Arkadaşım Yağmur 1. Bölüm

Yeni yaşımın verdiği gurur ile bardan çıkmış sakin adımlarla saçlarımı okşayan rüzgara karşı hafif adımlarla evime doğru yürürken kulağıma bağrışmalar, itişmeler kakışmalar çalındı. Birisi çaresiz bir ses tonuyla yardım sokakları yardım nidalarıyla dolduruyordu. Gecenin bu saatinde başıma bela almak istemiyordum ama içimden bir ses gidip yardım etmemi söylüyordu. Ağır adımlarla ara sokağa döndüm ve ilerledikçe artan sese kulak verdim. Sesinden anladığım kadarıyla sesi ince biri, belki de bir bayan, ağlamaklı şekilde:

Bırakın! Ver şunu geri gideyim, diyordu.

Derin bir nefes çektim ve soluma döndüm. Soluma dönmemle üç kişinin bir motosikletin etrafını çevrelediği ve motorda oturan kişinin üzerine geldiğini gördüm. Birkaç saniye düşünüp karışmaya karar verdim, neticede oraya kadar gitmiştim. Ben yaklaştıkça motordaki kişinin bana umut dolu gözlerle yalvarırcasına baktığını fark ettim. Sakin ama sert bir tonda konuşmaya başladım:

(B: Ben, K: Motordaki kız, S1: Serseri 1, S2: Serseri 2, S3: Serseri 3)

B: Hayırdır gençler? Derdinizi bana da bi anlatın bakayım.

K: Ya motorumun anahtarını a-

Kız daha sözünü bitiremeden serserilerden biri bana dönerek sözde erkek bakışını attı.

S1: Hayırdır bilader ne iş sen bu saatte? Siktir ol git seni burada gebertmeden.

S2: Lan İbrahim, bu geri zekalı kızı kurtaracak sözde.

Bana dönen serseri üstüme ani bir hareket yaptı. Kendimin bile inanamadığı bir refleks ile kolundan tuttuğum gibi yere serdim. Ömrüm boyunca gereksiz bulduğum judo burada beni kurtarmış, olası bir hırsızlığı engellemişti. Serserilerden biri acılar içinde yerde kıvranıyordu, kolu üzerine sert düşmüştü. Kırmıştım belki de bilmiyorum. Motorun yanındaki serserilerden biri cebinden bir şey çıkardı, bıçak olabilir miydi?

Serseri iyice bana yaklaşmıştı ve sokak ışığından gördüğüm kadarıyla bıçaktı. İçimden dualar ederken üstüme atlayıp bıçağı savurdu. Kolumu biraz kesmişti, o kadar baştan savma savurmuştu ki bıçağı anca üstünkörü bi kanamaya sebep olmuştu. Madde etkisinde miydi bilmiyorum ama ileri adım attığında kötü şekilde tökezlemişti. Bu açıktan yararlanarak süpürme tekniğiyle serseriyi yere sermiştim. Adrenalinim o kadar yüksekti ki kalbim ağzımdan çıkacak gibi atıyor, tüm vücudum titriyordu.

Yerdeki serseriyi de etkisiz hale getirdikten sonra kafamı kaldırdım, üçüncü serseri tabanlarını götüne vura vura kaçıyordu. Derin bi nefes verip başımın dönmesiyle kaldırıma oturdum, motoru çoktan unutmuştum bile. Kolumdaki yarayı dikkatlice incelerken başıma biri geldi, artık ayağa kalkmam bile zordu; bu yüzden kaderimi az çok kabullenmiştim. Ama çok şirin ve korku içinde bir ses konuşmaya başladı:

K: Ayy iyi misin? Benim yüzümden oldu hep, iyi misin cevap versene!

B: İyi gibiyim kolumdaki kesik çok derin değil ama başım çok dönüyor.

Motordaki kız az biraz akıllı çıkmıştı da polisi aramıştı. Uykusuzluk, kan kaybı ve stresten dolayı kafamı duvara yaslamış, gözlerimi kapatmıştım çok nadir açıyordum. Başımdaki kız ise bildiği tüm duaları okuyor beni dürtmek için hamle yapıyor ama elini yarı yolda çekiyordu. Sonsuzluk gibi geçen bir süre ardından sirenler sokağın başından gözükmeye başladı. İyi bari diyerek gülümsedim, bu geceden de sağ çıkmıştım.

Polisler geliyor olanları soruyor, ambulanstakiler ise bana ve serserilere ilkyardım yapıyordu. Kesik sandığımdan da ciddi çıkmıştı, adrenalin her ne kadar iyi olsa da nalları dikmemi kolaylaştıracaktı az kalsın.

Hastaneye kadar olan yolu hatırlamıyorum bile, uyandığımda kolumda dikiş izleri vardı. Biraz daha iyi hissediyordum kendimi. Yaz olmasına rağmen tir tir titriyordum. Ağzım da o kadar kuruydu ki sanki günlerdir su içmemiştim. Hareket edecek gücü kendimde bulamıyordum, ne üstümü örtebiliyor ne de susuzluğumu giderebiliyordum. “Su” diyebildim sadece, başka kelimeler çıkmıyordu ağzımdan. Bir yerden ağzıma bardak dayandı bende kana kana içtim. Gözlerimi tekrar kapatıp uykuya dalacaktım ki yine aynı şirin sesi duydum.

K: İyi misin? Özür dilerim benim suçum bunlar.

Sesi çok ağlamaklı geliyordu, belki de ağlıyordu; öğrenmenin tek yolu vardı. Kafamı sesin geldiği yöne çevirdim. Motordaki kızdı bu, sesinden çok gözlerinden tanımıştım. Kahverengi gözleri vardı, normalde göz renkleri bana hep aynı gelir ama bu tondaki bir kahverengi ilgimi çekmişti.

B: Gözlerin çok güzelmiş, gerçekten böyle güzel kahverengi gözler var mı başka bir insanda?

K: (Gülümseyerek) Siz erkekler hep aynısınız, ölümden döndün şimdi bana yürüyorsun.

İkimiz de hafifçe güldük ve o konuşmaya başladı.

K: Birisi yolda beni aradı bende durmak zorunda kaldım, o sırada o şerefsizler de çevremi sardılar. Birisi anahtarımı çekip çıkardı ve cebine attı. Geri almayı denedim ama motordan da inemedim yoksa beni de dövüp çalıp kaçaklardı. Yardım için çırpındım ama kimse gelmedi. Artık ümidimi kaybetmiştim ki sen çıkageldin. Gerçi olanları düşününce keşke ben-

Sözünü bitiremeden ben araya girdim.

B: Olmaz öyle. O itler kim bilir ne kötü emellerle yaptılar sana yaptıklarını. Hayattayım ya gerisi önemsiz. Hem motorun sende, kimse ölmedi. Kesinlikle bi kazan-kazan durumu bu.

Daha saatler önce kurtardığım birine nasıl böyle konuşabiliyordum ki? Bana söylediği üç cümlenin birinde teşekkür ediyor, iyi ki geldin kurtardın diyordu. Konuşmamız sürerken aklıma bir şey geldi. İsmini sormamıştım.

B: Acaba ismin de senin kadar güzel mi?

K: (İyice sırıtarak) Bak bak kahramana bak, uyandığından beri bana yürüyor. İsmim Yağmur çok memnun oldum.

B: Sen de güzelsin, ismin de; ailen kesinlikle çok ileri görüşlüymüş. Benim ismim de Alp, seninkisi kadar uymasa da.

İltifatlarımdan utandığı belliydi ama bir yandan da bana çok iyi davranıyordu. Bu yüzden iltifat zarar gelmez diye düşündüm. Konuşurken kendisinin 19 yaşında olduğu, yaşıtız, ve üniversitede okuduğunu söyledi. Çok uzun süre konuşmasak da beni bu konuşma çok yormuştu.

B: Yağmur saat kaç?

K: Saat üçe beş var.

B: Sen benden büyük şok atlattın gidip dinlen ben iyi olurum merak etme.

K: Olmaz seni yalnız bırakmam.

Kafam yeni yeni kendine geliyordu. Bu saatte nasıl yanımda kalabilmişti bu kız? Refakatçi kartı da yoktu, beni burada yalnız başına bırakmama uğruna başını belaya sokmasa iyiydi.

B: Sen refakatçim misin?

K: Öyle sayılır.

B: Nasıl yani öyle sayılır, öyle misin değil misin?

K: Etrafına baksana bi.

Etrafıma bakma fırsatı bulunca odanın farklı olduğunu fark ettim. Sanki her eşya özenle seçilmişti. Devletin hastanelerine hiç benzemiyordu.

B: Neredeyim ben Yağmur?

K: X Özel Hastanesi burası.

Anlam verememiştim. Bomboş gözlerle Yağmur’a bakıyordum ki sessizliği de o bozdu.

K: Bu hastane bizim, babamın yani.

B: Babanın mı? Nasıl babanın?

K: Bildiğin babamın işte, yat dinlen şimdi saat çok geç oldu.

B: Lütfen sende uykusuz kalma uyu mutlaka.

Cevap vermedi, bende cevap almayı beklemiyordum. Gözlerim yavaşça kapandı ve deliksiz bir uykuya daldım.

-Yaklaşık 8 saat sonra-

Uyanmıştım, güneş yüzüme çarpıyor derimi kavuruyordu sanki. İçeri giren hemşire uyandığımı görmüş olacak ki yanımda bitiverdi. Tetkikler ve sorulardan sonra beni yine yalnız bıraktı. Aradan dakikalar geçmişti ki kapı açıldı. İçeriye heybetli, yaşını başını almış ancak dinamikliğini kaybetmemiş bir adam girdi, arkasında da Yağmur duruyordu. Adamın giyinişinden önemli biri olduğunu anlamıştım bu sebeple yatağımda hafif kaykıldım. Adam yatağımın yanındaki sandalyeye oturdu, yakından bakınca gözlerindeki uykusuzluk ve hüzün kendini çok belli ediyordu. Kelimelerini özenle seçiyor gibiydi. Konuşmaya başladı.

(A: Adam, Y: Yağmur, B: Ben)

A: Öncelikle çok teşekkür ederim delikanlı.

O sert duruşundan, sıkı sıkıya kenetlenmiş dudaklarından ve sertliğinden taviz vermişti. Benle resmiyetten çok samimiyetle konuşuyordu.

B: Rica ederim efendim, kim olsa aynısını yapardı.

A: Ben Yağmur’un babası Adem, Adem Akçalı. Sana en içten teşekkürlerimi sunuyorum delikanlı. Sen olmasam belki de o serseriler…

Daha fazla devam edememişti, gözleri dolmuş sesi gitmişti. Geri kalanı ben devralmaya karar verdim.

B: Efendim, ilginiz için öncelikle teşekkür ederim ama lütfen ağlamayın. Bir babanın ağlaması belki de bu dünyadaki en iç parçalayıcı şeydir. Ben Allah’a şükürler olsun iyiyim, kızınız da hala sapasağlam. Öyle ufak talihsizlikler başımıza gelebilir. Ama lütfen eğer kendinizi suçlayacaksanız suçlamayın, suçlanacak tek kişi o serserilerden başkası değil.

Cümlemi bitirir bitirmez sustum, saçmalamıştım. Ama Adem Bey öyle düşünmüyordu. Aksine dediklerim ona da samimi gelmiş olacak ki gülümsedi ve kızına döndü. Onlar sohbet ederken bende gülümseyerek onları izliyor, o ara gelen yemeğimi afiyetle yiyordum. O sırada Adem Bey bana döndü ve çok harika bi teklifte bulundu.

A: Delikanlı, hastane yemeklerini boş ver. Sen benim onur konuğumsun, söyle ne istersen getirteyim ben sana.

B: Efendim çok makbule geçer ancak öyle tek başıma yemek yemek istemiyorum. Acaba mümkünse siz ve sevgili kızınız misafirim olun odamda üçümüz yemeğimizi yiyelim. Yağmur’un da sizin de yemek yediğinizden şüpheliyim.

Adem Bey bir süre düşündü ve kabul etti. Herkes yemeğini söylemiş gelene kadar sohbetimize devam etmiştik. O geceden bahsetmiş, şimdiki hayatımı konuşmuş ve üniversite bölümüme kadar detaya inmiştik. İngilizce ve Rusçayı çok iyi bildiğimi söylediğimde bir anlığına düşüncelere daldı. Sanki aklına bir şey gelmişti ama o fikirleri geri ittiğine de şüphe yoktu. Yarım saat sonucunda yemekler gelmişti. Yağmur’dan ve Adem Bey’den destek alarak odadaki masaya oturdum. Bu masa gerçekten genişti, üç kişi bile anca yarısını doldurabilmiştik. Adem Bey kendine biftek söylemişti, Yağmur ise basit bir makarna sipariş etmişti. Benimkisi ise biraz sürpriz gibiydi, çorba istememe rağmen yanında salatalar, tatlılar dolu dolu gelmişti. Adem Bey baya müteşekkirdi anlaşılan.

Yemeklerimizi huzur içinde hafif bir sohbet eşliğinde yemiştik. Aynı sofraya oturunca fark etmiştim ki samimi olmamıza rağmen zarafetlerinden ödün vermiyorlardı. Zengin, en azından varlıklı, oldukları belli oluyordu. Yemek sırasında bana nasıl kendimi savunduğumu sormuştu. İkinci soruşuydu ama hiç sorun etmedim. Bu seferkinde daha detaylı anlattım, judodan bahsettim; hatta judo hakkındaki düşüncelerimden bahsettim. Gülüştük ve yemeğimize devam ettik. Adem Bey şaka ile karışık turp gibi olduğumu taburcu olmama az kaldığını söyledi. Sevindirici bi haberdi, en azından hastanenin boğuk ortamından kurtulacaktım.

Akşamüstüne doğru son sağlık kontrolleri yapıldı ve taburcu edildim. Taburcu edilirken elime epikriz ve fatura tutuşturuldu. Konu ödemeye gelince faturada ufak bir sürpriz ile karşılaştım. Üzerine ufak bir not sıkıştırılmıştı. Notta şunlar yazıyordu:

*”Kızımı kurtardığın için müteşekkirim Alp. Numaram aşağıda, kızım seninle bağını koparmak istemiyor. Senin numaranı hastaneden aldım ancak sana kendi numaramı vermezsem ayıp olurdu. Her türlü sağlık sorunun veya ziyaretin için ara. Tüm masrafların benden sana ufak bir teşekkür hediyesi.*

*05xx 7xx 8x 9x Saygılarıma Adem Akçalı.”*

Gerçekten de elimi kolumu sallaya sallaya bu görkemli hastaneden çıkıyordum. Tüm personellere iyi dileklerimi belirtip dışarı adımımı attım. Temiz hava öyle güzel gelmişti ki. Kolum biraz sızlasa da yakında toparlanacağıma emindim. Yavaş adımlarla sigaramı tüttürürken evin yolunu tuttum.

——-

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir