Müzik Öğretmenim Suna – 1

İLiseye başladığımızın ilk gününde, bütün öğretmenler tek tek sınıfa geliyor, 15 dakika kendilerini tanıtıyor, öğrencilere kısa sorular soruyor ve sınıftan ayrılıyordu.

Suna öğretmen sınıfa girdiğinde bir sessizlik oldu. Parıldayan topuklu siyah ayakkabısının sesi bir anda herkesin dikkatini çekmişti. Kendinden son derece emin, sakin ve ağır adımlarla sınıfa giriş yapmıştı.

Çoğunluğu evli, bakımsız ve şişman kadın öğretmenlerin aksine topuklu ayakkabıyla çok zarif bir şekilde yürüyebilen bir kadındı.

İlçenin yerlisi de değildi, dışarıdan geldiği belli oluyordu bütün halinden ve tavırlarından.

Sınıfa ilk girdiğinde dikkatimi çeken şey bu olmuştu. Bacakları uzundu. Çorap giymemişti. Bacakları biraz nemli görünüyordu sıcaktan. Hafif terlemişti sanırım.

“Merhabalar çocuklar. Benim adım Suna. Bu yılki müzik derslerini birlikte işleyeceğiz” dedi.

Kulağında kareye yakın gümüş bir küpesi, kısa ve küt saç kesimi, dizinin hafif üstünde eteği, belini incecik gösteren ceketi, gözündeki rimeli, elmacık kemiği üzerindeki minicik beni ve ışıl ışıl dişleriyle çok güzel bir kadındı. Sanırım 35 yaşındaydı.

Kendisinden bahsetti biraz. “Aslen Ankaralıyım ama Samsun ve İstanbul’da büyüdüm. Bir
oğlum var.”

Evliyim dememişti. Sanırım boşanmıştı ya da eşi vefat etmiş de olabilirdi. Ellerimi çeneme dayamış, hayran hayran konuşmasını dinliyordum.

“Aranızda enstrüman çalmasını bilen var mı?” dediğinde elini kaldıran 3 kişiden birisiydim. “Az kişiymisiniz” diye hayıflandı tebessüm ederek. “Nota bilgisi olan var mı peki?” diye sordu, sadece ben elimi kaldırdım.

“Hadi bi’ ayağa kalk genç adam, bize kendini tanıt biraz” dedi. Çok heyecanlanmıştım. Kendimden bahsettim salakça cümlelerle.

Ben anlattıkça şebek hallerime tebessüm ediyordu dudağının kenarından.

Teşekkür etti, “bugünlük bu kadar, serbestsiniz” dedi, sınıf dağıldı. Ben de yanına gitmekten çekindiğim için diğer çocuklarla birlikte çıktım.

Suna öğretmenin derslerine hazırlanarak geliyordum. Verdiği notaları ezberliyor, ekstra bir şeyler öğrenmeye de çalışıyordum.

Yazılı sınavlarda benim sıramın yanında durur, omzuma dokunurdu bazen. Ona aşık olduğumu bilmiyor olma şansı yoktu. Bir bahaneyle öğretmenler odasına gider, illa birkaç dakika görürdüm kendisini.

Daima şık, bakımlıydı. Onu hayal ederken bile öylesine temiz hayaller kurardım ki. Çimlerde uzanırken dizine başımı yaslayıp saçlarımı okşadığını hayal ederdim uzun uzun.

İlk sene bitmek üzereydi. Veli toplantısında anneme “Oğlunuzu çok seviyorum, benim en sevdiğim öğrencim, sadece derslerimde başarılı olduğu için değil, hayal gücü de bende hayranlık uyandırıyor” gibi bir cümle kurmuştu. Hayatımda aldığım en iyi övgü buydu.

Yaz tatilinde babamın tayin haberi geldi, apart topar İstanbul’a taşındık. O dönem Instagram yoktu. Sonradan ismini aradığımda da bulamamıştım. Sonra ara ara aklıma gelse de, artık hayal meyal hatırlıyordum. Belki de o çocuksu hallerim de kalmamıştı.

Üzerinden 5 yıl geçmişti. Ben 24 yaşındaydım, üniversiteyi bitirmiş, öğrenci evinde boş beleş işlerle uğraşıyor, bir yandan iş arıyordum. O muhtemelen 43 yaşına basmak üzereydi. Bir gece evdeyken nedense bir anda aklıma geldi ismini aramak Instagram’da. Buldum benzer isimleri, tek tek fotoğrafına baktım. Bir tanesi çok benziyordu, ekledim. Öylece kaldı.

Yaklaşık 1 ay sonra bir bildirim geldi: “Suna arkadaşlık isteğinizi kabul etti”. Çok heyecanlanmıştım. Nasıl görünüyordu? Çok yaşlanmış mıydı? Beni tanıyacak mıydı?

Fotoğraflarına bakmaya doyamadım. Hepsinin ekran görüntüsünü tek tek alıp bilgisayarda büyüterek baktım. Vücudundaki bütün detayları, hangi elbiseleri sevdiğini, nerelerde fotoğraf çektiğini manyaklar gibi ezberlemek istercesine inceliyordum.

İçimdeki çocuksu sevgi artık hayvansı bir şehvet olarak uyanmıştı. Kendimi durduramıyordum.

Dayanamayıp “Suna Hocam merhabalar” diye başlayan uzun bir mesaj yazdım, kendimi tanıttım, okukda yaşadığımız anılardan komik bir dille bahsettim.

“Hatta hocam, bir keresinde sınıfta Cemal diye pis kokan bir çocuk vardı, o sizin için kötü sözler söylemişti. Bahçede bu yüzden kendisiyle kavga etmiştim. Kolumdaki izi halen durur. Size hayrandık” dedim.

Beni elbette hatırladığından, ne kadar çalışkan bir çocuk olduğumdan bahsetti. “Cemal ile olan kavganıza çok güldüm, onu hatırlamıyorum ama. Yara izin belli oluyor mu çok?” diye bir soru sordu.

Sanırım, her kadının içinde olan bir şey bu: Yeryüzündeki izlerini görmek.

“Evet hocam duruyor, zarif bir hatıra olarak” dedim. Yara izinin fotoğrafını çekip gönderecektim. Ancak bu kadar büyük bir şehvet ve arzu uyanmışken içimde, elime başka bir fırsat geçmeyebilirdi.

Elbise dolabına gittim, %100 pamuk, ince şortum vardı, onu giydim. Sadece yatacağım zamanlarda ve eve bir kız gelince gösteriş için giyiyordum çünkü bu şort hatlarını belli ediyordu ve kenarından biraz sıyırınca sikimin tamamı ortaya çıkıyordu. Üzerinden dokunması da zevkliydi kumaşından ötürü ve sikimi de baya büyük gösteriyordu.

Şortu giydikten sonra odaya geçtim, bilgisayar koltuğumu aynanın karşısına çektim, bacaklarımı iyice açtım ki fotoğrafta görünmesinler istedim. Telefonu kolumdaki yaraya doğru yanaştırdım ama arka planda bulanık şekilde boxer’ımın içinde artık iyiden iyiye kabarmış olan sikimin uç kısmını hafifçe dışarı çıkardım. Fotoğrafı nihayet çektim ve biraz düzelttim. Sikimin ucunun kabarıklığı sadece dikkatli bakınca görünebilir durumdaydı çünkü arka plandaydı ve bulanıktı.

Fotoğrafı gönderdim. Yaklaşık 15 dakika hiçbir mesaj gelmedi.

“Yaranın bu kadar büyümüş olacağını tahmin etmemiştim” diye bir mesaj yazdı. Sanki yarrağının bu kadar büyük olacağını tahmin edemezdim demek istiyordu. Böyle bir cümleyi başka anlama çekememiştim bir anda. Bunu öğrenmenin bir tek yolu vardı:

“Hepimizin hayatında yarıklar ve çizgiler var hocam” yazdım.

Hemen cevap yazdı: “Benim de sezaryen doğum izim var”. Fotoğraf atar mı diye içim içimi yiyordu. Elimi sikime değsem patlayabilirdim.

Bir süre bekledikten sonra bir mesaj daha geldi: bej bir pijama takımı vardı üzerinde. Pijamanın pantolon kısmını azıcık açıp sezaryen izinin fotoğrafını göndermişti. Fotoğraf karanlıkta flaşla çekilmişti. Muhtemelen çekindiği birileri vardı yanında. Koyu mavi dantelli külotu belli oluyordu fotoğrafta çok az da olsa. Fotoğrafın altında “evet, hepimizin yarıkları var” yazmıştı.

Heyecandan ter içinde kalmıştım. Suna öğretmen mesajı almış, karşılığını da vermişti.

Bir sonraki aşamaya nasıl geçecektik?

Hazır sikim doruk noktasına ulaşmışken nude fotoğraflar çektim lazım olur diye. Boşalmak üzereydim artık. Telefonu masaya koydum, yüzüm görünmeyecek şekilde kendi üzerime boşalma videosu çektim. Sol elimle taşşaklarımı aşağı doğru sündürüyor, sağ elimle sikimin ucuyla oynuyordum. Sonra sikimi iki elimle tuttum ve yukarı aşağı asıldım be sonunda öyle bir patladım ki, döllerim kendi çeneme gelmişti, göğsüm ve göbeğim bembeyaz sperm içinde kalmıştı.

Yorulmuştum. Biraz uzanmaya geçmeden önce bir mesaj daha yazdım: “Hangi şehirdesiniz Hocam?”

“6 aydır İstanbul’da yaşıyorum. Üsküdar’a taşındım. Hâlen eşyaları tam yerleştirme şansım olmadı. Bir de üstüne arkadaşım misafir geldi. Yarın sabah erkenden gidecek. Ben de evi toparlamaya başlayacağım” dedi.

“Dilerseniz yardım edebilirim Hocam, yarın için planım yok. Hem sonrasında bir kahve içer, okul günlerinden bahsederiz” dedim.

“Ya super olur, yakın birkaç arkadaşım var, hepsinin haftasonu planları varmış, yardıma gelemeyecekler” dedi, adresini verdi, “yarın görüşmek üzere, ben uyuyacağım, iyi geceler” dedi. “Güzel bir sabaha uyanırsınız umarım” dedim, mesajıma kalpli emoji gönderdi.

Suna öğretmen yalnız olmalıydı. Yeni ve kalabalık bir şehre taşınmanın ne demek olduğunu ben de tecrübe etmiştim. Sabahı iple çektim.

Sabah ilk iş duşa girip kendime çeki düzen verdim. Vücut bakımı yaptım. Yanıma, Suna’ya attığım fotoğraftaki beyaz şortu da aldım her ihtimale karşı. Saat 10:00 olmuştu. Yola koyuldum, vapurla karşıya geçtim. Suna hocanın apartmanı önüne geldim saat 10:30 gibi, zile bastım. Kapı açıldı.

Yıllar sonra karşımdaydı. Üzerinde parlak kumaştan turuncu kısacık bir sabahlık vardı, dekolte kısmı kapalıydı bir şey anlaşılmıyordu. Ayak uçlarımdan başımın tepesine kadar bir ateş yükseldi. Elinde kupa bir bardak vardı, kahve içiyordu, “hadi sana da kahve alalım” dedi, önümden yürüdü. Saçları biraz nemliydi hâlen. Yürüyüşü hiç değişmemişti. Biraz kilo almış ve kalçaları mükemmel olmuştu.

“Ya kusura bakma, geldiğimde kış ayıydı, klima almak aklıma gelmedi, şimdi ev yanıyor, mecburen böyle giyiniyorum” dedi. “Evet hocam, gerçekten sıcakmış eviniz. Benim yanımda şortum var, giyip geleyim hemen banyo neredeydi” dedim, banyoyu gösterdi “oralar da biraz dağınık kusura bakma” dedi.

Banyoya girdiğimde çamaşır makinesinde kirlilerin olduğunu gördüm. Koyu mavi dantelli külotu da makinedeydi. Ses çıkarmadan makinenin kapağını açtım, külotunu aldım ve amının denk geldiği yere baktım, ıslanmış ve kurumuştu. Hemen burnuma dayayıp derin bir nefes çektim içime. Deterjan, parfüm ve temiz am kokusu karışımı bir koku vardı üzerinde. Sikim kalkmıştı. Hemen pantolonumu ve boxer’ımı çıkardım şortumu giydim. Üstümde artık geniş bir tişört ve malum şort vardı sadece. Allah’tan tişört genişti ve önümü de kapatıyordu. Böylece ilk anda hemen farklı bir izlenim vermeyecektim.

Ancak koyu mavi dantelli külotu bir türlü bırakamıyordum. Pantolonumun cebine koydum. Karar vermiştim çalacaktım bedeli ne olursa olsun.

Banyodan çıktım, mutfağa geçtim. Suna’nın mutfağı dar olduğu için karşılıklı oturduğumuz sandalyeler birbirine çok yakındı, neredeyse dizlerimiz birbirine değecek durumdaydı.

Suna bir sigara yaktı. Bana da ikram etti ama ben kullanmadığımı söyledim. “O zaman dumandan rahatsız olursun, dur şu duman giderici pervaneyi çalıştırayım” dedi, ayağa kalktı, “normalde uzaktan kumandayla açılıyor ama pili bitmiş. Düğmesine basmam lazım, uzaktan çalışmıyor” dedi. Sandalyenin üstüne çıktı, koluyla uzandı ve düğmeye bastı.

Suna iç çamaşırı giymemişti. Hafif dışarı çıkmış dudaklarıyla etli ve şişkin bir amı vardı. Kıllarını almamıştı ama göt deliği tertemiz görünüyordu. Belli ki bakımsızlıktan değil tercih ettiğinden böyle yapmıştı.

Ayağa kalktım, “aman dikkatli olun hocam” dedim ve sandalyenin arkasında kendimi siper yaptım. Alttan ona baktığımı biliyordu. “beni tutar mısın, korkuttun beni biraz” dedi, bacaklarına baldırlarından sarıldım. Suna’nın amı bana 5-6 santim uzaktaydı. Burnumdan nefes alışımı bile hissedebilirdi. Sandalyeden inmeye yeltenmedi, 3-4 saniye ikimiz de hiçbir şey yapmadan o halde sessizce durduk. Suna hafifçe çömeldi sandalye üzerinde, amının alt kısmı dilimi uzatsam değecek kadar yanındaydı, göt deliği burnuma değmişti.

Kafamı sağa sola çevirip burnumla göt deliğini uyardım, dilimle amına dokundum ve bana “ayh ne yapıyorsun durur musun lütfen, offf yaaa” dedi.

Şok olmuştum. Beklenmedik bir şeydi bu.

(Birinci Bölümün Sonu)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir