Türkiyenin En Büyük Hikaye Platformu

admin@yetiskinhikayeleri.net

Üyeliğinizi tamamlamak için bize ulaşın!

Mira Abla, Kadınlar ve Ben -1-

Onunla geçirdiğim ilk aylarda Mira Abla ile doğru dürüst hiçbir ilişkimiz yoktu. Evine gittiğimde oturur, çizgi film izler. Kulağımın ucuyla bilgisayarda neler yaptığını dinlerdim. Linkin Park, Nirvana şarkıları dinler, birileriyle chatleşir, film ya da diziler izler, bol bol makyaj yapardı. Ara sıra bana uğrar, hazırladığı bir sandviçi verir, “İyi misin?” diye soruverirdi. “Getirmesem açım da demiyorsun bebek… açlıktan ölsen annen mahvedecek beni. Nasıl çocuksun sen?”

Omuzlarımı silkerdim her seferinde. Bir yerde böyle olmam onun hoşuna giderdi. Kendi evimde değil onun evinde çizgi film izleyip, hiç ses çıkarmayarak her hafta mis gibi para kazandırırdım ona. O da başımı okşar… “Aferin bebek!” der çekilirdi yine odasına.

Ben mutluydum. Onunla aynı evde olmak, kokusunu almak bile yetiyordu bana. Üzerine çok düşünmeden yaşayıp gidiyordum. Bu sürede Mira Abla ile az az yakınlaşmaya başladık. Çok küçük sohbetler, ara sıra beni yanındaki sandalyeye oturtup bana bilgisayarından bir şeyler izletmesi. Müzik videoları, magazin haberleri vs… okulunun, sınıfının Bursa’dan İstanbul’a taşınmadan önceki arkadaşlarının fotoğrafları bazen de arkadaşları ile chatleşmeleri falan.

Mira Ablamın da benim kadar yalnız olduğunu anlamaya başlıyordum o sıralar. Çok havalı, çok güçlü, çok etkili bir kızdı ama toplumda, sınıfında, kendisi gibi gençlerin arasında yer edinmeye çalışan bir genç kızdı aslında. Bu sırada küçük özgüvensizliklerini gördüm, küçük korkularını, küçük mutsuzluklarını. Böyle şeyleri okumakta hep çok iyiydim. Odasında artık içine sığmadığı için kenara katladığı ama kaldırmayı kendine yediremediği kıyafetleri, kısaltılmaktan kat yeri belli olmuş eteği, sırf o yıllar çok moda diye aldığı ama yenisini alamadığı için çok yıpranmış mor converse’leri ve külotlu çoraplarının dizili olduğu tekli koltuk…

Tabii bunlar birlikte geçirdiğimiz günün, bir saatiydi. Sıkılana kadardı. Sıkıldığı zaman, keskin bakışları geri gelir. “Hadi bebek!” diye salona pışpışlardı beni.

Günler böyle akıp durdu. Her hafta sonu ve tatil günü, Mira evde oldukça onun evindeydim. 1 Sene geçip gitti. Mira Abla’nın sayemde yeni Converse’leri oldu. Annem ara sıra, “Mira sana karşı iyi mi? Dürüst ol bana annecim…” diye sıkıştırırdı ama cevabım her seferinde aynıydı. “Mira Ablam mükemmel!” Annem de muhtemelen Leyla Teyze’ye olan antipatisinden bu cevaptan tatmin olmaz, ama liseli bir kıza, bir bakıcıya göre çok daha az para verme lüksünden de vazgeçemezdi.

O yıl ortaokula gittiğimden derselerim ciddileşmişti. Mira Ablamın evinde ders de çalışırdım artık. O tabii ki pek ilgilenmezdi derslerle ama zeki olduğundan mı bilmiyorum notları gayet ortalama üstü olurdu hep. Ara sıra, pembe diz boyu çorapları, ince taytı, Nirvana tişörtü ve omzuna gelen hafif yağlanmış saçlarıyla gelir, muah muah sesleriyle yanaklarımdan öpüverirdi beni. “Aferin çalışkan bebek! Notlarını iyi tut! Annen notların kötüleşti diye ayırıverir bizi bak!” diye tehdit ederdi beni. “Aşkımız nolucak öyle olursa?” diye dudaklarını büzer hafiften dalga geçerdi.

Aptal olmadığından ona olan çocuksu hayranlığımı ve aşkımı görür, bununla dalga geçer, işine geldiğince kullanırdı. Fakat elbette ben mutluydum bundan. Yanaklarıma kondurduğu sulu öpücükler beni iki günlük enerjiyle dolduruverirdi.

Mira Abla’nın o dönem chatlerinden ve fotoğraflarından bildiğim üç kişilik bir arkadaş grubu vardı. Ayşe isimli daha kibar ve sessiz, çalışkan bir kız ve Jülide isminde inanılmaz bir kaşar. Mira Abla, yanımda yazışmaktan pek çekinmediğinden, göz ucuyla okurdum mesajları. Ayşe bir öğretmen kızı, çalışkan, uslu fakat tatlıca bir kızdı. Jülide’nin ise babası savcıydı. Her mesajında bunun özgüvenini ver enerjisini görürdünüz. Bir de azgının tekiydi. Her ama her mesajında farklı bir erkeğin adı olurdu. Hoşlandığı, bundan hoşlanan, okuldan, üst sınıflardan hatta okulu bitirmiş kocaman adamlar… Mira Abla da mesajlarda onunla muhabbet eder, uyum sağlar, dedikodu yapardı. Fakat onun mesajlarında hiç erkek adı olmazdı. Onun gibi güzel bir kızda en çok buna şaşırırdım…

Mayıs ayındaydık. Okulun bitmesine pek bir şey kalmamıştı. Okuldan çıkmış eve yürüyordum tek başıma. Çantam sırtımda, üzerimde geniş bir hırka, okul kıyafetleri falan. Ara sokaklardan yürürken Mira Ablamın sesini duydum. Bir ok başı gibi kafam onu buldu. Bir marketin köşesinde ayakta dikiliyordu. Ayşe olduğunu anladığım bir kız, geniş lise kıyafetleri, hafif uzun eteği ve düzgünce bağlanmış kurdelesiyle sakince yanında duruyordu. Diğer yanda Jülide vardı. Turuncu saçları, beyaz teni, kısacık eteği, düğmeleri açık gömleği dağınık ve muhtemelen pahalı marka (okul yönetmeliğine kesinlikle aykırı olan) süveteri ile yakınıyor, Mira’nın ellerini tutmuş yakınıyordu.

“Ya lütfen Mira, bir çaresini bul!”

“Ne yapayım kızım allah allah?” diye gergince yanıtladı Mira Ablam.

“Jülide ya… bu kadar önemli mi? Alamadık deriz ne yapalım? Gidelim hadi.” diye usulca konuştu Ayşe.

Jülide, şeytan gibi bakıp korkuttu onu. Taş gibi kızdı. Her erkeğin ergenlik hayallerinin zirvesinde olacak bir tipti aslında. Süt rengi ten, uzun bacaklar, güzel, küçücük bir yüz. Fakat benim gözümde yanında durduğu Mira Ablamın çeyreği kadar kadın, çeyreği kadar çekici değildi.

“Ya ne yapayım kızım! Off!” diye yakındı Mira Abla. Jülide özellikle ona yalvarıyor gibiydi. Onun da eteği kısaydı. Beyaz gömleğin içine bir Slasher tişörtü giymiş, önünü açmıştı. Külotlu çorabı yırtık yırtıktı. Ayağında yeni aldığı pembe Converse ayakkabıları vardı. Bağcıklarını tam tur çevirmişti bileklerinden. Gergin ve öfkeli görünüyordu ama kırılgandı. Görür görmez anladım. Bu durum hemen bitsin istiyor. Üzerinden yük kalksın istiyordu. Üzerinde baskı vardı. Jülide tarafından yüklenmiş bir baskı. Fakat aslında ne kadar sert dursa da böyle baskılara dayanıksız bir kızdı o.

“Ya Miraaaa… sen bulursun yolunu ya! Söz verdim kızımmm. Emirhan’lar dalga geçer bizle. Sigara alıp gel dedi… Nasıl diyeyim bize satmadılar diye offf yaa!”

“Kızım denedim alamadım işte! Ne yapayım yani? Yaşın tutmuyor dedi vermedi.”

“Off bulalım bir yolunu lütfen… Emirhan’ın gözünde velet durumuna düşmek istemiyorum!”

“Jülide Aşkım başka yere sorsak?” diye korkarak yanıtladı Ayşe.

“Ya hayırrrr! Geç kalıcaz offf…”

Mira Ablamın yüzünde uzaktan bir buruşma gördüm. Net bir mutsuzluk ibaresi. Asla olmaz. Ben varken asla olmaması gereken bir şeydi bu. Ayaklarım programlanmış gibi markete döndü. Onlar kendi kavgalarıyla meşgul iken hızlıca giriverdim onlar hiç görmeden. Markette pek kimsecikler yoktu. Kasada yirmili yaşlarında genç bir kız tek başına hesap kitaba bakıyordu. Yanında kilitli ama kilidin üstünde anahtar bulunan cam bir sigara dolabı vardı. Üzerinde kocaman “18 Yaşının Altına Satılmaz” yazıyordu. “13 Yaşındakilere Özellikle Satılmaz” deseler de umrumda değildi o an. Marketi dolandım kısaca. Bakliyat bölümünde açık bakliyat kovaları vardı. Geçerken şangır şungur tekmeleyip devirdim ikisini. Her yere dağıldı nohut ve kuru fasulyeler.

Kasadaki kız reyonların ucundan gelen sese doğru kaldırmıştı başını. Yanına doğru yürürken, şaşkınca, “Bir şey mi oldu?” diye sordu bana. “Abla kedi girmiş markete arkada bir şeyleri devirdi.” diyince tereddütsüzce koşar adım gitti içeriye. Yarattığım karmaşayı görünce “Hiiiiihh” diye bir inilti koyverdi. Fakat o ilk an benden şüphelenmemişti. Bundan emindim. Kim benden şüphelenirdi ki? Çelimsiz, gözlüklü, iyi aile çocuğu, çalışkan Ferit…

O gider gitmez kasanın arkasına geçtim, dolabın kilidini açtım. Hangisini alacağımı bilemediğimden renk renk sigara paketlerinden doldurdum ceplerime. Sonra da hiçbir şey olmamış gibi çıktım marketten.

Jülide hala bir köşede yakınıyordu. Ayşe sıkıldığından olmalı duvarın kenarına oturmuştu. Mira Ablamın bana arkası dönüktü. Yanlarına yürüdüm sakin sakin. Tam diplerine gerince durdum. Jülide gergin, yargılayan bakışlarla, Ayşe ise sorgulayan bakışlarla beni izliyordu. Jülide öfkeyle, “Hişt, ufaklık uza sinirimi senden çıkartmayayım.” dedi. Umursamadım.

“Mira Abla?”

Tanrıçam, şaşkınca arkasını döndü. Gergin mimikleri yumuşadı biraz. “F-ferit? Ne işin var ablacım burda?”

Ellerimi ceplerime atıp iki avucumda sigara paketlerini uzattım. 4 adet çaldığımı tam o an fark ettim. Marlboro, Chesterfield ve hatta Tekel 2000, renk renk, birbiriyle alakasız 4 paket sigara.

Hepsinin gözleri büyüdü. Şaşkınlıkla birbirlerine bakmaya başladılar. Jülide elini atacaktı ki Mira durdurdu onu.

“Bunlar ne Ferit?”

“Sigara.”

“Nereden buldun?”

“Çaldım.”

Gözler daha da büyüdü. Ayşe şaşkınca açılan ağzını eliyle kapattı. Jülide, “Ay bu kim kız?” diye girdi araya.

“Dur bi!” diye susturdu onu. “Çaldım ne demek Ferit? Sıçtırma ağzına sigara mı çalıyorsun marketlerden?”

“Kendim için değil…”

“Neden çaldın?”

“Senin ihtiyacın yok mu?”

Bir sessizlik oldu. Jülide elini uzatıp kaptı sigaraları. “Evet ablacım var ihtiyacımız. Aferin sana!” diye kıkırdadı neşeyle.

“Jülide başlatma! Geri ver!” diye öfkeyle köpürdü Mira.

“Ay ne bağırıyorsun Mira ya! Ben mi çaldım bu velet çalmış. Hem kim bu?”

“Benim… komşum.” dedi tereddütle Mira Ablam. Baktığım çocuk demek istememişti herhalde. Fakir ya da ezik görünmek istemiyordu. “Ferit… napıyorsun sen ya of? Ne yapıcam şimdi ben!”

“Bir şey yapma.” dedim. “Gidin.”

“Neden çaldın?”

“İhtiyacın vardı. Hadi gidin.”

Arkamı dönüp yürümeye başladım. Eve gidiyordum. Üçü şaşkınlıkla beni izlese de Jülide neşeli çığlıklarla kollarına girip sürükledi kızları. “Allah gönderdi ya! Valla Allah gönderdi!” diye yükseldi çığlıkları aksi yönüme yürürken. Mira Ablamın şaşkın bakışlarını üzerimde hissetmeye devam etsem de bir süre sonra o da kaybolup gitti köşede.

Akşam eve gittim. Annemle yemek yiyip, televizyon izlerken babamı bekledik. Televizyonun önünde günlük ödevlerimi tamamladım. Annem meyve soydu. Sonra babam geldi. Yüzü kıpkırmızı, elleri yumruk halde girdi içeri. “Amına Koyduğum!” diyerek bir tane tekme attı sehpada ödevlerini yapan bana. Öğrenmesini bekliyordum. Sadece bu kadar çabuk değil. Daha önce pek dayak yememiştim. Fakat dayanılmayacak bir şey değil gibiydi. Ellerimi kafamın arasına alıp, yere kapaklandım. Babam tekmeler atar, ellerimi kafamdan ayırıp, savunmasız suratıma tokatlar yağdırırken, öylece öfkesinin geçmesini bekledim. Annem çığlıklar ve ağlamalar eşliğinde beni kurtamaya çalışıyor, babamın, “Hırsız mı oldun başıma ha! Amını siktiğimin piçi seni!” bağrışları apartmanı inletiyordu.

Eninde sonunda babam sakinleşti. O sırada yaklaşık on dakikadır annem tarafından banyoya kitlenmiştim. Gelip kapıyı açtılar. Karşılarına oturtup, sorular sordular. Babam hala öfkeli olsa da bir daha vurmadı. Neden yaptın dediler. “Merak etmiştim.” dedim. Neden bir sürü çaldın dediler. “Tatları farklı mı görmek istemiştim.” dedim.

Annem bunun neden yanlış olduğuna dair uzun diyaloglar kurdu. Babam, “Ben müdürüm. Bu ailenin bir itibarı var. Ya adam ol ya da seni sike sike adam ederim. Kız kılıklı!” diye kendince beni hizaya soktu. O gece bir şekilde geçti gitti. Sabah morluklarla, kırık bir gözlükle. Yanağımda beş parmak izi ve şişmiş bir göz ile uyandım. Her yerim ağrıyordu.

Annem elimi yüzümü yıkatıp beni kapıya çıkardı. Gözlüğümün kenarını elektrik bantıyla bantlamıştı. “Eve gelirken alıcam yenisini söz aşkım. Uslu dur bak! Dün yüreğimi ağzıma getirdiniz!” diye yakınırken açıldı karşı kapı. Leyla Teyze, topuklularını giydi. Mira Abla çekingence onun arkasında belirdi. Beni görünce gözleri irileşti. Eliyle hafifçe açılan ağzını kapadı.

Leyla Teyze merakla, “Ay noldu kız? Apartman inledi valla dün. Gelmek istedim ama başımda adam yok ne derim bilemedim. İyisiniz inşallah?”

“İyiyiz hayatım. Sorma başıma geleni…” diye bana dönüp kızgın bir bakış attı bana. Birlikte merdivenlerden inip, dünü çekiştirmeye başladılar. Ben de her zaman yaptığım gibi pijamalarımla karşı daireye geçtim. Mira Abla, kenara çekilip aldı beni içeri. Salondaki yer minderime geçip, artık ezberlediğim çizgi film kanalını açtım. Yerde bağdaş kurup oturmuştum. Mira Abla, mutfaktan bir bardak su ile gelip yanıma çöktü. Suyu kana kana içtim.

“Günaydın bebek…” dedi soluk bir sesle.

“Günaydın.”

“Baban mı yaptı bunları?” diyerek usulca yanağıma dokundu. Ani acıdan dolayı irkildim. Bu onun suçluluk ve korkuyla geri çekilmesine neden oldu.

“Evet.” dedim.

“Dünkü olay için mi?”

Başımı salladım.

“Annene söylememişsin… Gerçi ben sana çal demedim…”

“Evet, demedin.”

“Neden çaldın öyleyse?”

“İhtiyacın vardı. Yok muydu?”

“Vardı sanırım.” Gözleri dolmuştu. Kapıya doğru yürüdü.

“Böyle şeyler yapmaman lazım… yani bu üstün başın… off bebek ya!”

“Sorun değil.” dedim. Gerçekten değildi.

“Neden sorun olmuyor?” diye suçlulukla azarladı beni. Ama sesi hala yumuşaktı.

“Mutsuzdun,” dedim. “Seni mutlu edeceği için yaptım. Daha mutlu edecekse başka şeyler de yaparım. Mutsuz olmaman için ne yapmam gerekirse yaparım. Daha kötülerini bile yaparım.”

Sesim tereddütsüz çıkmıştı. Çünkü aklımdan geçen gerçek duyguları fısıldıyordum o an. Mira Ablam için yapardım. Düşünmeden, sorgulamadan. Bir tanrıça ve kulu gibi, bir anne ve çocuğu gibi, bir komutan ve askeri gibi. Benden çok o şaşırdı bu ses tonuna. Kapıda donup kaldı. Bir süre beni izledi. Boş su bardağını yanıma koyup, tv izlemeye döndüm.

“Gel buraya.” dedi bir anda. Elini uzatmıştı. Elinden tuttum. Birlikte odasına gittik. O an izlediği bir dizinin yeni bölümünü açtı internetten. Yanındaki sandalyeye oturttu beni. Bir eli saçlarımı okşarken yaralı kollarıma bant yapıştırmaya başladı. Odasının kapısını usulca kapattı. Cennetin onun teninden yükselen kokusu her yeri ele geçirdi.

O günden sonra bir daha hiç, salonda tek başıma çizgi film izlememe izin vermedi…

Bir yanıt yazın

İlgili Hikayeler