Antalageldiğim üzere, okul, ev ve seks yaşam tipim epey evrildi. Bir nevi fotosentez yaparken nefes almaya başladım denebilir. Okulda nerdeyse kendi sınıf düzeyimde birinciyim. Eskiden okulun görünmez elemanıyken… Şimdi ise, öğretmenler etrafımda pır dönüyorlar.
Ancak, öğrencilerle ilişkilerimde, hâlâ kendime pek güvenemiyorum. Benimle arkadaş olmak isteyenler olsa da, ben kaçıyorum. Acaba, özellikle erkek olanlar bana veya ben onlara gevşerim ve işleri berbat ederim diye mi korkuyorum? Kuvvetle muhtemel bu olabilir neden…
Evde işler son zamanlarda hep olduğu gibi, biraz komplike. Babamın, tarihe kot pantolon vakası başlığı ile geçen hukuksuz saldırı girişiminden sonra, hâlâ benimle konuşmuyor. Benim ona küsmem gerekirken o bana tavır koyuyor. Dayak attı, üstelik hem elini hem ayağını kullanarak… Yine de hıncı geçmedi.
Annem notlarımdan dolayı benimle gurur duyuyor ama sanki o da adını koyamadığı bir şeylerden rahatsız gibi. Seks hayatımı biliyorsunuz zaten, işte yarak yiye yiye gelişip genişliyor diyelim. Yalnız, bu ara Ersin’in babası yüzünden ğır bir diyetteyim… Hayat bildiği gibi kendi yolunda akıyor işte…
Ancak, okuldaki yeni yerleşimsel gelişme, biraz sürpriz oldu bana. Yani, uzun zamandır yan yana oturduğumuz Emine’nin kalkıp, yanıma Fırat’ın oturması olayı… İlk gün birbirimize kaçamak bakışlarla geçti. Fiziken oldukça dev irisi birisi. Tahminen 180 boy, 90 kilo civarlarında vardır. Sokakta arkadan görsem 20 yaşını geçmiş filan derim. Ama suratı da tam tersine… Mavi gözleri, kıvırcığa yakın dalgalı sarı saçları, küçücük kırmızı dudakları… Yavru ağzı, bebek gibi bir şey.
Salı yani onun ikinci günü sabah geldiğimde, sırasında oturuyordu. Bir hoş başlangıç olsun aramızda diye*, “günaydın”* dedim gülümseyerek. Boş boş bakıp “sana da” dedi sadece. Hay götümün en kenarı. Müdür ilgilen dedi diye ilk adımı biz atalım dedik, herif bir de trip atıyo bana. Ben de Emine’yle olduğu gibi, birbirimizi yok sayacağımız bir sıra arkadaşlığı moduna geçtim. O konuşmadığı sürece konuşmam bir daha…
Ama nedense o bana kaçamak bakışlar atmaya, hem de arttırarak devam etti. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu amınakoyum… Bütün hafta da, böyle geçti. Çözemedim Fırat’ı ama bir sıkıntısı olduğu belli de, benle ilgisi ne? Neden bakıp duruyor, onu anlayamadım. Evde yaşam hep olduğu gibi; erken yatıp erken kalkarak, bol ders çalışarak, çok sıkıcı geçti…
Yine cuma bu gün… En heyecanlandığım gün yani. Ersin artık arasa da, düzse beni… Yarağının top gibi başı, içime girmeyeli yarın on beş gün olacak. Benim ufak toplarım da meni doldu, patlamak üzereler… Bütün gün elim telefonumdaydı ama mesaj gelmedi yine… Okul bitti…
Sıkıntıdan patlayaraktan okuldan çıktım, eve gitmek üzere. Tam okulun bahçesinden sokağa çıkmıştım yanımda Fırat bitti… Gıcık olduğum için, görmemiş gibi yapıp hızlandım ve yürümeye devam ettim. Bok gibi kaldı salak… Ondan uzaklaşınca, telefonum titreşti… Sevinçle baktım… Ama Ersin yazmıyordu ekranda:( Oha ne alakaysa, Servet abi arıyor. Açtım telefonu,
“Buyur Servet abi???”
“Selam güzelim, yolun karşısında siyah mercedes vandayım.”
Baktım, Ahmet abinin İzmit yolunda beni siktiği siyah araç park etmiş… Selektör yaptı… Ahmet abi de arabadaysa yarağı yedim demektir. Olumsuz anlamda yani!!! Aracın ön kapısı açıldı, korkarak yanaştım… Direksiyonda Servet abi, gülümseyerek bana bakıyor… Arkama baktım, biraz uzakta Fırat, merakla bana bakıyor. Allahım n’olur, aracın arkasında da Ahmet abi, yiyecekmiş gibi bana bakıyor olmasın…
“Gel otur hayırsız nerelerdesin, hiç aradığın sorduğun yok.” Yanına otururken, çaktırmadan arkaya baktım. Ohh çok şükür, arkada kimse yok.
“Servet abi, hayırdır n’oldu! Yani okul çıkışına niye geldin abi!!! Hem, burda okuduğumu nerden…” sözümü bitiremedim araya girdi…
“Dur Berk sakin!!! Kusura bakma ben ancak ilkokulu bitirebildiğim için, anlamam bu okul işlerinden. Düşünemedim, ayıp mı oldu buraya gelmem.” Uff ya nasıl anlatıcan bu adama şimdi ben…
“Abi ayıp olmadı da… Garip oldu işte… Böyle siyah lüks bir vanla okulun tam karşısına park ediyorsun, selektör yapıyorsun, yanına çağırıyorsun. Sınıf arkadaşım arkamdaydı, gördü arabaya bindiğimi. N’oluyor dese ne cevap vericem, anla işte!!!” korkudan biraz da titredi sesim bunları söylerken.
“Bir şey konuşmam gerek seninle, zamanın varsa sahile inelim mi?” dedi gayet sakin bir ses tonuyla.
“Abi o kadar zamanım yok. Evde işler biraz karışık da. Okuldan çıkar çıkmaz eve gitmem gerekiyor.”
Söylediklerim onu biraz düşündürdü, biraz da bozuldu sanırım… Arabayı çalıştırdı, gidiyoruz, da nereye? Okul tarafına baktım, Fırat hâlâ bıraktığım yerde arabaya doğru bakmaya devam ediyor. Sahile inmedi neyse ki, bizim eve doğru gitti Servet abi. E-5 e doğru giden, bir tarafı da koruluk olan, sote bir çıkmaz ara sokağa park etti. Bana döndü sakince bakıyor…
“Ersinle tanışmışsınız ha, sevindim. Nasıl aranız, anlaşabildiniz mi?” Bunu öğrenmek için mi getirdi beni buraya? Sikti mi seni diye de sormaz umarım.
“Daha bir kere buluşabildik abi. Babasıyla arası bozulmuş, görüşemedik bir daha” dedim kısık ve utangaç bir sesle.
“Biliyorum, annesinin evinde basılıyormuşsunuz az daha” dedi biraz da alaycı bir şekilde.
Ya da bana öyle geldi bilmiyorum. Basılıyormuşsunuz lâfına çok gıcık oldum. İyi anladık anlatmış her şeyi Ersin… Hani delikanlıydı bu çocuk. Hiç beklemezdim Ersin’den. Böylece beni ne olarak gördüğünü anlamış oldum. Nasıl siktiğini soktuğunu çaktığını inlettiğini filan, ayrıntılarıyla tasvir etmiştir umarım. Sonuçta Servet abi sayesinde tanıştık, ayrıntıları bilmek hakkı…
“Servet abi, bunları konuşmak için mi geldik buraya. Gerçekten eve gitmem gerek benim. Babamla aram biraz kötü. Eve geç kalırsam annem kızar, annem kızarsa babamdan dayak yerim. Bilmem anlatabildim mi?” Bu dafe kesin ve kararlı konuştum.
“Anladım Berk… Saçmaladım biraz biliyorum… Aslında bu konuşma benim fikrim değil… Yani sonuçta biliyorsun Ahmet abinin yanında çalışıyorum ben. O istedi seninle konuşmamı. Çok ısrar ettim, olmaz abi filan dedim ama… İşte sonuçta patron o. Özür dilerim.”
“Özür dilemene gerek yok abi. Anladım seni. Ne istiyor Ahmet abi benden?” Biliyorum tabi ne istediğini de… Söyleyeceklerini pek duymak istemediğim için… Zaman kazanmak için öylece konuştum işte.
“Ne istiyecek, adam kafayı takmış… Unutamıyor seni. Haftada bir veya ayda bir, neyse artık, senin kararına bırakıyor. Seni istiyor… Paraysa para her şey emrinde diyor. Nana alınma, onun söylediklerini iletiyorum ben. Eğer hiç ilişki yaşamamış olsaydınız… Söylemezdim bile bunları sana ama elçiye zeval olmaz diyelim. Yani, adam sen ne desen razı, yeter ki kabul et. Durum bu…”
Yani Servet abi diyor ki… Herife zaten götünü başını siktirmişsin. Paranı al, devam et bundan sonra da. Ne kaybedersin?… Üstelik kazanırsın. Patronum üzülmez, beni de üzmez.
Ahmet abi seans başına 100 dolar çakar bana… Servet abi de yaptığı pezevenklik için komisyon alır mı acaba? Yarak merakına, ne boklara bulaştık amını götünü sikiyim…
“Servet abi, benim parayla ne işim olucak, öğrenciyim daha. Param olsa nerde, neye harcıycam? Evden bile çıkamıyorum doğru dürüst. Bir kot aldım, feminen görünüyorum diye babam kotu götüme sokuyodu nerdeyse. Onun için n’olur bana yardımcı ol. Ahmet abiyi ikna et, bıraksın peşimi.”
Bu defa da yalvararak konuştum. Servet abi öyle yan taraftaki koruluğa doğru baktı, düşüncelere daldı… Sonunda bana baktı…
“Sen ne bok yedin be oğlum ya… Ahmet abiyi ikna etsek başkası çıkıcak. Bundan sonra çok dikkatli ol!!! Yoksa burnun boktan çıkmaz.”
Arabayı çalıştırıp beni her zamanki eve yakın yere bıraktı… Bir şey söylemeden de çekti gitti. Kime delikanlı desem fos çıkıyor. Geçen konuşmamızda bana, korkma kimse bir şey yapamaz, gibi şeyler söyleyip, abi olarak gönlümde taht kurmuştu. Şimdi gelmiş orospuluk yap diyor bana. Olmaz deyince de korkutuyor beni… Güvenebileceğim kimse yok yaşamımda…
¨¨¨
Bütün hafta sonu telefonu elimden hiç bırakmadım. Elimle bütünleşti alet ama Ersin ne aradı ne mesaj attı… Bir şekil yapıp hiç olmazsa beni arasaydı. Sesini duysaydım bari. O kadar güzel kızla, kim bilir neler yaşamıştır Almanya’da… Beni de sikti hevesini aldı. Artık belki de sikinde bile değilim onun…
Eskiden olduğu gibi çıkıp avare sokaklarda dolaşsam mı diyorum… Ama o da içimden gelmiyor hiç… Zaten şimdi annemden izin almak filân uğraşamam yani… Ben de eve daha doğrusu odama hapsettim kendimi. Yemek yemek ve tuvalet için odamdan çıktım sadece. Ders çalıştım ve biraz da bilgisayarda dizi izledim.
Sanırım Mahmut’la başlayan ve Ahmet abiyle devam eden, baş edemeyeceğim kadar yaşça benden büyüklerle yediğim haltlar nedeniyle, biraz da kendime ceza veriyordum… Gerçi yaşıtım olan Ersin’le düzüştüğümüz gün esas başım belâya girdi ama… Ona lâf söyletmiyorum hâlâ…
Bütün hafta sonu zombi gibi dolanmama pek alışamadılar… Annem ve babam bana korkuyla bakmaya başladı. Belki de kafayı sıyırdığımı düşünüyorlardır, bilemiyorum…
¨¨¨
Pazartesi sabah çok erken uyandığımdan, kahvaltı yapıp çıkıverdim sokağa. Güneş henüz doğmadığından soğuktan götüm donarak gittim okula. Daha okulun bahçe kapısı bile açılmamıştı. Güvenlik kulübesindeki abiden rica ettim açtı kapıyı. İstiklal marşını beklemeden ısınayım diye sınıfa çıktım.
Zaman geçsin kabilinden sosyal medyayı kurcaladım. Ve oha! oldum birden. Platonik aşkım Mert için açtığım ve erotik resimlerimi koyup bioya da okulumuzun ismini yazdığım insta hesabıma haftalar sonra Mert’ten dm gelmiş!!!
Heyecandan elim ayağım titremeye başladı. Biraz da korku var tabi… Ya tanıdıysa ya da tahmin ettiyse beni? İfşa ederse felan… Sevinsem mi korksam mı, bilemiyorum. Bekledim biraz… Sonunda baktım mesaja.
“Resimlerin güzelmiş… Bana özel mi açtın bu hesabı? Başka takipçin ve takip ettiğin kimse yok.” İyi, güzel bir mesaj.
“Evet, sadece senin için” yazdım hemen.
Sınıfta beklemeye başladım ne cevap yazacak diye ama yirmi dakika filan sonra, Fırat gelip yanıma oturdu. İşin bokunu çıkarıp, bu defa hayvan gibi telefonuma bakmaya başladığından telefonu cebime koymak zorunda kaldım. Bu sefer öküz gibi bana bakmaya devam edince, ben de elimi avuç içim yukarda ona doğru uzattım, ne iş anlamında… Pek etkilenmedi, belki de çakozlamadı öküz…
“Cuma günü arabasına bindiğin adam kimdi, niye gelmiş seni almaya!!!” dedi sorgu yapar gibi. Karşımda babam konuşuyormuş gibi hissettim ve bir anda sinir tepeme çıktı,
“Sanene yaa!!!” kontrol edemedim ve biraz yüksek ve cırtlak çıktı sesim.
Efelenelim derken sesim rezil etti beni iyicene… Kaş yapalım derken göz çıkardık. Öyle bir lâf vardı değil mi? Sınıftakiler bize doğru şaşkınlıkla baktılar… İkimiz de önümüze döndük… Fırat ayısı kıs kıs gülüyor sesimin iğrençliğine… Sınıfın ilgisi dağılınca, tekrar bana baktı.
Onun tarafındaki elim cebimde, telefonumu tutuyordum. Bileğimi eliyle kavradı ve mengene gibi sıkmaya başladı… Gözlerim yuvalarından fırlayacaktı nerdeyse acıdan. Çığlık atmamak için dudağımı ısırmaya başladım. Bütün vücudum kilitlendi kıpırdayamıyorum, o bırakmıyor hâlâ… Sonunda acıdan gözlerimden yaşlar dökülmeye başlayınca, kimse görmesin diye diğer kolumu sıraya koyup başımı üstüne kapadım.
Neyse ki o sırada öğretmen sınıfa girdi. Bıraktı bileğimi öküz hayvanı, ben de tişörtüme silip gözyaşlarımı kalktım ayağa hemen. Yerime geri otururken zor hareket ettirebildiğim kolumu kaldırıp baktım… Bileğimi nerdeyse koparacaktı, kıpkırmızı kan toplamış…
Eliyle değil de sanki kerpetenle sıktı bileğimi acımasız manyak… Kendimi tutmasam ağlamaya devam edeceğim. Bu defa sinirden ve ona bir şey yapamamış olmanın ezikliğinden…Bütün ders boyunca ona doğru bakmadım. O yine ara ara bana baktı durdu.
Teneffüs olunca kalktım hemen. “Otur!” dedi. Duymamazlığa gelip devam ediyordum ki kalkıp yine bileğimi tuttu. Hemen oturdum, yine sıktırmasın diye. Bıraktı bileğimi. Bu sıktırma eyleminin nedeni ne acaba? Sormaya da korkuyorum…
Sustum önüme bakarak bekliyorum. Ulan bu zamana kadar okul yaşamımda kimsenin dikkatini çekmeden silik biri olarak hayatta kalmayı başardım. Nerden ders çalışmaya başladım da müdürün bile dikkatini çekip… Bu ayıyı yanıma oturttum. Kendim ettim kendim buldum misali.
“Tuvalete gidecektim” bu defa kısık ağlamaklı bir sesle konuştum. Kendimi acındırmaktan başka çarem yok sanırım. Beni kendi dengi görmeyip, bırakır peşimi belki.
“Bir daha bana öyle ters bakarsan ve bir de sanane filân diye konuşursan kırarım o elini!!!”
“Tamam” dedim yine önüme bakmaya devam ederek.
“Şimdi siktir git tuvalete, çabuk geri dön!”
Biraz daha zaman geçse, korkudan ve sinirden mesanem patlayacaktı nerdeyse. Tuvalete koşturup, hemen şarıldayıp pisuvara, elimi yüzümü yıkadım, telefonuma baktım. My Korean love Mert mesaj yazmış sonunda.
“Aynı okuldayız değil mi?” Hemen cevap yazdım.
“Ne mutlu ki… Evet.” O da hemen yazdı.
“Okul çıkışı bahçe kapısının karşısında bekleyeceğim seni. Sen beni biliyorsun nasıl olsa. Gel yanıma tanışalım.” Ohh be sonunda, selvi boylum muhteşem yüzlümle tanışabileceğim.
Fıratı kızdırmamak için hemen sınıfa döndüm. Sırama oturdum. Bir an önce okul bitse diye bekliyorum. Diğer teneffüste, yine kalktım, dışarı çıkmak için. O yine bana “Otur” dedi. Ben de oturdum, n’apıyım?
Neyse ki diğer teneffüslerde telefonuyla uğraştı, bana bulaşmadı. Ben de uslu uslu oturdum, düşündüm. Kime aşığım? Mert’e mi? Ersin’e mi? Takımda iki şutör guard olunca ilk beş için karar vermek haliyle zor oluyor… Son zil çaldı ve ben sevinçle fırladım.
“Beraber yürüyelim okul çıkışı!” dedi Fırat.
Abi nasıl bir algoritma bu? Mert durdu durdu cevap vermek ve tanışmak için bu günü buldu. Kerpeten Fırat nerden girdi hayatımıza? Bir de benimle yürüyecek bu günü mü buldu. Onu kızdırmamam gerek. Çünkü fiziken ve ruhen başka bir seviyede. Konuşarak anlaşmamıza da imkân yok…
“Çok isterdim ama bir arkadaşımla buluşmak için sözleşmiştik. Yarın yürüsek olur mu Fırat?”
Götünü yalasaydım bir de kutup ayısı puştun… Bir şey demedi. İzin alabildik mi, bilmiyorum. Ben yürüyelim arkadaşlar diye düşünüp, yürümeye başladım bile. Ama ne hikmetse o da benimle birlikte yürüyor yanım sıra.
Okulun bahçe kapısından çıktım… Karşıda, omuzunda kocaman spor çantası ve üstünde eşofmanlarıyla ve selvi boyuyla ve güzeller güzeli suratıyla Mert bekliyor. Kimi? Beni tabii… Fırat’tan kurtulmak için, Mert’e doğru koştum. Mahalle baskısı olmasa ve utanmasam kucağına atlayacağım… Yanına gelince,
“Mert merhaba, ben Berk” dedim yavşakça bir ses tonuyla.
Ne yapayım çok heyecanlıyım, sesimi kontrol edemedim. Kesin suratım da kızarmıştır. Yanıyor çünkü. Bana gülümseyerek baktı,
“Memnun oldum.”
Bu kadar yakından sesini ilk defa duyuyorum. Büyüleyici bir tınısı var. Burdaki tını ne anlama geliyor bilmiyorum. Ama güzel oturdu. Elini uzattı ve beni öptü!!! Yanaklarımdan yani, ama olsun. Bu ilk izlenim olarak beni beğendi demektir. Kim bilir belki de ilk görüşte aşktır!!! Sorgucu Fırat yanımıza gelmeden kaçmamız gerek.
“Eve doğru yürüyelim mi?” dedim.
“Olur da, ne tarafta sizin ev?”
Bu arada Ersin’i ne çabuk sattım değil mi? N’apak, Mert ondan önceydi. Kendisi de hiç aramıyor bile beni. Bir de Mert de çok tatlı yani… Kim olsa bi tadına bakmak istemez mi? Uff neyse ya, bahane yaratmıyorum. Evet biraz orospuyum kabul ediyorum…
“Aynı sitede oturuyoruz Mert.”
“Seni görmemişim hiç sitede. Ama maçlara bizi seyretmeye geliyordun hatırladım, hep bench arkasında oturur desteklerdin bizi” dedi gülerek.
“Aslında, sadece seni seyretmek için geliyordum.”
O arada, bizim sitenin önüne geldik bile. Arkama baktım, sapık Fırat hâlâ peşimizde. Neyse, nasılsa siteye almaz güvenlikçiler. Biz Mert’le girdik. Hadi sonra görüşürüz filan demesin diye konuştum hemen.
“İşin yoksa bahçede oturalım mı biraz” dedim.
“Bizimkiler akşama gelir ev boş. Bize gidelim istersen.” Allahım, kör istedi bir göz Allah verdi bin göz. İstemez miyim… Sevinçten bayılmak üzere olduğumu ona belli etmemeye çalışarak konuştum.
“Eve uğrayıp anneme görünmem gerek. Ondan sonra uçarak gelirim, olur mu?” dedim. Telefon numaralarımızı paylaştık, bana site içi adresini mesajladı… Ve ben koşarak eve gittim.
Müjdeler olsun ki annem evde yokmuş. Hemen üstümdekileri çıkarıp banyoya girdim. Hızlıca yıkandım, koku moku krem, ne varsa süründüm orama burama. Babama en bariz küfürleri salladım, kotumu çöpe attığı için. En beğendiğim eşofman takımımı giydim onun yerine. Keşke Mahmut pezevenginin verdiği kız kilotlarını atmasaydım yaaa…
Anneme, buzdolabının üstüne “site içindeyim anneciğim, ararsan telefonum açık, emrindeyim” yazılı bir not bırakarak aşkıma koştum…
Kapılarını çaldığımda, bacaklarım titriyordu heyecandan. Keşke sevişse benimle diye de dualar etmeyi ihmal etmiyordum tabi… Mert kapıyı açtığında üstü çıplak altında da eşofmanı vardı. Ben o güzelim karnını ve memişlerini görünce kalpten gidecektim nerdeyse. Gözlerim vücuduna kilitli kaldım kapı ağzında. Anladı, gülmeye başladı… Ben de anladım ve içeri daldım.
Beni odasına götürdü. Montumu çıkarıp ona baktım. “Geç otur” deyip bana çalışma masası koltuğunu gösterdi.
“Ben de tam duşa giriyordum, biraz yalnız bıraksam seni olur mu?”
Ben kekeleyerek konuşabildim ancak “Tabi.” Duş alacağına göre… Yani sevişicez mi demek oluyor bu? Taktım sevişmeye… Odasına baktım, duvarlarda NBA oyuncularının resimleri var. Yatağı iki kişilik. Çalışma masasında da kocaman bir iMac var. Ailesi zengin anlaşılan. Gerçi bizim sitede daha çok orta halli aileler oturuyor ama istisnalar da var tabi.
Biraz sonra sadece beline bağladığı küçük bir havluyla geldi. Uzun ince bacakları, gözlerimi kamaştırdı… Yatağına oturup, iki elini arkasından yatağa koyup, kollarına yaslandı. Gülümseyerek bana bakıyor, ne yapacağımı şaşırdım.
“Seninle açık konuşucam, alınmaca yok tamam mı?” dedi.
Alınmaca yok, deyince… Ben anladım tabi, pek hoş şeyler söylemeyeceğini. Ama ne dese de, ben ona alınmam zaten. Yine de onun benimle kırıcı veya aşağılayıcı konuşmasını duymak istermiyorum. En azından hayallerimde… O benim aşkım olarak kalsın diye…
“Mert, sen söylemeden diyeceklerini, ben bir şeyler söyleyebilir miyim?”
“Tabi söyle” dedi ama biraz şaşırmıştı.
“Ben seni çok seviyorum ama bunu kendi içimde de yaşayabilirim. Sevgililik, arkadaşlık, ilişki mi? Neyse düşündüğün ben hepsine ve senin şartlarınla varım. O nedenle benimle bir şey konuşmana gerek yok… Sen ne dersen o… Olur mu?”
Sevindi söylediklerime, sırıtarak altındaki havluyu açtı… Vee perde… Tiyatro başladı… Pisuvarda çaktırmadan baktığım enfes siki yine aynı, inik şekilde. Uzanmış yatıyor sahnede. Oyunda esas oğlan belli oldu…
Ateş bastı, eşofmanımın üstünü ve tişörtümü de çıkardım… Biraz da vücudumu sergilemek istedim, belki gaza gelir benimle sevişir diye. Ama pek de öyle bir niyeti var gibi görünmüyor.
O yatakta kaykılmış kollarına yaslanmış bana bakarken… Önünde diz çöktüm… Güzel ve zarif sikine giden elim tir tir titriyordu… Bu defa sevinçten. Elime aldım yumuşacıktı ama elimi de dolduruyordu… Hemen o koca lokumun tümünü ağzıma doldurdum…
Daha şişmediği için, ağzımda yer kalmıştı… Tabiat boşluk kabul etmez! Küçük taşaklarını da ağzıma aldım aynı anda… Zevkle, “Ahhh!!!” diye tiz sesiyle inledi. Erkeğimi inletebildiğim için, orospuluğumla gurur duydum.
Birden sikine kan hücum etti ağzımın içinde kalkmaya başladı. Toplarını ağzımdan çıkardım. Sikinin iyice büyümesi için, dilimi sikinin kafasında çevirmeye başladım. Füze gibi dayandı başı boğazıma.
Yalaya yalaya yavaşça çıkarıp baktım eserime… Çok büyük değil standart 15’lik bir delikanlı. Çok kalın da değil ince de değil. Ortalama ama etkileyici güzellikte nazik bir sik… Boğazıma alabilirim diye düşündüm. Açlıktan kudurmuş gibi, yaladım, ağzıma soktum çıkardım… Taşaklarını, hatta taşaklarının altınıdaki kadifemsi alanı yaladım… Nerdeyse göt deliğini yalayacağım… O kadar pürüzsüz ve parlak ki her yeri…
Mert halinden çok memnun, sırt üstü yatağa yatmış keyifle… Sikebilsem onu, ona bile razı bir halde, inleyip duruyor… Sanırım ilk seksi olabilir… Artık zamanıdır deyip kapaklandım yarağının üstüne… Ne olursa olsun gerekirse kusarım… Boğazımdaki sikinin başını iyice bastırıdım içime… Hiç öğürtmeden giriverdi…
Bir iki kafamı kaldırım indirdim, sikti boğazımı epey… Başı iyice sıkışınca sıcak sıcak gelmeye başladı… Rahat boşalsın diye boğazımdan çıkardım. Serbest kalan hortumdan su fışkırır gibi, faşırdatmaya başladı ağzımın içine…
Ağzım doldu, ben yuttum… Devam etti yığmaya… Epey birikmiş, geldikçe geldi dölleri… Hepsini yuttum. Emip iyice içinde kalanları da boşalttım. Sonra kedi gibi yalaya yalaya yumuşamaya başlayan güzelliği sevdim…
Enfes bir tadı vardı erkek sütünün… Kıvamıyla beni sarhoş etti…
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.