Doktor Nilüfer’in Cep Telefonu

Nilüfer ile tanışmamız ilk çalıştığım hastanede olmuştu. Ben hastanenin Bilişim Teknolojileri ve Sistemleri biriminde yüklenici olarak çalışıyordum, o Nükleer Tıp Merkezi müdürüydü. Doçentliğini yeni almıştı. 48 yaşındaydı öğrendiğim kadarıyla. Hiç evlenmemişti, bir sevgilisi de yoktu hemşireler arasında dönen dedikodulara bakılırsa.

1.65 boylarında, 50 kg civarında, çıtır görünümlü ve biraz zayıf, buğday tenli, kalçaları küçük, beli inceydi. Hoş sayılabilir bir yüzü vardı ama bunun dışında pek de çekici bir kadın değildi uzaktan bakınca. Özellikle giyim kuşam konusunda çok şıktı ama giyiminin de çekici denilecek bir tarafı yoktu. Belki de doçent olmanın, tıp öğrencisi yetiştirme ciddiyetinin bir parçasıydı bu tarz.

Hemşireler dedikodu yapmayı seviyorlardı hastanede. Hemen her bilgiye sahiptiler. Biz Bilişim Sistemleri ekibinin bu tip şeylerden haberi dahi olmuyordu ilk zamanlar. Sonradan, hemşireler telefonlarında bir şey olsa bizim odaya geliyorlar, kişisel bilgisayarlarında bir şey olsa bizim kapımızı çalıyorlardı.

Gel zaman git zaman hemşirelerle samimi olmaya başladık. İçlerinde özellikle Betül hemşire son derece fettan bir kadındı. Benim diyen erkek karşısında mum olabilirdi. Ve en çok bilgiye de o sahipti.

Odaya gelir gelmez hemen yanıma oturur “Duydun mu Cerrahi’ye yeni gelen yardımcı doçent ile hemşire Seda’nın ilişkisi varmış, ay dün bir bugün iki, ne hızlı çıktılar” diye başlardı kaynatmaya.

Betül hemşire ile öyle samimi olduk ki, akşam bira içmeye de gidiyorduk, maç izlemeye de. Aramızda konuşulamaz konu kalmamıştı bir süre sonra.

Artık diğer hemşirelerin doktorlarla yaşadıkları ve birbirlerine anlattıkları detayları da benimle paylaşıyordu. Bazen içten içe bu kadar detay gerekli mi diye düşündüğüm olmuştu ama yine de bir şekilde hoşuma gidiyordu dinlemek.

Bir gün odada yalnız olduğum vakit elinde Türk kahvesi bardağıyla geldi Betül hemşire, hal hatır sorduktan sonra: “Hemşire Seda vardı ya şu yeni gelen yardımcı doçent takılan, hah işte onlar çok büyük kavga etmişler. Adam hep arkadan yapmak istiyormuş, kız dayanamamış artık, damarlarında çatlaklar oluşmuş. Bunu da baş hemşireye anlatmış, ondan duydum. Adamın acayip acayip fantezileri varmış.”

Bir yandan kahkahalara boğulup bir yandan da merak etmiyor değildim. Çünkü odamdan çıkmayı sevmiyordum, hastanelerden nefret ediyordum. Neyse ki buradaki yüklenici görevimiz geçiciydi. 6 ay sonra başka bir göreve gidecektim.

Sonraki hafta Betül hemşire tekrar daldı odama ve “Nilüfer Hoca Bilişim Sistemleri’nde kim varsa gelsin diyor” dedi. Tamamdır dedim. Yanıma telefonumu aldım, giriş kartımı boynuma astım, ilk defa göreceğim Nilüfer hocanın odasına yürüdük birlikte.

Kapısını tıkladım, “buyrun gelin” dedi. Kendimi tanıttım, “bizim ekipten birisini istemişsiniz hocam” dedim, “gel gel otur ayakta kalma” dedi. “Biliyorum çok vaktin yok, çok yoğunsun ama senden özel bir ricam olacak. Cep telefonum şarjdayken kapandı, bir türlü açılmıyor. Bakma şansın olur mu?” diye devam etti.

“Hocam basit bir sorun da olabilir, hastanede çözemeyeceğim bir sorun da olabilir, o zaman evde çözmem gerekir. Sizin için de uygunsa alıp bir bakayım. İçinde önemli bir dosyanız var mı?” dedim. “Yok yok, sıfırlamıştım bir hafta önce, hiç bir şey yok içinde” dedi. “Tamamdır hocam, telefonu ve şarj aletini alayım sizden, bakayım, duruma göre sizi bilgilendireceğim” dedim, odadan ayrıldım, kendi ofisime geçtim, işlerimle ilgilendim. Nilüfer’in telefonu tamamen unutmuşum. Akşam çıkarken gözüme takıldı, yanıma aldım.

Eve gelir gelmez masama oturdum ve telefonu kontrol etmeye başladım. Ufak bir temassızlık yüzünden olmuştu arıza. Hemen çözdüm. Ancak o an içime bir fikir düştü: telefondaki verileri kurtarsam içinde neler vardır acaba?

Telefonu diğer bilgisayarıma bağlayıp silinmiş verileri kurtarma işlemi başlattım, adına derin kurtarma diyoruz, telefonun hafızasının yansısını almak için yapılan bir işlemdir ve çok pahalıdır başarı oranı yüksek olduğu için.

Bu işlem 5 saat kadar sürecekti. Telefonu öylece bıraktım. Duş aldım, yemek yedim, televizyona bakarken sızıp kalmışım. Uyandığımda güneş doğmak üzereydi.

Su içmeye kalktım ve telefonun silinmiş verilerinin kurtarıldığını gördüm bilgisayar ekranından.

Nilüfer hocanın telefonundaki verilerin kurtarıldığını girince büyük bir merakla hemen bilgisayar başına geçtim. Dosyalar karmakarışık haldeydi, bazıları bozuktu. İlk önce fotoğrafları görmek istedim. Uygulamadan, “sadece fotoğrafları göster” seçeneğine tıkladım.

Binlerce fotoğraf, yüzlerce video bilgisayar ekranımdaydı. Nilüfer belli ki bambaşka bir hayat yaşıyordu…

Bu yaptığım yasal değildi elbette. Etik de değildi ama bir erkek olarak içimdeki merakı dizginlemem mümkün değildi.

Galerideki bütün fotoğrafları inceledim. Gördüklerim karşısında dumura uğradım. Bütün fotoğraflarında ve videolarında yüzünde maske vardı tanınmamak için. Kendisini yakından tanımayan veya görmeyen birisinin bu fotoğraftaki kişi Nilüfer demesi imkansızdı.

Vücudu muazzamdı. Esmer şekeriydi. Meme uçları hafif kahverengi, amı söğüt yaprağı gibiydi inceydi, göt deliğine hayran olmamak elde değildi, o da kahverengiydi ve ten rengine muhteşem bir uyumu vardı. Yaşına rağmen vücudu çok diri ve bakımlıydı. Pilates salonunda çektiği fotoğraflardan anlaşıldığı kadarıyla spor da yapıyordu.

Nilüfer fotoğraf ve video biriktirmeyi seviyordu. Videolardan bazılarında aygır gibi kaslı ve büyük sikli adamlara göt deliğini yalatıyor, kimisinin kucağında zıplıyor, kimisinin spermlerini yutuyor, klozette otururken çiş yaptığı videoyu bile kayda almıştı, her şeyi kaydetmişti. Fantezi günlüğü gibiydi galerisi.

Her şeyin farkında ve bilincindeydi ancak kimliğini gizlemek için de her şeyi yapıyordu.

Telefondaki verilerin büyük kısmı artık benim bilgisayarımdaydı, word dosyaları, fotoğraflar, videolar.

Fotoğraflardan birisinde bir ekran görüntüsüne bakarken, Nilüfer’in kullandığı sahte mail hesabını öğrendim.

Ben de Nilüfer’in bu gizli ve renkli hayatına dahil olmak istiyordum artık. İçimde çok büyük bir iştah doğmuştu Nilüfer’e karşı. Bilgisayar başında boxer’ımı çıkardım, sikimle oynamaya başladım. 4-5 dakika sürmeden boşalmıştım, Nilüfer aklımı başımdan almıştı bile.

İlk iş olarak mail atacaktım kendi sahte hesabımdan. Ama bunu hemen yapamazdım. Anlaşılabilirdi.

İşe gittiğim gibi Nilüfer’in odasına geçtim, telefonu ve şarj aletini teslim ettim. “Sorun neymiş?” diye sordu, “temassızlık varmış hocam, 5 dakikada hallettim” dedim, soğuk bir şekilde “sağol” dedi, başka bir şey demedi, izin isteyip odadan çıktım.

Makam koltuğunda otururken Nilüfer’i külotlu çorapla, memeleri sutyeninin dışına çıkmış şekilde hayal ettim. Artık Nilüfer dışında bir şey arzuylayamaz duruma gelmiştim.

Aradan bir hafta geçtikten sonra gece saat 21:30 civarında ilk mailimi attım kendi sahte hesabımdan. Oracıkta bir dize karaladım sadece, başka bir şey yazmadım:

Suyun üstünde hep,
Kahverengi tomurcuklarıyla,
Tutkuya anlam veren,
Derin kökleriyle.

Nilüfer ismine atıfta bulunuyordum bu dörtlükle, nilüfer çiçekleri su üstünde durur, kökleri derinlere iner.

Tutku, Nilüfer’in cinselliğini ve kahverengi tomurcuklar meme uçlarının rengini temsil ediyordu. Bunu anlayabilecek miydi? Neden böyle bir şey yaptığımı ben de bilmiyordum.

Nilüfer cevap yazdı birkaç dakika sonra, bir şiirle:

Gökyüzünü bekler,
Keskin bakışlar,
Zirvede huzur.

Mesajı almıştı. Sen kimsin filan diye sorsa zaten hiçbir anlamı kalmazdı benim için. Tekrar bir dize kaleme aldım:

Tatlı bir dokunuş,
Besleyici sığınak,
Sevgiyle dolar,
Toprağın en güzel renginden.

Nilüfer’in memelerine hayran kaldığımı anlatmaya çalışıyordum yukarıdaki dizelerle. Normalde koyu renkli am ve meme ucu bana cazip gelmezdi ama Nilüfer’e çok yakışıyorlardı doğrusu. Hafif aromatik bir hava katıyordu bedenine.

Telefonun başında olduğu belliydi. Bir şey yazmadan, sadece bir fotoğraf attı, buzdolabı önünde, memeleri dışarıdaydı, selfi çekip atmıştı. Yüzü görünmüyordu. Hiçbir şey belli değildi.

Çok zeki bir kadın ile konuştuğumu anladım o anda. Attığı foto zaten hazır olan beni azdırmaya yetti, sikim iyiden iyiye kalkmıştı.
Sonra hemen bir mail daha geldi, Nilüfer yine bir dize kaleme almıştı:

Zamana galip gelir,
Ve İçinde saklar,
Hayatın gücünü.

Sikimi görmek istiyordu. Anlamıştım. Hayatın gücünü içinde saklar, zamana galip gelir filan demekle bunu kast ediyor olmalıydı. Başka ne olabilirdi ki?

Parlak görünsün diye vazelin sürdüm. Sikimi en kabarık haliyle görmesini istiyordum. Fotoğrafı düzgün bir açıdan çektim ve mail attım.

Yüzü hafif kızarmış bi’ emoji gönderdi. Mesajlaşmamız o gece orada kaldı.

Ertesi gün bir yolunu bulup Nilüfer’in yanına gitmek istiyordum, içim içimi yiyordu ve feci şekilde azmıştım.

Tam o sırada Betül hemşire odaya geldi, her zamanki gibi elinde kahvesiyle. Halimi hatırımı sordu ve sonra “ya omzum tutulmuş, küreklerim ağrıyor, azcık masaj yapsana bana yaaa, hadi hadi ama nooolur” diye sevimlilikler yaptı. “Tamam tamam otur şuraya” diye sandalyeyi gösterdim.

Omuzlarına dokunur dokunmaz “Ah yavaş” diye incinmiş bir sesle söylendi. “Pardon yaaa kusura bakma, tamam daha yavaş yaparım” dedim. Omuzlarına yavaş yavaş masaj yaptım.

Betül oturur halde, ben ayakta ve arkasında olduğum için, beyaz forması üzerinden göğüs çatalını görebiliyordum. İlk defa bu kadar detaylı bakmıştım ve aslında baya hoşuma gitmişti ne yalan söyleyeyim.

Zaten Nilüfer’i arzulamaktan azgın halde olduğum için sikim birazcık hareketlendi, eğilip bakınca gördüm ki pantolonundan görünür duruma gelmiş.

Sol elimle masaja devam ederken, sağ elimi pantolonumun içine attım ve sikimin yönünü değiştirdim görünmesin diye. Betül beni görmüyordu arkasında olduğum için. En azından ben öyle düşünüyordum. Oysa masanın üzerindeki ekrandan yansıyormuş görüntüm. Betül kahkahayı bastı “ay ya siz erkekler hep aynısınız ahahah. Tamam tamam bırak yapma masaj filan” dedi, gülerek sandalyeden kalktı, pantolonumun fermuar kısmına bi’ bakış attı, gözümün içine baktı ve “bugün el sıkışmayız artık” diyerek odadan ayrıldı. Çok utanmıştım.

Betül hiçbir zaman böyle bir sinyal vermemişti bana. Belki de onu bir an arzulamış olmam ve vücudumun hemen tepki vermesi hoşuna gitmişti.

Öğlen yemeği vakti kafeteryaya geçtim. Betül ortalarda yoktu. Yakın olduğu için biz de doktorların yemek yediği kafeteryadan yemek alıyorduk. Yemek sırasındayken Nilüfer’i gördüm, nedense yalnız başına yemek yiyordu. Tabldotuma hızlıca bir şeyler koyup Nilüfer’in karşısına geçtim ve “Hocam afiyet olsun, oturabilir miyim?” dedim. Etrafına baktı, epey boş yer vardı aslında benim oturabileceğim. Canı sıkılmış gibiydi biraz. “Elbette” dedi.

Nilüfer hoca sessizce yemeğini yiyordu. “Nasıl geçiyor bakalım, memnun musun?” diye sordu. “İyidir hocam, çalışıyoruz işte, yoğun” filan gibi saçma sapan şeyler söyledim. Kale kapısı gibi bir kadındı. Hiçbir şekilde dialog kuramıyordum. Söze nereden başlayacağımı bilemiyordum. Açılmam lazımdı. “Yaşam senin için ne ifade ediyor” diye bir soru sordu. Birkaç saniye düşündüm ve işte aradığım fırsat gelmişti: Nilüfer’in dün bana yazdığı dizeye atıfta bulunacaktım. “Hayatın gücü zamana galip gelecektir gün sonunda” gibi saçma bir cümle kurdum. Onun dizesine atıfta bulunduğumu anlamıştı. Büyük bir öfkeyle yerinden kalktı, gözlerinden ateş çıkıyor gibiydi. Belki de ifşa olmaktan korkuyordu. Bugüne kadar kendisini çok iyi saklamıştı.

Odama döndüm yemekten sonra. Tüm günüm zehir olmuştu.

Eve döndüm akşam 17:30 gibi, birkaç bira içtim ve sızıp kalmışım. Gece 9 sularında telefona gelen bildirim sesiyle uyandım. Nilüfer’den mail gelmişti. Mailde bir adres ve talimatlar vardı:

-Duş al.
-Yola çık.
-Apartmanın giriş şifresi: 1298
-9. Kat, 26 numara.
-Anahtar paspasın altında.
-Kumaş pantolon giymelisin.
-İç çamaşırın olmayacak.
-Parfüm sürmeyeceksin.
-Koltuk altına deodorant sıkmayacaksın.
-Gelince zili çalmayacaksın.
-Geldiğinde kapıdaki tokmağı aralıklarla 5 kere vuracaksın.
-Geldiğini anladığımda müziğin sesini açacağım ve mutfakta olacağım.
-Sessizce mutfağa geleceksin
-Bana arkamdan sarılıp, beni ikna etmeye çalışacaksın.

Hayatımda ilk defa duyduğum şeylerdi bunlar. Hiç yaşamamıştım. Nilüfer’in fantezi dünyasının yanında benim dünyam çöl gibiydi.

Duş aldım, Nilüfer’in bütün talimatlarını yerine getirdim hızlıca. Kapının önüne gelmiştim. Kalbim duracak gibiydi. Kapıyı çaldım. İçeriden müzik sesi gelmeye başlamıştı. Paspasın altından anahtarı alıp içeri usulca girdim.

Mutfaktaydı. Bir şeylerle uğraşıyordu. Üzerinde pijama vardı parlak siyah ve atlas bir kumaştan yapılma.

Hemen arkasına geçtim. Nilüfer yaklaşık 50 kilo ben 95 kiloydum. Onun boyu 1.65 benimki 1.89’du. Aramızda inanılmaz bir fark vardı.

Artık elimden gelen her şeyi yapacaktım ikna etmek için.

Beline sarıldım, boynunu öptüm, saçlarını kokladım. Kalp atışlarını hissediyordum
Onda da yüksek bir heyecan ve bilinmezlik hakimdi. Telefonundan gördüğüm fotoğraflara bakılırsa, gelmeyeceği bir yol da yoktu.

Yavaşça pijamasını indirdim. Sikimi pantolonumdan çıkarıp bacaklarının arasında koydum. Sol elimle belini sarıp, sağ elimle boğacak gibi boynunu tuttum. Ensesinden öpmeye başladım. Kalçasını ileri geri hareket ettirmeye başladı. Hoşuna gitmişti.

Fotoğraflarından yola çıkarak olaya bakınca, Nilüfer benden çok daha tecrübeli, çok ileri düzeyde şeyler yaşamıştı. Ona bambaşka fikirler ve cümlelerle gelmeliydim.

Kulağına yanaşıp: “Sikimi beğendin mi?” dedim. Başını salladı. Konuşmuyordu. Sanki bir şey bekliyor gibiydi. Ne bulabilirdim ki Nilüfer’in yaşamadığı? Aklımı oynatacaktım neredeyse.

Bir anda dilimden: “Şimdi sikimin üstüne biraz çişini yap” cümlesi döküldü.

Derin bir nefes aldı, bunu beklemiyordu muhtemelen, ben ise hiç beklemiyor ve neye benzediğini bile bilmiyordum. Ama hoşuna gitmişti. Bir hareketlenme seziyordum. Beyaz külotlu üstünde ve sikim de bacaklarının arasındayken biraz çiş yaptı. Bu beni çok azdırdı, kendime inanamıyordum. Sikim ıslanmıştı. Elimi ıslak külotunun içine soktum, klitorisini okşadım, “şimdi banyoya geçiyoruz” dedim. Yavaş yavaş, penguen gibi yürüyerek, arkasından sarılmayı bırakmadan banyoya geçtik. Vücutlarımızın alt kısmına su tuttum. Sonra kuruladım. Benim üzerimde gömlek vardı halen, onun üzerinde pijamanın üstü. Küvetten çıktık ama halen banyodaydık. Hemen dizlerimin üstüne çöktüm, kalçalarını hafif araladım kenara doğru.

Nilüfer’in tenine göre koyu renkli amı ve götü gözlerimin önündeydi. “Hafif öne eğil” dedim, eğildi. Bacaklarını arkadan öpmeye başladım, sonra yukarı doğru öperek çıktım. Amını arkadan usulca öptüm sonra dilimi hafif içine sokarak yalamaya başladım. Hafif hafif inlemeye başlamıştı. Bir yandan burnum de göt deliğine değiyordu ister istemez. Daha sonra amının en altından başlayarak göt deliğine kadar yaladım. Ohhhh diye bir inleme sesi geldi, hâlen konuşmuyordu.

Am suyu artık görünür hale gelmişti. Halen sırtı bana dönüktü. Dudaklarını öpmek istiyordum, memelerini emmek istiyordum ama yüzünü dönmüyordu bana. Belki her şeyi söyleyerek yaptırmam gerekiyordur, bunu istiyordur diye düşündüm. Hafif tatlı sert bir tonla “bana doğru dön şimdi” dedim, hemen yerine getirdi. Artık anlamıştım: Bu gece benim kölem olmak istiyordu.

Çoğunlukla domalmayı bile kadına hakaret sayan kezolarla birlikte olmuş birisi olarak bu benim için altın değerindeydi. Bütün fantezilere açık bir kadını istediğim şekilde sikecek, dilediğimi yaptıracaktım.

Nilüfer’i saçından kavradım usulca, “salona geçiyoruz” dedim, usulca başını sallayıp eşlik etti. Koltuğa oturdum, kendimi hafif aşağı indirdim, bacaklarımı havaya kaldırdım.

“Şimdi sikimin ucunu biraz em, sonra taşaklarımın altını ve üstünü usul usul öp. Ardından sikimi alabildiğin yere kadar ağzına al” dedim. Hepsini tek tek yerine getirdi. İnanılmaz yükselmiştim.

Sırtını bana dönüp sikime oturmasını ve kalkmasını istedim bir süre. Belini bir ileri bir geri götürürken, sikimin ucu Nilüfer’in amının içinde dans ediyordu adeta. Nilüfer inlememek için kendini zorluyordu. Benimle nasıl bir oyun oynuyor, aklından ne geçiyor bilmiyordum.

Neredeyse boşalacakken kalkmasını istedim ve dilini dışarı çıkar, tükürüğünü yavaşça ağzımdan aşağı bırak dedim. Ağzından zevke süzülen salyalarını yuttum, biraz doğrulup dilini emdim. Dili elmalı şeker gibiydi. Çok bakımlıydı.

Biraz daha sikimi emdirdim ve ayağa kalktım, ona da ayağa kalkmasını söyledim ve ekledim: “Sırtını bana dön, ellerinle kalçalarını ayır”, hepsini yaptı. Niyetim, Nilüfer’in göt deliğini biraz daha yalayıp ıslatmak ve sonra arkadan sikip içine boşalmaktı.

Biraz ıslattıktan sonra ayağa kalktım ve “arkana yerleştir, götünden sikeceğim seni” dedim. İtiraz etmedi. Önce kendi götünü parmakladi, sonra biraz daha tükürükle sikimi ıslattı, kendi deliğine de sürdü. Bir yandan memelerini okşarken bir yandan sırtını öpüyor, bir yandan da daracık götüne girmeye çalışıyordum. Nihayet başarmıştım. Artık Nilüfer inlemelerine hakim olamıyordu. Birkaç dakika içinde orgazma ulaştı ama ben onu bırakmadım, sikmeye devam ettim çünkü ben de çok yakındım. Birkaç dakika sonra Nilüfer’in arka deliğinin içine boşaldım.

Yüzünü bana döndü, öpüşmeye başladık döllerim yere akarken. Peçeteyle önce kendini temizledi, sonra beni kuruladı. Sonra sikimin ucuna bi’ öpücük kondurdu, ayağa kalktı ve bana bir tokat attı:

“Bu, bilgilerimi çaldığın içindi” dedi. Sonra gözümün içine baktı ve dudaklarımı ısırarak öptü bir süre: “Bunu da bana güzel hizmet ettiğin için teşekkür olarak kabul et. Şimdi üstünü giyin ve evine dön, çaldığın bilgileri yok et ve benden haber bekle” dedi.

(son)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir