Yükselişin Gölgesinde | 1

Sabah güneşinin ışıkları, yüksek binaların arasında süzülüp ofisin camlarına vuruyordu. Yıllardır bu şirketteydim, ve her gün aynı ritüelle başlardım: kahvemi alır, masama oturur ve sessizce günü planlardım. Ancak bugün farklıydı. İçimde bir gerginlik vardı. Uzun zamandır beklediğim terfi haberi bugün açıklanacaktı. Ofiste her zamankinden daha yoğun bir hava hissediliyordu; herkesin gözü üst düzey pozisyonu kimin alacağındaydı.

Terfi için en güçlü adaylardan biri bendim. Ancak, son birkaç aydır işyerinde beliren genç, hırslı bir yönetici adayı, herkesin dikkatini çekiyordu: Melis. Onunla tanışmamız beklenenden daha gerilimli olmuştu. Daha ilk günden beni zorlayacağını hissetmiştim. Henüz birkaç ay önce şirkete katılmış olmasına rağmen, hızlı bir şekilde ilerlemiş ve yöneticilerin güvenini kazanmıştı.

Sabah toplantısına doğru ilerlerken içimdeki endişe iyice büyüdü. Melis, açık renkli gömleğiyle toplantı odasında oturuyordu. Bakışları her zaman olduğu gibi sert ve kendinden emindi. Onun bu tavrı, bir yandan sinirlerimi bozarken, diğer yandan tuhaf bir şekilde dikkatimi çekiyordu. Yalnızca rekabet değil, aramızda farklı bir gerilim daha vardı; ancak bu, ikimizin de dillendirmeye cesaret edemediği bir şeydi.

Toplantı başladığında, genel müdürümüz Sinan Bey bir süre şirketin geleceği hakkında konuştu. Ardından, nihayet terfi konusuna geldi. O an nefesler tutuldu. Kendimi hazır hissetmek için sırtımı sandalyeye yasladım, Melis ise tam karşımda bana dik dik bakıyordu. Sinan Bey, “Bu pozisyon için iki güçlü aday vardı,” diyerek gözlerimizi üzerine çekti, “ancak yeni stratejilerimize uygun şekilde bir lider seçmemiz gerekiyordu.”

Sözlerini tamamladığında, başımda hafif bir zonklama hissettim. Melis’in ismi anons edilmişti. Bir an için odadaki tüm sesler uzaklaştı. İçimde yükselen hayal kırıklığını bastırmaya çalışarak Melis’e baktım. Zaferinin tadını çıkarıyor gibiydi, ama yüzündeki hafif gerginliği de fark etmemek imkânsızdı. Belki de onun için de bu rekabet düşündüğümüzden daha zorlu olmuştu.

Toplantıdan sonra herkes dağıldı. Masamın başına dönmeye çalışırken Melis yanıma yaklaştı. “Sana karşı bir şey değildi, biliyorsun değil mi?” diye fısıldadı, sesi hiç de samimi olmayan bir tonda. İçimde bir dalga yükseldi, hem öfke hem de tuhaf bir çekim. Onun bu soğukkanlı zafer konuşmasına tahammül edemiyordum, ama aynı zamanda bu anın tuhaf bir cazibesi vardı. Gözlerinin içine baktım, “Tabii, sadece iş, değil mi?” dedim alaycı bir sesle.
O an, aramızdaki gerilimin birikmeye başladığını hissettim. Hem rekabet hem de bastırılmış başka duygular bu ortamı iyice karışık hale getiriyordu. Bir yandan onunla yüzleşmek, diğer yandan bu karmaşık durumu anlamlandırmak istiyordum. Fakat iş dünyasında duygulara yer yoktu, ya da en azından olması gerekmiyordu.

Toplantı odasından ayrıldıktan sonra başımın içindeki uğultu hala devam ediyordu. Melis’in yanımda durup, sözde nezaket gösterisiyle zaferini kutlaması, beni daha da hırslandırmıştı. Derin bir nefes alarak masama yöneldim. Gün boyunca kendimi toparlamam gerekiyordu. Fakat aklım sürekli onunla olan o kısa, gergin konuşmaya takılıyordu.
Bilgisayarımın başına oturup e-postalarımı kontrol etmeye başladım, ama dikkatim bir türlü toparlanmıyordu. Melis’in başarısı, onun bu kadar kısa sürede nasıl bu kadar yükseldiği, sürekli zihnimde dolanıyordu. Başarısız olduğum bir alan değildi bu; daha önce de rakiplerim olmuştu, ama Melis’in varlığı farklı bir baskı yaratıyordu üzerimde. Hem işime olan bağlılık, hem de onun kişiliğine duyduğum bu karmaşık hisler içimde çelişkili bir fırtına koparıyordu.
Tam o sırada Melis’ten bir mesaj geldi:
“Akşam vakti iş çıkışı bir şeyler içmek ister misin? Sohbet etmek iyi olabilir.”
O an, tam olarak ne istediğini çözemedim. Zaferini kutlamak mı istiyordu, yoksa gerçekten bir adım atıp aramızdaki gerginliği dağıtmak mı? İçimdeki kızgınlıkla cevap vermek istemedim, ama bir yandan da merakım ağır bastı. Onun neyin peşinde olduğunu öğrenmem gerektiğini hissediyordum.
Akşam üzeri mesai bitiminde onu lobide beklerken, dışarıda yağan yağmurun sesi ofisin camlarını dövüyordu. Melis, her zamanki soğukkanlı haliyle asansörden indi ve gözlerini bana dikti. Üzerinde koyu renk bir ceket vardı ve saçları omuzlarına dökülüyordu. Gözlerinde yine o aşina olduğum keskin bakış vardı; adımlarını bana doğru atarken, aramızdaki gerilim her zamankinden daha yoğun hissediliyordu.
Birlikte ofisten çıktık ve yakındaki bir bara doğru yürüdük. Yağmur hala devam ediyordu, ama bu sessiz yürüyüş sanki o sıradan rekabetin ötesinde bir şeyin işareti gibiydi. İçeri girdiğimizde, barın hafif loş ışıkları ve alçak tonda çalan caz müziği ortamı daha da karmaşık bir hale getirdi.
Barda oturduğumuzda, Melis ilk kez sessizliğini bozdu. “Bugün olanlardan sonra aramızda bir soğukluk olduğunu hissediyorum,” dedi. “Ama rekabetin bizi bu kadar uzaklaştırmasına izin vermemeliyiz.”
Bir süre onun ne demek istediğini çözmeye çalıştım. İçimden, “Bu kadar basit mi gerçekten?” diye düşünüyordum. “Aramızda sadece rekabet mi var?” Ona baktım ve “Sadece iş mi gerçekten Melis? Ya da bizim bu sürekli çatışmamızın ardında başka şeyler mi var?” diye sordum, alaycı bir şekilde.
Melis, bir an duraksadı. Gözlerinde o kendinden emin ifadeyi gördüm, ama aynı zamanda bu defa daha derin bir şey vardı. “Belki de,” dedi, sesi hafifçe titreyerek. “Ama bu iş dünyasında sınırları çok fazla zorlamak tehlikeli olabilir.”
O an fark ettim ki, rekabetin ötesinde gerçekten bir şeyler vardı. Melis’in sert duruşunun altında, daha karmaşık bir hikaye saklıydı. Ama bu oyunu nereye kadar götürecektik? Bu sorunun cevabını bilmiyordum, ama bir yandan da bu gerilimin nereye varacağını merak ediyordum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir