Bir Orta Dünya Hikayes 12 – Nordon Direnişi (Son)

BARİKATLARIN ARKASINDA

İkinci ve üçüncü gün Olben’den haber yoktu. Gerçi hiçbir Nordon asıllı kadın Ostron muhafızından haber yoktu. Biz hazırlıklarımızı yapmıştık. Kılıçlı köylüler barikatın arkasında, okçuları ise darboğazın hem sağına hem de soluna yerleştirmiştim. Darboğazdan gelirken hemen sağda kalan eski Nordon kralı şatosunun köprüsünü ise kaldırtmakla kalmamış, yıktırmıştım. Eğer Ostron askerleri şatoyu ele geçirirlerse orayı savunmamız ve korumamız mümkün değildi. Bizim amacımız kendimizi korumak olsaydı, oraya saklanırdık. Ama biz Nordon’u korumak istiyorduk. Üçüncü gün artık daha gergindi, gelmeleri an meselesiydi. Ben sürekli yol istikametindeki dağa bakıp duman var mı ona bakıyordum. Öğleden sonra, akşama doğru siyah kesikli duman göründü dağda. Hemen herkese son bir kez talimatlarımı verdim. Köylüler de artık korkuyla karışık bir gerginliğe kapılmıştı. Gelen askerlere her şeyin normal ve barikat olmadığına inandırmamız gerekiyordu. Bir köylünün yol üzerinde odun toplarken görünmesi onların rahatlamasına ve hazırlıksız bir şekilde darboğaza girmelerini sağlayabilirdi. Bunu köylülere söylediğimde bir gece evinde kaldığım ihtiyar kadın, bunu kendisinin yapabileceğini söyledi. Hemen yavaş adımlarla barikatın arkasında Ostron yoluna yürüdü. Ben de sağ taraftaki okçuların arasına karıştım ve gözetlemeye başladım. İhtiyar kadın elinde birkaç küçük odun parçasıyla ileriye doğru yürürken, birkaç yüz atlı asker birden önüne çıktı. İhtiyar kadını neredeyse atlarıyla ezeceklerdi ama yine de hızlı bir şekilde durdular. Kadına çekil kenara der gibi, atı üzerine doğru sürdüler ama bu arada sırasıyla atlı kafile arka arkaya durmuştu. Tekrar harekete geçseler de aynı hıza ulaşmaları zaman alırdı, zaten darboğaz barikatı birkaç yüz metre ilerideydi. İhtiyar kadın öndeki atlı komutanla umursamaz bir şekilde konuşarak ve yavaş hareket ederek iyice onu kızdırmıştı. Atlı komutan tam atını kişneterek ihtiyar kadını atıyla ezmeye karar vermişken, ihtiyar kadın kendisinden beklenmedik çeviklikle atı ürkütmeyi başardı ve komutanı attan düşürdü. Atla birlike komutan nehre doğru yuvarlandı. İhtiyar kadın diğer atlıların ona doğru yürüdüğünü görünce o da odunlarını yol üstünde bırakarak nehre atladı. Komutanın atı nehirde neredeyse kafasına kadar gömülmüştü. Komutan ise karizmasını bozduracak şekilde nehir kenarından yola tırmanmaya çalışıyor ve her seferinde aşağıya kayıyordu. Atlılar komutanları gelmeden harekete geçmeyecekleri için tuhaf bir durum oluşmuştu. En sonunda komutan çıktı ve atlılardan birisinin atını alarak ileriye komutunu verdi. Tam bu sırada, en arkadaki atlıların üzerine dağ yamacından kayalar yuvarlanmaya başlamıştı. Bu şekilde ondan fazla atlı nehre yuvarlandı ve Ostron yolu atlılar için geriye dönüşe kapanmış oldu. Meğer bu kayaları Çalı yuvarlamış. O çelimsiz bedeni ile nasıl becerdi acaba koca kayaları yuvarlamayı. Çalı bizim için son bir büyük iyilik de yapmış oldu. Atlılar komutanın emriyle arkada kalanlara bakmadan ilerlediler ve bizim barikata yaklaşırken ok menzilinde olduklarını anladığım bir anda açıyı ve yay gerginliğini ayarlayıp öncü bir ok attım. Öndeki atlılardan birinin atını vurdum. At tökezledi ama devrilmedi, arkasındaki atlıların düzeni bozuldu. O esnada aynı açı ile diğer okçuların da ok atmalarını emrettim. Biraz şaşsa da hemen hemen istediğim bölgeye düşmüştü oklar. Kimi atları, kimi şans eseri gelen atlıları vurarak atlıları devre dışı bıraktı. Karşı tarafa yerleştirdiğim okçulardan da benzer yakınlıkta ok atışları oldu. Sonra elimizdeki okları tamamen bitirmesek de, atlıların düzenini bozacak seviyede toplu ok atışlarımıza devam ettik. Artık neredeyse atlı düzen bozulmuş, askerler yaya olarak barikatlara doğru koşuyorlardı. Barikatı ilk anda aşan olmadı. Bazı köylüler kendisini barikatın önüne atıp, kendi başına askerlerle kılıcıyla dövüşmeye çalıştı. Pek fazla askeri öldüremeden maalesef feci şekilde kılıçtan geçirildiler. Onlara söylediğimiz şekilde barikatın arkasında toplu bir şekilde kalsalardı ölmeyeceklerdi. Askerler barikatı ciddi bir şekilde zorladılar, hatta bazıları aştılar ve arkasındaki köylülerimize zor anlar yaşatıp birkaçını öldürdüler. Barikat başarılı görünüyordu ama çok uzun dayanmazdı. Ben komutanlarını esir alabilirsem, erkenden savaşı bitirebileceğimi düşündüm. Tepeden gözleyerek, komutanın yerini tespit ettim. Komutan tahmin ettiğim gibi dövüşme ve barikat hattının uzağından izleyerek emirler yağdırıyordu. Yakınında kimse yoktu. Barikatın arkasından dolanarak kimseye de haber vermeden barikatın arkasına geçtim. Herkesin dikkati barikat önündeki dövüşlerde olduğu için, kimse görmemişti beni. Komutanın elinde kılıç vardı, bir de sadece gövdesini kapatan zırhlı kıyafeti. Sürekli bağırarak emirler veriyordu. Hazırlıksız olduğunu düşündüğüm bir anda üzerine atladım. Kılıcını düşürtmem gerekiyordu. Bunu ilk hamlede başaramadım. İkimiz de yerde yuvarlanıyorduk. Kılıcı tuttuğu kolunu iki elimde tutup elini bir taşa vurdurdum. Kılıcı hemen bırakıverdi. Sonra güreşmeye başladık. Sudron’da küçükken de çok güreştiğim için, bazı güreş oyunlarını biliyordum. Komutan daha kuvvetli olmasına rağmen güreş oyunlarımla, özellikle kolunu iyice kıvırarak onu etkisiz hale getirdim. Muhtemelen de güreş esnasında belki kolu kırıldı, belki omzu çıktı. Askerler hala barikatı aşmaya çalışıyordu. Ben komutanı yere sabitlemiştim ama onu bağlamam gerekiyordu. Bakındım etrafıma, neyse ki köylülerden biri çok uzağımda değildi. Hemen ona seslendim ve komutanı bağladık. Komutan omuz acısından perişan durumdaydı. Hemen askerlere emir verip savaşı durdurmasını istedim. Komutan onlara seslenmeden bazı askerler bizi görüp durmuştu bile. Komutanın cılız sesi bile askerleri durdurmaya yetmişti. Komutan, askerlerini geri çekilmesini de söyledi. Komutanı oradan uzaklaştırıp bir eve götürdüm. Akşam olmak üzereydi. Askerler de onlara emredildiği gibi geriye çekilip gece için konaklayacak yer hazırlıyorlardı kendilerine. Köylülere barikatı asla terketmemelerini söyledim.

Komutanla evde onun omuz ve kol acısına rağmen bağlı vaziyette sohbet ettik. Ona yemek verdirdim. Komutan, Ostron kralının bu askerlere yaptıklarına yerde koymayacağını mutlaka arkalarından asker göndereceklerini söyledi. Ben de gerekirse, o askerler gelmeden ben Kralın yanına giderim dedim. Bu arada kalan muhafızlar da Ostron askerlerinin geldiğini haber alınca Ostron yolu darboğazına gelmişler. Nordon asıllı kadın muhafızlar ve barikattaki köylüler yardımıyla biraz çatışma yaşansa da kısa sürede Muhafız Başı da dahil olmak üzere bütün muhafızlar da etkisiz hale getirilmişti. Muhafız başı ölmüş ama Komutan elimizde esirdi. Komutanı alarak ertesi gün Ostron kralı ile müzakere için yola çıkmaya karar verdim. Olben ve diğer kadın muhafızlar benim yokluğumda oradaki sükuneti sağlayacaklarını söylediler.

OSTRON KRALINA DOĞRU

Sabah erkenden esir komutan ile Ostron’a doğru yola çıktık. Yolda o bağlı halde iken yürümek zor oluyordu. En kötüsü, tuvaletini yapacağı zaman pantolonunu indirip tekrar giymesine yardım etmekti. İki günlük yolculuktan sonra Ostron’un merkezine vardık. Daha önce görmediğim Kralın şehrinin sokaklarından geçtik. Beklediğimden daha sıradan ve daha gösterişsiz gelmişti. Hele en son artık kralın sarayının önündeyiz dediğinde, neresinin kralın sarayı olduğunu anlayamadım. Sadece büyük bir kapı vardı. Kapı muhafızlar tarafından açıldığında ise, içeride sanki cennet bahçeleri gibi rengarenk ve düzenli bir bahçe vardı. Bahçenin içinde dakikalarca yürüdükten sonra o gösterişli saray binasına vardık. Saray içinde sanki fazla muhafız yoktu. Bizi çok geçmeden kralın önüne çıkardılar. Komutanın ipleri ancak kral bizi karşıladıktan sonra çözülmüştü. Kral gösterişli ama pek de rahat olmadığını düşündüğüm bir taht üzerinde oturuyordu. Gösterişli kocaman mor elbisesi ve elinde değişik renkli taşlarla bezenmiş bir asası vardı. Komutanın arkasından diğer muhafızlarında çekilmesini emretti. Koca salonda uzaktaki kapıdaki iki muhafız dışında kimse yoktu. Kral tahmin ettiğimden daha sıcak karşıladı. Benim hakkımda birşeyler biliyor gibiydi. Krallığı anlatmaya başladı. Kral asasını tahtta bırakıp, salonun kenarında bulunan masaya doğru yürüdü. Ben de hem onu dinliyor, hem de arkasından takip ediyordum. Krallığın maden, tarım ve ticaretle büyüdüğünü, son zamanlarda Nordon ve Sudron seferlerinin ona hiç uğur getirmediğini anlattı. Eskiden ticaret yaparak elde ettiğim kazancı, o kadar asker feda etmesine rağmen elinde tuttuğu Nordon ve Sudron’dan elde edemediğini, üstelik ne askerlerin ne de oraya göç ettirdiği Ostronlu köylülerin memnun olduğunu anlattı. Masadan meyve ve bıçak aldı. Meyveyi soymaya başladı. “Aslında Ostron bir maden ve metal krallığı idi, muhafızlarımın açgözlülüğü ben ve benden önceki Ostron krallarını bir maceraya soktu” diye anlatıyordu bir yandan. Soyduğu meyveden ilk dilimi bana uzattı. “Ostron’da kral olmak imrenilen bir şey gibi görünüyor ama, bu muhafızlar isteseler beni kör kuyulara atarlar da, yerime uzak bir şehirdeki kardeşimi, yeğenimi veya hatta beşikteki çocuğumu bile getirirler. O yüzden muhafızlarla iyi geçinmek durumundayım” diye anlatmaya devam etti. Meyvenin ikinci dilimini kendi yedikten sonra, “Sanırım artık askerlerim de, ne Nordon, ne de Ostron istilasının hiç düşündükleri gibi olmadığının farkına vardılar. Üstelik güneşin doğusunda Yan-Sen’den bir saldırı beklediklerini de söylüyorlar. Başta beni dinleselerdi böyle olmazdı” diye yakınmalarına devam etti. Ben sadece kafa sallıyordum. Bana ikinci dilimi uzattıktan sonra, “Neyse bu meyvelerle karın doyurmayalım. Hemen bize bir masa kursunlar” deyip, hizmetçilerini çağırdı. Salondaki uzun masanın bir ucuna benim için, bir ucuna kral için yemek servisi açtılar. Neredeyse konuşurken birbirimizi duyamayacaktık, ama yemek yerken de konuşmamıza gerek yoktu. Onun yanında iki, benim yanımda iki hizmetçi vardı. Hizmetçiler ince zarif görünümlü, saçları sıkıca arkaya taranmış ve at kuyruğu ile bağlanmış. Küçük memelerini ince bir şerit şeklinde kırmızı bağ kapatıyor, altlarında ise küçük yuvarlak kalçalarının arasına geçen ince ip şeklinde külot sadece amlarını örtüyor gibiydi. Yemek yerken, önümdeki yemekten ziyade onlara bakıyordum.

Yemekten sonra Kral Nordon’dan da, Sudron’dan da barış içinde çekileceklerini tekrarladı. Beni sarayında bu gece ağırlamaktan memnun olacağını, her Ostronlu gibi, gelen misafirine gece yatısında kadın sunacaklarını vurguladı. Ben şaşırmış gibi yapınca, “Ne yani, ben sizin köyünüze gelince kadın sunmayacak mısınız?” diye tepki verdi. Ostronluların gece misafirine kadın sunduklarını bildiğimi söyledim, ama nereden bildiğimi söylemedim tabii ki. Sonra, Sudronlu kadınlar isterlerse erkeklere sormadan istedikleri erkeklerle beraber olabileceklerini, ama istemiyorlarsa kral da olsanız sizinle olmazlar diye devam ettim. Nordon’da demek o yüzden muhafızlar kaldıkları evde hep evin kadını ile beraber oluyorlardı diye düşündüm, ama bunu söylemedim.

Kral beni yine büyükçe bir odaya aldırdı. Odada ortada büyükçe yumuşak yaygı dışında birşey yoktu ben girdiğimde. Sonra hizmetçiler, büyükçe küvet şeklinde bir tahta düzenek getirdiler ve arkasından sıcak ve soğuk sular geldi. Bana yemekte servis eden hizmetçiler beni soydular ve büyük tahta küvetin içine oturmamı istediler. Arkasından sabunla bir süngeri köpürttükten sonra önce koltuk altlarımı köpürttüler. Bir tanesi de o arada keskin bir bıçak eğeliyordu. Eğelediği bıçak ile koltuk altımdaki kılları almaya başladılar. Bu şekilde hizmet edilmek hoşuma gitmişti. Koltuk altımın kıllarını aldıktan sonra sikimin etrafını köpürttüler ve yine aynı bıçak ile güzelce ve dikkatle sikimin etrafındaki kılları aldılar. Çocukluğumdan beri ilk defa sikimi kılsız görüyordum. Bu haliyle de fena görünmüyordu. Daha sonra kızlar beni güzelce köpürterek yıkadılar. Ilık su ile iyice mayışmıştım. Bütün yolculuğun, çalışmaların, mücadelenin yorgunluğu geçmişti sanki. Beni yıkamaları bittiğinde bile ılık sudan çıkmakta zorlandım. Çıktıktan sonra beni güzelce kuruladılar. Zaten onların üstünde doğru dürüst elbise olmadığı için ıslanmadılar. Yıkanmam bittikten sonra, başka hizmetçiler tahta küveti ve yıkanma eşyalarını aldılar götürdüler. Hizmetçiler bizim yatmamız ve örtünmemiz için bir tür yer yatağı ve örtüsünü getirdiler. Ben hala arada bir kılsız tüysüz kalan sikime bakıyordum. Hoşuma da gitmişti bu görüntüsü. Büyük yer yatağına uzandım. İki tarafıma da hizmetçiler üstlerindeki iki küçük parça giysiyi de çıkarıp uzandılar. Artık ben başroldeymişim gibi, ikisi iki taraftan vücudumu öpüp okşuyorlardı. Ben kendimi onlara bırakmış keyfini çıkarıyordum anın. İkisi de aşağıda sikimin iki tarafında buluştular. Sikim henüz yarı sertti. Sırayla ikisi ağzına aldılar. Kısa sürede sertleşti sikim. Daha sonra sikimi iki taraftan dudaklarını birbirine değecek şekilde kavrayarak yukarı aşağı hareket ettirdiler. Sonra bir tanesi bacaklarımın arasına geçerek taşaklarımı emmeye başladı. Daha önce sikimi emen çok olmuştu ama ilk kez taşaklarımı emiyordu bir kadın. Bacaklarımı kaldırtıp, taşaklarımın altını da öpmeye ve yalamaya başladı. Tam göt deliğimin üstü ile taşağımın arasını yalıyordu. Oradan böyle bir zevk duyabileceğimi düşünmemiştim. Bu arada diğeri de sikimi emmeye başlamıştı. Sonra sikimi emen sikimin üstüne oturdu. Daracıktı amı. Bir süre sonra değiştiler ve diğeri oturdu sikimin üstüne. Sonra ben hareketlendim ve diğerini domalttım. Küçük yuvarlak kalçası kıvrımları, ince belinin üzerindeki ince yarıklı hat ve düzgün omuzları güzel bir görüntü veriyordu. Domaltarak sikmek hem görüntü hem de his olarak çok zevkli gelmişti. Diğer hizmetçi yanımıza dizlerinin üzerinde bizi izliyordu. Bu arada göt deliği incecik sikilmemiş görünüyordu. Denemek için, baş parmağımı ıslatıp göt deliğinde gezdirdim. Hizmetçi kızın tepkisi Ostronca sert oldu: “Götten yok!!! Götten yok!!!” Gülümsedim ve domaltarak devam ettim. Sonra diğerini domalttım. Artık hangisinde boşalacağımı bilemiyordum. Hangisine denk gelirse boşalacaktım. Nitekim değişim sırasında birisine boşaldım. Yumuşak büyükçe yatak üzerinde üçümüz de kah yan yana, kah biraz uzaklaşarak uyuduk. Sabah, hizmetçiler çiş yapmak için tahta oturma yeri olan bir çeşit seyyar tuvalet getirdiler. Önce hizmetçiler çömelerek oturdular ve sırayla çişlerini yaptılar. Çişlerini yaptıktan sonra amlarını bir bez parçasıyla sildiler. Sonra ben ereksiyon halindeki sikimle oturmadan seyyar tuvaletin içine yaptım. Çıplak kılsız sikim yine dikkatimi çekmişti. Gülümsedim onlara sikimi okşayarak. Yine önümde diz çökerek sikimi emmeye başladılar. Bu sefer daha onlar üstüme çıkmadan ağızlarına boşaldım. Ağızlarına doldurduğum meni görüntüsü hoşuma gitmişti. Sonra onlar birbirlerini öperek benim menimin tadına baktılar.

Sabah giyindikten sonra, Kral beni yine salonunda bekliyordu. Hizmetçilerden memnun kalıp kalmadığımı sordu. Ben de memnun kaldığımı, Kral olmadığım için eğer Nordon’a gelirse hizmetçilerle ağırlayamayacağımı ama, kendi kendilerine yeten Nordonluların onlara verdiğiniz desteğe karşılıksız kalmayacaklarını söyledim. Kral ben ayrılırken, Nordon’a iki yıl ticaret yasağı vereceğini. Daha sonra bu yasağı uzatmayı tekrar değerlendireceğini söyledi. Ben de ticaret, iki taraf da saygılı olduğu sürece iki taraf için de faydalı olduğunu, umarım kararınızı en kısa sürede gözden geçireceğini. Yine de ara vermenin, Nordon’un Ostron’a, Ostron’un Nordon’a ihtiyacı olduğunu görmek açısından bir fırsat olabileceğini söyledim. Giderken Kral beni mesafeli bir sıcaklıkla uğurladı.

DÖNüŞ YOLUNDA VE SON

Dönüş yolunda Kralın yakınmaları aklıma geldi. Yok Kral olmak öyle imrenilecek bir şey değilmiş de, muhafızlar istediğini kral yaparmış da. Diyemedim tabii adama, sen kral adamsın, göt üstüne am, am üstüne göt sikiyorsun. Bir de böyle şeylerden yakınuyorsun. Neyse dönüş yolu benim için heyecanlı idi. Ben Nordon’a dönerken muhafızlar ve askerler de dönüş yapmışlar. Nordonlu köylüler beni ve benim getireceğim haberleri bekliyormuş. Dönüşüm büyük coşku ile karşılandı. Toplanan köylülere, “Artık bundan sonra kendimizi kendimiz savunacağız, kendi ürettiğimizi kendimiz tüketeceğiz. Nordon’da yaşayan herkes Nordonlu’dur. Kimsenin kimseden bir üstünlüğü yoktur. Bundan sonra, çocuklarımızı da beraber büyüteceğiz. Kimin kimden çocuk yaptığı önemli değil. Sadece küçük çocuklar annelerini istediği için annelerinin yanında kalacaklar. Daha sonra hangi kadın kiminle yaşıyor, kim kiminle beraber olmuş kimseden sorulmayacak.” diye bir konuşma yaptım. Kalmış olan Ostronlu köylüler de tezahüratla karşılık verdiler. O günden sonra hasat sonuna kadar, sanki eski Hasat Sonu haftası gibi, herkes birbirinin evine gece ziyaretine gitti. Hatta daha ileriye götürüp, gün içinde genç kız ve erkeklerin bir yerlerde beraber oldukları da görüldü. Ostronlu aileler de artık Nordonlu aileler ile kaynaşmıştı. Hatta daha farklı göründükleri için, Ostronlu kadınlar da erkekler de ilgi gördüler. ,

Ben ise Arten ve Maren ile yaşamaya devam ettim. Arten ile daha fazla uyuşuyor ve anlaşıyordum. Maren ise evimizin lideri gibi olmuştu. Ben de, Arten de Maren’e saygı gösteriyor, onun tecrübelerinden ve bilgeliğinden faydalanıyorduk. Aslında ev dışında herkes bana saygı gösterirken, benim asıl saygıyı Maren’e gösterdiğimi kimse bilmiyordu. Aynı evde ne eğlenceler yaşadığımızı ise kimse bilmiyordu. Yakında çocuklar da, etrafında olup bitenleri anlayacak yaşta olacaklardı. Annelerini bildikleri gibi, babalarını da bileceklerdi. Ama artık Nordon’da çocukları hepimiz beraber büyütecektik.

Belki evde iki kadın olmasından ve ikisini de farklı yanlarıyla sevmemden dolayı, pek ev dışına çıkmıyordum. Maren ve Arten’in istediği hayatları yaşayabilmeleri için onlara serbest geceler izni veriyordum. Bana gelince, namım epey yürüdüğü için, Maren ve Arten olmadığı geceler pek boş kalmıyordum. Eh yani, onca çalışma ve mücadelemin ufak bir payesi olacaktı elbette.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir