iki kere olur. Köle değilim ben. Öldürsen yapmam dediğini istemezsem. Kendini bil adam ol!”
Çok ilerlediğimin farkındayım… Yükseldikçe kendi kendimi gaza getirdim. Son cümle işin bokunu çıkardı sanırım. O da bunun farkına varmış olmalı ki… Bu defa tereddüt etmedi… Sıkı çaktı kafamla ensem arasına…
En azından suratıma vurmadı. Babamın çok çalıştığı bir alan olduğundan ensem artık nasır tutmuştu… Ama beynim epey sarsıldı kürek gibi eli yiyince… Umarım deneme sonuçlarımı olumsuz etkilemez. Neyse en azından ikimiz de kararlılığımızı mertçe ortaya koyduk…
¨¨¨¨¨
Babam hariç, bana vuranlar bir şekilde yaptıklarından az veya çok pişman oluyorlar… Babamın neden bir türlü içi soğumuyor bana karşı acaba? Mert’in işaret diliyle yazıldığı sanılan etkili mesajındaki özründen sonra Fırat da müteessir bir tavır içine girdi.
Konuşmadı, o da işaret diline müracaat ederek, eliyle gidelim görseli yaptı… Denizi, kayalıkları ve oradaki yaşanmışlıklarımızı gerimizde bırakarak kırmızı motora atlayıp mahallemize doğru yol aldık.
Gerçi mahallemiz ortak değil. Hiç bir şeyimiz ortak değil. Bir an önce ondan kurtulmak istiyorum. Ersin’i görmek istiyorum. Onun için de maça gitmek istiyorum. Ama önümde oturan kutup ayısı bunu istemiyor…
Sitenin önüne geldik. Motordan indim bir şey demeden gidiyordum. Kolumdan tutup çekti. Bana vurduktan sonra yüzüne yerleşen mahzun kırmızıgül ifadesi hâlâ yerli yerinde. Bırak da gidek da…
“Berk, aslında hiç istemiyorum ama benim şimdi gitmem gerekiyor. Ben Mustafa abinin kebapçısının ve marketinin kuryelik işlerini yapıyorum da motorla. Zaman buldukça yani. Para konuları anlarsın işte… Ama yarın gelirim tekrar. Bu sefer erken gelirim daha çok birlikte oluruz. Ayarlayabilirsem bizim eve de geçeriz. Bu arada sana vurduğum için özür dilerim. Bir anda oldu. Şimdi olsa yapmazdım yani. Artık eve git sen. Sakın maça filan gideyim deme ama… Sinirlendirme beni yine…”
Şu an en çok istediğim şey… Kollarım ve bacaklarımla kocaman bir X olup… Ninja gibi yükselmek ve havada ona doğru süzülerek… Am deliği gibi küçücük ağzını bir uçan tekmeyle imha etmek… Kutup ayısı vücudunu bir yana… Suriye’li terörist Mustafa abinin kırmızı motorunu da başka bir tarafa sikip atmak…
Benimle konuşurken ifadesiz ve nefretlik bir suratla ona bakıyordum. Sonunda bıraktı kolumu yürüyüp gittim arkama bakmadan. Siteye girip her zaman ki tenha banka gidip oturdum. Hazır tatile de girmişken, sonucunu düşünmeden maça gidip Ersin’i görmek istiyorum ya.
Biraz bekledikten sonra kalkıp, tekrar site çıkışına doğru gittim. Tam güvenliğin oraya geliyordum ki… Sokağın karşısında motora götünü dayamış sitenin çıkışını gözetlediğini gördüm ayının.
Maça gidicek miyim diye kapı nöbeti tutuyor manyak… Şimdi çıksam dışarı, ya sinirlenip abuk sabuk haraketler yapacak sokağın ortasında ya da elli saat saçma sapan konuşup kafamı sikicek…
Ona görünmeden mecbur geri dönüp eve çıktım… Ama ona bir şey yapamanın çaresiz kızgınlığından omuriliğimden götüme doğru acı sızıntıları da akıyor ha. Bu herife kesin bir çözüm bulmam gerekiyor. Yoksa sinir hastası yapacak beni.
Annem yoktu evde. Komşuculuğa gitmiştir. Birazdan damlar. O arada duş alıp, döllü donumu da yıkamam gerekiyor… Sıcak su asabiyet halimi dindirdi az da olsa… Neden bilmiyorum, tekrardan sikim de kalktı… Havalara girmesin diye ellemedim bile…
Son zamanlarda hep olduğu gibi… Kızgınlıklarımı yani kutup ayısı Fırat’ı… Kırgınlıklarımı yani zorba Korean erkekkk femboyum Mert’i… Ve tabii hayallerim aşkım ve beni piç gibi ortada bırakan Ersinimi… Unutmak için masama oturdum…
Kulaklıklarımı takıp çalışma müzikleri yazdım telefonuma ve çıkan listeyi yürürlüğe koyup… Çap deneme testi olsun… Yapamadığım sorularıyla ilgili youtube videolarını izlemek olsun… Azimle, çalışma – öğrenme – başarma zincirime yeni halkalar eklemeye koyuldum… Öylece…
¨¨
Gece öylesine anlamsız ama korkutucu kâbuslar gördüm ki. Doğru dürüst uyuyamadım bile. Sanırım hepsi de şerefsiz şantajcı Fırat’ın çektiği videoyla ilgiliydi. Ne kadar umursamaz görünsem de uyuyunca korkularım açığa çıktı sanırım.
Sabah olduğunda… Gerçekten ben bu iti uzaklaştırırsam özel hayatımdan… Söylediği şeyi, yani babama videoyu gönderme işini yapar mı acaba? Korkmak ayrı da… Babamın bunu görmesi benim için o kadar utandırıcı bir şey ki ölümden beter gibi.
Bu durumda, babama gönderirse videoyu zaten ölmüş olacağım ki. Babamın beni öldürmesinden korkmama da gerek kalmıyor yani. Eksi çarpı eksi artı olmuyor mu? Şantajcıya da sözlü olarak tebliğ ettiğim gibi… Bundan sonra sadece okulda sıra arkadaşıyız… That’s all…
Ana salonda, bütün aile üyeleri pazar sabahı geç kahvaltısı (brunch da denmektedir) için toplanmıştık. Gerçi topu topu üç kişiydik ama siz niceliğe değil niteliğe bakın. Benim gibi okuduğu okulun önde gelen deneme birincisi bir örnek evlat… Annem gibi eşsiz festival filmlerine imza atan ünlü bir yönetmen… Ve Türkiye’nin en iri öküzlerinden kıymetli babam…
Kahvaltı esnasında cebim titredi. Yemek yerken telefonla ilgilenilmesine pek de müsamaha göstermeyen babamı kızdırmamak için anlık bakamadım mesaja… Kahvaltı sonlanınca odama geçip baktığımda… Şantajcı Fırat yazmış…
“Berk, Seni almaya geliyorum. Babandam izni ben alırım merak etme. Sana bir müjdem de var. Evi ayarladım. Sadece ikimiz olucaz aşkım.”
Amınakodumun manyağı aşkını sikiyim senin… Sinir felci olucam nerdeyse… Kanser gibi yayılıyor puşt hücrelerime… Onu kendi silahı ile vurmaya karar verdim.
Hem yönetmen olarak sanatçı kişiliği ile yaratıcı… Hem de başkomiser kimliği ile cesur kahramanım annem…
Babamın dikkatini çekmeden ana salondan süzülüp annemim üssüne geçtim. Mutfak tezgahında bizlerin mutluluğu için bıcır bıcır… Arkadan sarıldım ona sıkıca. Bayılır yakın temasa benimle. Yanağını sevdiği gibi ıslakça öptüm… Gevşedi kollarımın içinde…
“Annecim sizinle önemli bir şey konuşmam gerekiyor zamanınız ölçüsünde.”
“Konuş yavrum gidelim babanın yanına.”
“Yok sadece seninle ve mümkünse odamda konuşalım lütfen.”
“Oğlum bu ne kibarlık… Sizinle değince ben de baban ve beni kastettin sanmıştım. Hayırdır inşallah.”
“Konuşalım hele… Hayırlara vesile olur inşallah anneciğim.”
Annem odama gelmeden önce babama bir kahve yapıp ikram etti… Böylece babam televizyonda spor kanallarını izleyip top havuzunda oynayacak ve böylece biz yetişkinlerin de kendi problemlerini mütalâa ederek çözmesine imkân verecekti.
“Anne seninle çok özel bir konu konuşacağım. O nedenle çok utanıyorum… Ama sen bana daha çocukken özel konuları önce bana anlatmalısın demiştin.”
“Meraklandırma çocuğum beni neymiş bu özel konu?”
“Bana anlattığın özel bölgelerimle ilgili olan hani.”
Annemin gözleri birden kocaman açıldı. Kadıncağız benimle bu konuyla ilgili konuşmayı, ilkokula başladığımda yapmıştı. Özel alanlarımız nerelerdir, beden mahremiyeti, çok yakınlar dışında kimselerin buralara dokunamayacağını felan anlatmıştı.
“Ne oldu anlat bakalım. Benimle dalga falan geçiyorsan öldürürüm seni bak!!!”
Şimdi lisedeyim kazık kadar herif olmuşum… Bu güne kadar da özelimle ilgili hiç soru sormamış, konuşmamışım. Üstelik bu konularda korkacak veya korksam bile bunları anneme anlatacak bir olmadığımı en iyi de o biliyor. Sanırım annemi hayrete düşüren biraz da bunlar…
“Annecim bu Fırat var ya… Bizim sınıfa geldiğinden beri… Üstelik bir de yanımda oturuyor… Durmadan zorbalıyor beni… Teneffüslerde bahçeye çıkmama engel oluyor, onu dinlemezsem kolumu sıktırıyor… Dün de beni sahile götürdü… Kayalıklarda mahrem yerlerimi elledi… Sonra da kendi oralarını elletti… Orama burama vurarak zorla yaptırıyor bunları… Çok iri yarı gücüm yetmiyor ona… Bir de yapay zekâya benim porno filmimi yaptırıp babama gönderecekmiş… Annecim babama yapay zekâ felan anlatamayız… Öldürür beni biliyorsun… Bir iki sene içinde gireceğim bir YKS deneyimi varken öleyim ister misin?”
Annemim gözleri daha da açıldı… Bir taraftan da şüpheci kısıveriyor bana bakarak gözlerini. Yalan söyleyip söylemediğimi anlamaya çalışıyor. Doğrusu annemin benim bu kadar da puşt olduğumdan şüphelenebileceğine ihtimal vermemiştim…
Artık elimde son kartım kaldı masaya koyacak. Hiç istemiyordum ve bir daha yapmayacağıma söz vermiştim ama… Mazlum mahsun zavallı çocuk sahne almalı… Ağlamaya başladım… Tabii anneme sarılarak…
“Ne yapmamı istiyorsun söyle başımın belâsı!”
“Annecim okuldaki durumları ben bir şekilde idare ederim. Gerekirse idareye de şikayet ederim. Ama sen bunun bir daha evimize girmesine ve beni alıp götürüp orda burda taciz etmesine izin verme yeter.”
Annem bir şey söylemeden iteleyip beni koynundan… Mutfağa geri döndü. Umarım çevireceği filmin senaryosunu yazmaya başlamıştır. Bu defa casting de ben yokum. Babam da olmamalı. Çünkü bu tür şeyler onun anlayacağı düzeyin üstünde.
Filmin, yönetmeni ve senaryo yazarı; annem… Oyuncular; 1. Ahlâksız şantajcı Fırat. 2. Geçici özel görevle Ahlâk Büro ya gönderilen Başkomiser annem… Hayırlar olsun… Filmin yine ödüllü bir başyapıt olacağına kefilim…
Heyecan içinde beklerken… Apartman kapısının zilini aşağıdan çaldı Fırat… Ben hemen kamerayı da alıp antreye koşturdum. Aşağı kapıyı açan düğmeye dokunup… Cep telefonumdan videoyu başlattım ve ayakkabılığın üstüne tam kapıyı açılayarak konuşlandırdım… Seti başrollere bırakıp odama çekildim hatta ne olur ne olmaz diye kapımı da kapadım.
Beş dakika bekledim… İçerden sesler geliyor. Ama ne konuşulduğunu anlamıyorum. Çekimler uzamış olabilir diyerek ihtiyaten bir beş dakika daha bekleyeyim dedim ama o ara sesler de kesilince çıktım.
Annemle babam gayet sakin salonda oturuyorlardı… Bir yandan televizyona bakıp bir yandan sohbet ederek… Babam biraz şaşkındı ama annem gayet neşeliydi. Baktım bana bulaşmıyorlar… Ben de neşelendim…
Antreden telefonumu alıp tekrar odama döndüm… Yatağıma uzandım. Meraktan ellerim titreyerek açtım videoyu… Video başladı… Annem kapıyı açıyor… Karşısında gülücükler saçan Fırat… Annemin elini öpmek üzere uzanıyor…
“Teyzeciğim nası…” Annem konuşmasına izin vermeden… Elinin avuç içini ona doğru göstererek işaret parmağını da iktidar göstereni bir fallus gibi kaldırarak… Bir nevi, sus yoksa yersin yarağı diyor… İşte Türk oyuncusu!!!
Fırat şaşkınlıkla, amcık ağzını büzüp daha da amcıklaştırarak anneme bakıyor. Annem kaldırdığı elini indiricekmiş gibi yapıp… Bir tür feyk atarak… Dev gibi Fırat’ın yüzüne doğru yüksek atlamacılar gibi sıçrayarak… Fırat’ın göt olmuş suratına Osmanlı tokatını çakıyor… İşte Türk polisi!!!
“Bana bak aslında seni ilk gördüğümde gözüm tutmamıştı hiç. Bundan sonra bu eve gelme sakın… Berk’in etrafında da dolanma. Dersleri var, testleri var, YKS’de de derecesi var… Senin gibi serserilerle işi olmaz… Defol git şimdi görmesin gözüm seni…”
Kapıyı suratına çarpıp kapatıyor. İşte Türk sineması!!!
Kameranın kadrajına babam giriyor sonra… “N’oldu hanım böyle” diyor şaşkınla… Annem kameraya gülümsüyor… “Yok bi şey bey… Sen maç özetlerine bak” diyor annem…
Gerektiğinde kocasının bağırıp çağırmalarına cevap bile vermeyip hep alttan alan… Ama gerektiğinde insiyatifi ele alıp… Ele güne dayılanan… Yavrusunu bir dişi aslan gibi esirgeyen anam benim… İşte Türk kadını!!!
Çektiği bir film sahnesiyle… Kutup ayısı, ahlâksız şantajcı, zorba, Suriye’li terör yuvalarının motor kuryesi… Piç Fırat’ı nasıl da gömdü tarihin tozlu sayfalarına… Bu arada nolur ne olmaz texting küfür yemeyelim diye Fırat’ı da engelledim…
Amınakoyum yakında telefonumda annemle babamdan başka engelsiz numara kalmayacak. Ama ama… Bir de engelsiz ve engellenemez Ersin var tabe… Yine ama ama o da inatla aramıyor işte beni…
Yatağımda neşeyle ve bir savaş kazanmış gibi gururla müzik dinlemeye başladım. Aklıma geldi de… Acaba Ahmet abinin bana verdiği 100 doları, üstün hizmet ödülü olarak başkomiser anneme mi versem? Nerden buldun bu kadar parayı, derse… Emniyet Genel Müdürlüğü’nden göndermişler, derim…
Bu arada tabe tatil bitip okula döndüğümüzde Fırat ne yapacak acaba? Diye de götüm büzüklenmiyor değil… O da bana bir üstün hizmet madalyası takmasın… Meselâ direk götüme… Ama anı yaşamak en iyisi… Gelecek gelince düşünülecek bir keyfiyettir… Ne lâf ettim lan!!!
¨¨¨¨
Pazartesi sabahı dinlenmiş bir zindelik, çocuksu bir neşe, kahraman bir edayla uyandım… Telefonuma baktım saat 11.31 am. Ne de anlamlı! Tatil olayını benliğim içselleştirmiş ve uzun saatler uyumuşum… Annem de bana bir güzellik yapıp uyandırmamış…
Genelde bu iyiliği yapmazdı bana eskiden… Mışıl mışıl uyurken ben, hayvan gibi uyandırırdı… Ama artık ben hayvan gibi ders çalışıyorum ya…O da beni görüyor ya… Uyurken de görünce kıyamıyor artık bana… Ana yüreği lan, boru mu bu?
Kalktım en mutluluk verici şey babam işe gitmiş evde değil… Annem de her halde çarşı pazar yapıyor… Eskiden olsa ben de porno eşliğinde kesin otuz bir yapardım bu erotik yalnızlığı bulunca…
Ama artık o iş çok çocukça geliyor bana… Elime aldığımda aklıma gelen hep Ersin’in siki oluyor. Onu istiyorum. Yani sikini değil Ersin’i istiyorum. Tabii sikini de istiyorum… Ayy yeto… Kafam uçucak yakında…
Çözümü ne? Ersin… Biraz dolanıp evde işlerimi gördüm az bir kayıntı yaptım… Sonracığıma planlama programlama yaptım… Giyindim ve bahçeye indim… Kasım soğuğu göt donduruyor. Converse giymekle hata ettiğimi anladım…
Siteden tam çıkıyordum ki… Aklıma geldi Fırat’ın buralarda dolanıyor olabileceği. Herif hem bana takık hem de Mert’e… Bir de teslimatçı motorlu kurye… Ne zaman nerden am sivilcesi gibi çıkacağı belli olmaz…
Sitenin bir de arka sokağa bakan yayaların pek kullanmadığı, garaj kapısı var. Çıkışı ordan yaptım. Metroya gittim dolana dolana… Özlemişim sokaklarda özgürce salınmayı… Ama hava çok soğuk ve üzerim de ince…
Giyinmeyi hâlâ öğrenemedim. Ama soyunmada iyiyim yani… Sanayiye en yakın durakta indim… Her suçlu suç mahalline geri döner… Ben de montumun içindeki kapüşonlumu geçirip başıma, yüzüme kadar da indirip… Ahmet abinin dükkânına doğru yürümeye başladım.
Tabii ki Ahmet abi için değil… Sermet abi için de değil… Ersinim için. Diğer ikisine görünmeden operasyon tamamlanmalı… Dükkânın önünden geçerken çaktırmadan kestim içeriyi…
Sermet abi bir arabanın altına girmiş iş üstündeydi. Diğer çırak, alet edevatın durduğu tezgahta bir şeyler yapıyordu… Fırsat bu fırsat dedim… Dükkâna doğru yaklaştım… Göz göze geldik!!!
Offf Ersinim lacivert iş tulumunu giymiş… Nasıl da yakışmış… Gerçi o çuval bile giyse hep bir numara… İçinde sadece kısa kollu beyaz tişört… Bu soğukta… Yaktı incecik kolları beni…
Ama ben bilirim… Moda’daki evde o incecik kolların nasıl çelik gibi sarıp beni… İflahımı kestiğini…
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.