Karşı Apartmandaki Kapıcının Oğlu

Karşı apartmandaki kapıcının oğlu beni spor salonunun otopark kapısından kendimden on yaş genç bir adamla çıkarken görmüş. Aceleyle oğlanın jipine binerken, etrafıma tedirgin gözlerle bakıyormuşum. Doğru vallahi, ya birisi görürse diye tir tir titriyordum. Ancak arabasının kapısını çekip de camlardaki siyah filmin arkasına saklanınca biraz rahatladım. Oğlan bir rezidansın bilmemkaçıncı katında, bir stüdyo dairesinde yaşıyordu. Kapalı park yerinden doğrudan asansöre bindiğimiz için bir daha kimseyle karşılaşmadık. Asansörde yiyişmeye başlamıştık bile.

Bu dediği bir hafta önceydi. Genç adamla ilk kez karşılaşmamız ondan da önce. Spor salonunun girişinde kartımı basayım diye bana yol vermişti. Ne kadar naziksin, adın ne, hangi spora gidiyorsun, derken bir köşede durup konuşmaya başlamıştık. Başka şekilde de tanışamazdık zaten. Eşim, erkek-kadın karışık spor salonuna yazılmama ölse izin vermezdi. Ben de nispeten çok daha ufak tefek bir işletme olan bu haremlik-selamlık salona kayıt olmuştum. Yine de genç adamla aynı saatlerde spora gittiğimizden tekrar tekrar karşılaşıyor, her fırsatta da durup sohbet ediyorduk. Arman’la (adı buymuş) aramızda bir elektrik olduğu kesindi. Kapalı giyim kuşamıma aldırmayıp beni şöyle bir süzmüş, “kilo vermek için gelmediğiniz belli,” demişti. Flört mü ediyordu, nezaket mi? Nihayetinde boylu poslu, yakışıklı bir oğlandı. Ben de karşılık verince gittikçe dozu artan atışmalar, birbirimize takılmalar, anlamlı bakışmalar, git gide belli belirsiz temaslar derken bir gün beni istediğini fısıldayıvermişti.

Karşı apartmandaki kapıcının oğlu beni işte o gün görmüş: evine gidip sevişmek üzere Adnan’ın arabasına binerken… Şimdi düşünüyorum da, çok yazık! Tek bir kez sevişebildik Arman’la. Ama ne sevişmek! Yatağın durduğu yer boydan boya camdı, yirmiküsürüncü kattan şehir manzarası ayaklarımızın altında. Başörtüm çıkmış, siyah lüle lüle saçlarım yatağa yayılmış, tuniğim karnımda, pantolonumla külodum yerde, Arman ise kafasını kadınlığıma gömmüştü. Kah dili klitimi sarıp okşuyor kah dilini kadınlığıma kürek gibi daldırıp sularımı emiyordu. Kolları bacağımdan kalın, alttan tuniğimin içine girmiş, memelerimi kuvvetli elleriyle avuçlamış… Ah, şimdi bunu yazarken bile ne biçim oldum! Kısa süre içinde vücudum zevkle savruluyordu bile, öyle ki çıplak belimi sıkıca tutmuş, ıslaklığım ağzında, ben vücudumu sarsan bir orgazmla kıvranırken beni bırakmıyordu. Sonra tereddüt etmeden üzerime tırmanacaktı: Kendisini onu bekleyen kadınlığıma zorluk çekmeden daldırdığında, daha ilkinden tam ayılmamış olsam da, bu evden çıkmadan bir kez daha orgazm olacağımı biliyordum.

Karşı apartmandaki kapıcının oğlu, benim kapımın önünde, marketten ısmarladığım poşetler elinde (herhalde bizim kapıcının elinden almış), gözlerini gözlerime dikmiş kendinden emin görünmeye çalışarak benden bir cevap beklerken işte aklımdan bunlar geçiyordu. Ne diyeceğimi bilemedim. Sessizlik olunca ekledi: “Yani benim anladığım, benim gibi genç adamlardan hoşlanıyormuşsun Gözde Hanım. Doğru mu?” Ne cesaret!

Kapıcının oğlu diyorum ama gözünüzün önüne ufak tefek bir oğlan gelmesin. 19 mu 20 mi ne bu… Tüm yıl üniversiteye gidiyor da bir yazları babasına yardımcı olmak için buralarda oluyor. Akıllı da biri, gözleri pırıl pırıl, üstelik atletik de bir vücudu var. Yalnızca ben kaç kızla gördüm, üç mü? Ayda bir sevgili değiştiriyor olmalı. Yani? Yanisi şu: Böyle bir oğlan kapıma dikilince gururum okşanmıştı elbette. Süzdüm onu: Koyu sarı saçları uzunca, bir kısmı (ayna karşısında dikkatle planlanmış olduğu halde doğal görünen bir rahatlıkla) tel tel yüzüne düşüyordu. Üzerinde yakası açık lacivert gömleği temiz, yakaları bıçak gibi. Bakışlarım aşağı kayıyor: Dar kot pantolonu kuvvetli baldırlarını kavramış, apış arasını sımsıkı sarmış. Kimbilir nasıl bir sürpriz bekliyor orada beni. Ne yapabilirdim? Gidip orada burada kaçamaklarımı anlatmasına izin mi verecektim? Tabii ki içeri buyur ettim.

Kapıyı arkamdan kapatır kapatmaz dizlerimin üzerine çöktüm. Birisi gelmeden şu işi bitirivereyim, oğlanı yoluna göndereyim mi istiyordum, yoksa aklıma Arman’la geçirdiğim o öğleden sonra geldiğinden şehvetime hakim olamıyor muydum? O hızlıca kemerini çözerken ben pantolonunun düğmesini ve fermuarını açtım, tutup sertçe aşağı çektim. Dar kotun sıkıntısından kurtulan erkekliği külodunun içinde hareket ediyordu. Onu serbest bıraktım: Kalın ancak henüz tam sertleşmemiş erkekliği, burnuma doğru sallanıyordu. Elini başıma koydu, türbanımın üzerine. O zaman gözlerimi kaldırıp ona baktım. Heyecandan yanağının içini ısırarak o da bana bakıyordu. Bakışlarımı ondan ayırmadan ağzımı kocaman açıp acele etmeden erkekliğinin kafasını sardım. Gözleri faltaşı gibi açılmış ağzımın her bir hareketini izliyordu. Dudaklarım, hızla sertleşip dikelen sapının çevresinde kapanırken, süngersi kafası dilimin üzerinde yayıldı. Emdim. Zevkle nefes verdi. Başımın üzerindeki eli, kafamı belli belirsiz kavradı, kendini dikkatlice ağzıma doğru itti. Kalçaları inceden yaylanmaya başlayınca kendimi ona bıraktım. Kafasını dilimin üzerinde ağır ağır, ileri geri hareket ettirdi. Beni test ediyordu! Dilimin üzerindeki hissi, tadı, kokusu içimi gıcıklıyordu. İster istemez bir “mmh” deyiverdim, inler gibi. Bundan cesaret aldı, hareketleri derinleşti, hızlandı. Erkekliğinin yarısından fazlasını ağzıma daldırıp çıkarırken güzel bir ritm tutturdu. Her temasın zevkine vararak, aceleyle değil, şehvetle sikiyordu ağzımı. Belli ki bunu ilk kez yapmıyordu: Ağzımın içine kalın yarağını dikkatli bir hızla sokup çıkarıyor, arada dişlerimin dokunmasını engelleyemesem de bundan rahatsız olmuyor, dilimin üzerinde kendini kaydırmayı hiç bırakmıyordu. Öte yandan herhangi birinin değil, benim yüzümü sikmekten büyük bir zevk aldığı belliydi. Benden gözlerini ayırmıyordu; gözümü, ağzımı, tuniğimin altındaki göğüslerimi, bacaklarımı izliyordu.

Nihayet ağzımdan çıkıp nefes almama izin verdi.

Erkekliği bir taş gibi sert, salyamla ve sıvılarıyla sırılsıklamdı. Dudaklarıma sürdü, sonra yanağıma doğru kaydırdı, yapış yapış sıvıları yüzüme bulaştı, sonra öbür yanağıma, yuvarlak kafasının yüzüme her bir temasına dikkat ederek. Bu sevgi ve şehvet dolu ilgisi beni baştan çıkarıyordu. Dayanamadım, iki elimle tuttum onu, ve bir dondurmayı yalar gibi yaladım: altını, çevresini, sapını, arzuyla, heyecanla, inleyerek… Bu onu iyice çıldırtmıştı. Başımı tutmayı hiç bırakmamıştı. Yine kavradı kuvvetle ve kendisini tekrar dudaklarımın arasına iterek dilimin üzerine yerleşti. Bu kez hareketlerinde farklı bir kararlılık vardı. Kendini ağzımın içine doğru bastırdı. Karnı neredeyse burnuma değecek gibi yüzüme yaklaşırken erkekliğinin kalın sapı ağzımın içini tamamen doldurmuştu. Kafası damağıma yaslanarak ezildi ve boğazıma doğru kaydı. Midemin bulanmasına engel olamadım. Gözlerimin dolduğunu farkedince kendisini biraz geri çekti, fakat çok da beklemeden tekrar yüklendi. Kafası lök diye boğazımın girişini bulmuştu bu kez. Öğürecek gibi oldum. Çıktı. Bir an tereddüt etti, itiraz etmemi bekler gibi. Etmedim. Merak, heyecan ve heves ağır basıyordu. Aksine ağzımı açtım. Tek hamlede giriverdi, kafası bir kez daha boğazımı bulmuştu. Midem kalkarken “Ah, işte orası,” diye hırladı dişlerinin arasından. Bir an geri çekildi, kafamı sıkıca tutup bir kez daha… Ve bir kez daha… Sert kafasını boğazıma tekrar tekrar vururken ağzımdan LOK LOK LOK diye sesler çıkıyor, dudaklarımdan salyalar, gözlerimden yaşlar akıyordu. Kendini iyice kaybetmişti. O an henüz niye böyle yaptığını anlamamıştım ama tek isteği boğazıma girmekti ve bunun için de acımasızca, bastırabildiği kadar bastırıyordu.

Nefesleneyim diye ara verdiğimizde iki büklüm olmuştum. Yüzüm, çenem, hatta üstüm başım salyalarımla sırılsıklamdı. Gözüme azıcık rimel sürmüştüm, şimdi her yere akmış, gözyaşlarımı silmek için yüzüme sürdüğüm ellerimi kapkara yapmıştı. Kalın erkekliğini ağzında tutmaktan çenem zonkluyor, darbelerinden boynum ağrıyordu. Elimden tuttu, yerden kaldırdı. Gömleğinin koluyla yüzümü, gözümü sildi. Bir yandan durmadan iltifatlar ediyordu: Ne kadar muhteşemmişim, bu kadar şehvetli başka bir kadınla hiç tanışmamışmış, onu çıldırtıyormuşum… Orada ayakta öpüşmeye başladık. Dili ağzımdaydı. Elleri vücudumu geziyor, memelerimi avuçluyor, sıkıştırıyor, bacak aramı parmaklıyordu. Dizlerimin bağı çözülmüş, ayakta zor duruyordum. Tek yapabildiğim boynuna sarılmaktı, her yerime dokunması için vücudumu ona teslim etmiştim. Neden sonra yüzünü yüzümden uzaklaştırdı. “Boğazına girmek istiyorum,” dedi. Kalbim güm güm atıyordu.

Yatak odama gittik. Sırt üstü yatmamı ve başımı aşağı sarkıtmamı söyledi. Dediğini yaptım: Şimdi odaya baş aşağı bakıyordum. Erkekliği sıvılarımızla pırıl pırıl, dimdik, sepsert, yüzüme yaklaştı ve iyice açtığım ağzıma girdi, bu kez tersten. Az önceki vahşiliği kalmamıştı. Canımı yakmamak için dikkatle, ağır ağır itti kendini dudaklarımın arasında. Bu pozisyonda dişlerimin erkekliğine temas etmemesi imkansızdı ama buna aldırmıyor gibiydi. Gerçi bilemezdim, çünkü tek gördüğüm burnumun dibindeki taşaklarıydı! Nazik nazik ileri geri salınırken az sonra yapacakları için ağzımı alıştırıyor gibiydi. Derin derin nefes alıyor, daha önce hiç yapmadığım bir şeyi yapıyor olmanın endişesi ve heyecanını yatıştırmaya çalışıyordum. Doğrusu korku vericiydi. Anlaşmıştık anlaşmasına: Bir sorun olursa elimi hızla bacağıma vuracaktım o da hemen çıkacaktı. Fakat bu karşı apartmandaki kapıcının oğluydu. Arada bir merhabalaşmamız dışında tanımadığım bir genç adam… Ah ben ne bok yemiştim. Kalbim ağzımdaydı. Pişman olmuştum bile!

Derken kafasını boğazımda buldum. Midem kalkınca karnım kasılıyordu, burnumdan nefes alarak bunu kontrol altına almaya çalışıyordum. İkinci kez yasladı. Bastırdı. Yüzüm ağırlığı altında eziliyordu. Yutkundum… Ve koca yarağının açılan boğazımdan içeri girdiğini hissettim: Kalın, sert erkekliği boğazımın çeperlerini esneterek içini bir dolma gibi doldurmuştu. Dışarıdan bakıldığında şekli görünebiliyor olmalıydı: Öyle kalındı! Girebildiği kadar da girmişti: Taşakları burnuma, kıllı karnı çeneme yaslanmıştı. Başarmanın zevkiyle olsa gerek, aaah diye inlediğini duydum oğlanın. Nefessiz kaldıysam da paniklememeye çalışıyordum. Ha çıktı ha çıkacak… derken boğazımın içinde yalnızca azıcık yaylanabildi, daha fazla dayanamadı! Boğazımın içinde erkekliğinin sertçe kasıldığını hissettim. Yarısı boğazımda olduğu halde fışkırmaya başladı: Her bir hareketini hissedebiliyordum. Oğlan bağırır gibi inlerken erkekliği kalp gibi atıyor, her kasılmayla spermleri doğrudan mideme akıyordu.

İşte o zaman panikledim…

Karşı apartmandaki kapıcının oğluna yüzümü işte böyle siktirdim. Her şey bittiğinde yatağımda yığılıp kalmıştım. Kısa bir süre sarılıp yattık. Öptü, okşadı, teşekkür etti. Sesimi çıkarmadım. Sikilmekten tahriş olmuş boğazım öyle zonkluyordu ki eşim eve geldiğinde ses çıkaramamaktan endişeleniyordum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir