Helin Asya Çelik –Influencer Sahibem 2

Montajı, “Sizin için, Helin Hanım, bizi aydınlattınız” diye bir not düşüp Instagram’dan göndermiştim.

Tek beklentim Helin Tanrıçamın bu methiyemi beğenmesi, serçe parmağıyla “güzel olmuş” hareketi yapıp ruhundan ve ateşli vücudundan kopan birkaç kıvılcımı bendesiyle paylaşmasıydı.

Fakat hayat, hayallerimden şaşırtıcıydı.

“Çok beğendim videoyu, YouTube’da shortlar ve TikTok videoları da yapıyorum, benim için çalışıp onları montajlamak ister misin?”

Gözlerime inanamıyordum.

Helin, yeni geliştirdiğim bu becerimden yararlanmak istiyordu.

“Çok mutlu olurum, efendim”.

“Güzel. Maslak’taki ofisimize gel. Seni ekiple tanıştırayım.” mesajını aldığımda uçuyordum.

Ertesi gün, hiç vakit kaybetmeden en şık kılığımla Maslak’taki adrese doğru yola çıktım.

O gün – çoğu videosunda giydiği kısa siyah elbisesini, ince çoraplarını ve topuklu ayakkabılarını giymiş influencer idolümün karşısına çıktığımda ellerim titriyor, kalbim Megadeth davulu olmuş cehennem vadilerini arşınlıyordu.

“Merhaba Erdi, ekibim demiştim, hemen tanıştırayım. Bu Murat, benim araştırmacı asistanım, sağ kolum. Bu Melda, çekimlerimiz için yönetmenlik yapıyor. Bu da Ferhat, bir nevi fixer’ım.”

Murat sarışın, nispeten uzun boylu, yapılı fakat çekingen bakışlı bir gençti. Melda, 1.40 boylarında, esmer, bıyıklı bir kızdı. Aralarındaki en ilginç tip Ferhat ise, Breaking Bad’deki Jesse’ye benziyordu – afacan, masum ve savsak bir izlenim veriyordu ve aynen onun gibi giyinmişti.

Ekipteki çocukların hepsi nazik, tatlı dilli, uysal insanlardı. Fakat nedense her biri, ama özellikle Melda ve Ferhat, fazla silik gözüküyorlardı. Helin konuşurken istisnasız her birinin başını öne eğmiş olması da gözümden kaçmamıştı.

Ekiple tanıştıktan sonra hemen işe koyuldum. Helin bana kendi odasının karşısındaki ekip ofisinde bir masa ayarlamıştı. İstediği 3-4 TikTok videosunu iştahla montajladım. Nasıl olsa kısa videolardı ve Helin’in istediği efektler çok şatafatlı, uygulaması zor değildi. Bu arada tanrıçamın şereflendirdiği bir uzay mekan kesişiminde onun videolarının fırından çıkışına yardımcı olmak ayrıcalığıyla taltif edilmiştim.

Fakat ikinci TikTok ve Youtube short’u paketi elime geldiğinde tuhaf bir şey fark ettim.

Videoların bir tanesinde, Helin bir masanın arkasında, sandalyede oturuyor gözüküyordu. Konuştuğu kısımlardan 10 sn’lik bir video kesmem istenmişti. Fakat o 10 saniyeyi alacağım ham çekimlerde bir erkeğin, büyük ihtimal bana Murat diye tanıttığı çocuğun sırtında oturduğunu görebiliyordum. Helin, bildiğimiz bir insanı sandalye olarak kullanıyordu. Çocuk sırtını düz tutmak için insanüstü bir çaba harcıyor gibiydi. Helin ise, çocuğa ara sıra masasının üzerinde bir kutunun içinde duran balık kraker ve madlen çikolatalardan veriyordu. Yaka mikrofonunu bir kenara koyduğu bir ara Murat’a “bir daha oynarsan seni tekmelerim. Düz dur. 31 çekmene izin veririm durursan” dediğini duyar gibi oldum.

Heyecanlanmıştım, diyecek bir şey bulamıyordum.

En iyisi işime bakmak diye düşünüp bir 10 saniyelik video daha bağlayıp Helin’e gönderdim.

Gelen mesaj beni şaşırttı.

“Şimdi neyin içinde olduğunu anladın mı Erdicik? Hint kast sistemi hakkındaki videoyu da bağlayıp çabuk odama gel”

Hintlilerin kast sisteminden kurtularak daha barışçıl ve sosyalist bir ütopyayı kucaklama istekleri ve Modi’nin bu işi bozmasıyla ilgili 10 saniyelik short’u nasıl bağladım bilmiyorum.

Soluğu Helin’in yanında aldım.

“Buyrun”. Ağzımdan istemsizce “efendim” lafı da çıkacaktı neredeyse.

Karşımda deri bir koltuğa gömülmüştü. Üzerinde beni karşılarken giydiği kısa elbise vardı fakat ayakkabılarını çıkartmış, bacakları da çıplaktı.

“Erdiciğim, madem hayranımsın senden farklı bir şey de isteyebilirim.”

“Elbette, ne isterseniz.”

“Aferin canım. Bacaklarım bugün güneşe çıkacak. Şimdi şuradaki kremi görüyorsun, ellerini onunla ovala ve gelip bacaklarıma masaj yaparak sürmeye başla”.

Duyduklarıma inanamıyordum. Hintlilerin sosyalizme olan sözde sevdalarından büyüktü benim sahibemin bacaklarına olan tutkum, ve hayatımın bu şanslı anında onları kucaklamama engel olacak bir Modi yoktu.

“Bu sana ilk gün hediyem. Şimdiden sikin kalktı değil mi? Boşalırsan beni bir daha göremezsin.”

Bu defa içimden geldiği gibi konuştum. Umurumda değildi. Yeter ki ona dokunabileyim.

“Anlaşıldı, efendim.”

Ayakları küçük, en fazla 36 numaraydı. Baş parmağını ovalamaya başladığımda kalbim yerinden çıkacak, karnım ise içeri gömülecek gibi oluyordu. Küçücük parmaklarına masaj yapmak bir yana, izin verse hepsini ve her birini tek tek ağzıma alıp saatlerce emerdim. Aralarına sikimi sokma hayaliyle yanıp tutuştuğum ayaklar avuçlarımdaydı ve yapabildiğim sadece bir kutsal emaneti temizliyorcasına onları parlatmaktı.

Ayak bileklerine hemen geçmek istiyordum. Korkum, istemeksizin boşalmaktı. Ama boşalmak başarısızlık ise, güzel parmaklarına yeterince masaj yapmamak atlamak da sahibemin arzusunu yerine getirememek demekti. Riski göze alıp, nefes alışverişimi derinleştirerek parmaklarını yağlamaya devam ettim. Bu arada Helin pantolonumda kazık gibi olan aletimi gördü ve gülümsemeksizin, sanki her gün alışık olduğu bir manzaraymışcasına elindeki kâğıt tomarıyla ilgilenmeye devam etti.

Ayak bileklerindeyken kendimi biraz daha rahat zaptedebildim.

Bacaklarına çıkarken ise sahibemi etkilemek için bildiğim masaj tekniklerini uygulamayı düşündüm. Baş parmağımı kan akışı yönünde tenine bastırmaya, ara ara “perküsyon” yapmaya, süt beyaz bacaklarını dizine doğru yoğurmaya devam ettim.

Biraz olsun inleyeceğini, en azından dudaklarından aldığı bencilce zevki ele verecek birkaç nidanın döküleceğini bekliyordum ama Helin entelektüel ve sıkıcı tavrını bozmamıştı, Orhan Pamuk romanlarında Balat’ın Yankıları başlıklı saçma sapan tezi okumaya başlamıştı.

Baldırlarına doğru yöneldiğimde, artık bu seanstan sonra nerede, nasıl ve ne kadar hızla 31 çekeceğimi düşünmeye başlamıştım. Odadan çıktığım gibi ekibin önünde sahibemin kutsayarak anarak sikimi çıkartıp duvara mı boşalmalıydım? Yoksa tuvalete kadar sabredip “Aaaah” diye böğürerek mi tokatlamalıydım çavuşu? Bu kadının bana yaptığı ciddi bir işkenceydi.
Aylar boyunca elinin kıvrılışına erekte olduğum tanrıçam bana alt vücudunu elden geçirtip sonra odasından kovamaz, diyordu beynim.

Ama kovabilirdi pekala. O kovuşun son olmaması için kendime hâkim olmalıydım.

Külotuna doğru bacaklarını kremlerken derin nefes alış verişim yerini nefesimi tutma egzersizlerine bırakmıştı. Helin bir ara gözlerimi kapattığımı gördü ve “heeeey, kim sana gözlerini kapatabilirsin dedi?” diye çıkıştı.

“Özür dilerim efendim”

Merak ettiğinizi biliyorum. Külotu siyahtı. Dantelsiz, aynen onun persona’sı, ekrandaki görünümü, konuşması gibi net, gösterişsiz, kendini bilen bir siyah, süt beyazı bacaklarıyla yaptığı kontrastı kanın beynime sıçramasına sebep olacak bir siyah. Kıvırıp altındaki hazineyi bir köpek gibi yalamak için sizi yerlerde sürünmeye teşvik edecek kadar vakur bir siyah.

Ama dayandım…

Kremleme bittiğinde Helin “aferin Erdi, bu aşamayı geçtin. Şimdi daha zoru başlıyor.” deyip koltuğundan kalktı ve “tuvalete git” diye emretti. “Tuvaletimiz unisex” derken göz kırpıyordu.

Odasından 20 adımda ulaşılan tuvalete girdim ve beklemeye başladım. Melda ve Ferhat beni kabine girip kapıyı açık bırakırken görmüşler, fakat pek aldırmamışlardı. Helin’in otorite oyunu demek sadece Murat’ın üzerinde işlemiyordu. Tüm ofis onun gönüllü kölesiydi.

Helin hemen arkamdan gelip kapıyı kapattı.

“Ben senin düşün müyüm kabusların mı, göreceğiz Erdi” dedi ve dizlerimin üzerine çökmemi emretti. Gözlerimi külotuna dikmemi istedi ve elbisesinin eteğini kaldırdı.

“Bu siyah külotları çok seviyorum, çok kolay bulunuyorlar. Her gün bir tane kirletiyorum ne yapayım.” Demesiyle külotunu yana sıyırıp yüzüme işemeye başlaması bir oldu.

“Altın duşun tadını çıkar, çılgın çocuk!”

Dudaklarımı açmamı, suratıma sıçrata sıçrata işerken sidiğini tatmamı ve yutmamı istememişti merhametli tanrıçam. Bu, benim içimdeki pis kölenin bunu düşünmediği anlamına gelmiyordu elbette. Dudaklarımdan ağzıma süzülebildiği kadarıyla tadı hoşuma gitmişti, itiraf etmeliyim. Onu yudum yudum içebilir miydim onu bilmiyorum. Yüzüme çarpan sıvı omuzlarıma, göğsüme, karnıma ve oradan tuvalet zeminine dökülürken aşağılanmışlığı yaşıyor fakat köpekçe hayranlığımı kontrol edemiyordum. Ruhumdaki savaş sikime kan pompalıyor, içimdeki erkek ve içimdeki kölenin savaşında, güçsüz, hayran sümsük köle kazanıyordu.

Çişinin son damlalarını da yüzüme düşürdükten sonra toparlandı, tuvalete gelirken ayağına yeniden geçirdiği topuklularıyla omzuma tekmeyi basıp “Şimdi ne yapıyorsan yap” dedi ve kapıyı çarpıp çıktı.

Sıcak sıvıyla sırılsıklam, tuvalette yalnız bırakılmıştım. Helin benim egomun bunu kaldıramayacağını düşünmüş olmalıydı, fakat ben egoma değil, içimdeki köleye ve sikime kulak veriyordum. Sağ elim çoktan bacaklarımın arasına gitmişti, tanrıçama bu yalnızlık anı için müteşekkir, pantolonumu indirmiş, sahibemin sıcacık sıvısıyla kaplı, sırtımı duvara dayayıp sol elimin parmaklarını emerek 31 çekmeye başlamıştım.

Döllerim tuvalet zeminine yayılırken tuvaletin kilitli olmayan kapısını Melda açtı. Önce sikime, sonra halime, en son zavallılıkla zevkin doruğu arasında gidip gelen yüzüme baktı. Bu manzara ona yabancı olmamalıydı. Melda’nın tam elim sikimde patlarken tuvalete girmiş olması ise, benim hiç mi hiç umurumda değildi. Helin’in altın halesiyle karşılaştırınca Melda sigaramı söndürdüğüm çiçekliğin toprağından fırlayan bir solucandan farksızdı benim için.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir