Almanlar – 1

Gülnihal’le İngilizlerle otelde geçirdiğimiz geceden beri görüşmemiştik. Kaç ay oldu? John’un yüzüne oturduğumda bana şaşkınlık ve iğrenmeyle bakışı gözümün önünden gitmiyordu. Bir daha da aramamıştı ya beni Bu durum biraz da kendimle hesaplaşmama neden olmuştu. Özellikle de ikibuçuk sene önce Ankara’ya gittiğimde yediğim haltlarla arama mesafe koymam gerektiğini düşündüğümden, kendim çekidüzen vermiştim. Eskiden ayda birkaç kere de olsa, eşim yattıktan sonra telefonumu elime alır, erotik resimlere bakardım. Kimi zaman kontrolden çıkar, düpedüz porno izlemeye dönerdi. Özellikle de doggystyle diyorlar ya, onlara bayılırım: hani şu kamera kadının yüzüne bakar, kadının gözleri şevk ile kaymıştır, arkasında görünen kaslı adam pompaladıkça yüzü kameraya yaklaşır uzaklaşır, yaklaşır uzaklaşır… İşte ben de yüzümü ekrana iyice yaslar, sanki aynaya bakıyormuş gibi kendimi parmaklayarak yaylanırdım. Bazen adam kadının saçını çeker, kafasını yataktan sertçe kaldırır… Bir de video var ki çok sevdiğim, kadının ağzında kırmızı bir top, ses çıkaramıyor: Kadının sessiz inlemeleri, adamın hırlamaları… Ay, yazdıkça bir tuhaf oldum!

Telefonumun ekranında Gülnihal’in ismini gördüğümde o yüzden şaşırdım. Benimle görüşmek istemediğini sanıyordum. Oysa telefonda sesi öyle neşeli, adeta şakıyordu. Akşam üstü dışarıda buluştuk, konuştuk. Meğer o da bana öyle ısrar ettiği için çok utanmış, aramak istememiş. Sonra sonra yaptığımız şeyin ne kadar harika, ne kadar özgürleştirici olduğuyla kafayı bozmuş. Bir fırsat daha aranıyormuş. Arkadaşının arkadaşı Almanya’da yaşıyormuş, o demiş, ben seni tanıştırırım diye. “Dur, dur, dur,” dedim. Şaşırdı. “Ne diyorsun sen? Ben bir daha istemiyorum böyle bir şey yapmak.” İşte o zaman bozuldu. Bana güvenmişmiş. Şimdi iki tane adam haftaya buraya geliyormuş, tatile, onlarla sözleşmişmiş. Ağzım açık dinliyorum: Ama yalnız başına korkarmış görüşmeye, ya başına bir şey gelirse? Hiç olmazsa yanında gelseymişim. Sorumluluk hissetmiyor değildim Gülnihal hakkında. Biraz uçuktu her zaman. Seks konusunda ikibuçuk senedir anlattıklarımdan da çok etkilenmişti. Eğer başına bir şey gelirse benim suçum olurdu. O yüzden itiraz etmeye biraz ara verdim ve onu dinledim. Resimlerini gösterdi. Birinin adı Peter’mış, 30 yaşındaymış. Beyaz tenli, açık kumral, pos bıyığı yüzüne komik bir ifade veren bir oğlan. Spor merkezinde resim çekip göndermiş. Üzerindeki tişörtü çıkarınca yuvarlak omuzları, baklava dilimi gibi şekilli sert karnı ortaya çıkmış. Sırtında kanatları açık bir kartal dövmesi. Öyle body building manyağı değil. Nasıl güzel bir şey! Bir sonraki resmi görünce sıçrıyorum. Arkamızda biri var mı görecek? Elinde erkekliği, düz, boru gibi, dibinde sarı sarı tüyler. Gülnihal kıkırdıyor. Yazışmışlar internetten. Bir çeviri programı kullanmış (İngilizcesi hiç yok Gülnihal’in), pek olmamış, sonunda video ile bağlanmışlar. “Nasıl cesaret ettin?” diye soruyorum. “Yüzümü göstermedim ki, ne olacak?” diyor. Bir sonraki resim, kardeşi Markus’muş, 26 yaşındaymış. Sarı saçlarını tepede topuz yapmış, abisinden kısaca, belki daha kaslı ama topluca ve ufak bir göbeği var. Tatile Türkiye’ye geliyorlarmış. “Ne olur Gözde, ne olur,” diye yalvarıyor bana, “buluşalım şu çocuklarla bir gece. Hayatımız boyunca hatırlayacağımız bir gece olacak, eminim.” Hayatım boyunca hatırlamak istediğim bir gece daha istediğimden emin değilim.
Tahmin edersiniz ki o gün yaklaştıkça heyecanıma yenik düştüm. Yoksa buraya bu hikayeyi yazıyor olmazdım, değil mi. Eşimi kandırmak zor olmuyor, ben evden çıkmayalı aylar olmuş. Arkadaşım üzgünmüş, destek olacağım. Öyle dedim.

Öğleden sonra buluştuk Gülnihal’le. Heyecandan yerinde duramıyordu. Ne giyeceğini seçmesi belki birbuçuk saat sürdü. Benim üzerimde işlemeli bir gri bir tunik, altımda sade beyaz bir tayt, başımda parlak ipek bir örtü, o kadar. Bu arada Gülnihal üç kere bütün bu macerayı iptal etmeye kalktıysa da artık çok geçti, izin vermedim. Bir keresinde telefonu elinden zorla almak zorunda kaldım. Evden çıktığımızda titriyordu: Heyecan mı endişe mi?
Gül Apart, oda 202. Neyse ki her binanın ayrı kapısı var. Resepsiyonu pas geçip, iki katlı bir binanın yanındaki kısa merdiveni tırmandık ve üzerinde gül desenleriyle bezeli 202 yazan, mavi bir kapının önünde durduk. Ana yoldan görünmüyorduk, karanlık ve ağaçlar bizi iyi saklıyordu. Gülnihal bana baktı, kapıyı ben çaldım. Anında açıldı. Resimdeki Peter şimdi karşımızda. Sandığımdan da uzun ve genişmiş vücudu, 1.80’in üstünde. Çıplak, teni banyodan yeni çıkmış gibi nemli, bir tek belinde bir havlu var. Alt dudağını ısırarak bizi süzdü. Gözleri bende bir an durdu, başımın örtülü olmasına takılmış gibi. Ya da yaşımızı mı dert etti? Aramızda 10 yaş olsa gerek, kendimi birden yanlış yerde, yanlış bir şey yapıyormuş gibi hissettim. Bir şeyler dedi, İngilizce, banyodaydım falan dedi herhalde. Bir tek “Your early” dediğini anladım. Erken gelmişiz.

Ceketlerimizi astık, sonra Peter’i takip edip içeri girdik. Tuttukları oda büyükçe, belki iki kişi için fazlaca büyük. Girişte sağda bir banyo, içeriden su sesi geliyordu. Markus banyodaydı herhalde. Solda bir oturma alanı vardı. Ufak bir hoparlörden sözsüz, elektronik bir müzik yayılıyordu. Odada gri, kumaş, yatağa dönüşen üç kişilik bir koltuk, iki de krem rengi berjer vardı, berjerlerin üzeri kıyafet dolu. Berjerlerin arasında iki tane valiz, fermuarları yarı açık. Bir de ufacıcık bir mutfak alanı yapmışlar, tezgahta bir şişe şampanya ve kadehler duruyordu. Peter bize birer kadeh doldururken etrafa baktım. Oturma alanı iki koca kapıyla hemen karşımızda bir yatak odasına açılıyordu. Ayrı bir odadan ziyade, oturma alanının uzantısı gibi. Ortasında kocaman bir çift kişilik yatak, örtüsü azıcık bozulmuş ama henüz kimse üzerinde uyumamış. Yatağında yanında bir valiz daha duruyordu. Üç valizle gelmişler, diye düşündüm. Kafamı çevirince Peter’la göz göze geldik, elinde bir kadeh, bana uzatıyor. Kafamı iki yana salladım. “Thank you,” dedim. Şirin bıyığının altından şakacı bir şekilde güldü ve başını bana inanmaz bir şekilde yana yatırdı. Sanki: Madem içki içmiyorsun, ne işin var burada? Öyleyse haklı! Gülümseyip kadehi aldım. Battı balık, yan gider. Kıpkırmızı olmalıydım utançtan, sıcak basmıştı. Şampanyayı dilimin ucuyla tattım. Köpükleri bardağın içine eğdiğim burnuma çarpıyordu. Şekerli tadı hoşuma gitti doğrusu. Büyükçe bir yudum alırken popomu berjerlerin birine yasladım ve Peter ve Gülnihal’i izlemeye başladım. Ortak konuşabildikleri bir dil yoktu, o yüzden birbirlerine dokunmaya başlamışlardı bile. Gülnihal ellerini Peter’in biçimli omuzlarında gezdiriyor, kuvvetli pazılarını okşuyordu. Peter ise uzandı, Gülnihal’i çenesinin altından tutup öptü. Sanki uzun süredir birbirlerini tanıyor gibiydiler. Kaç kere İnternetten video ile mastürbasyon yaptı bunlar? O sırada banyodan bir takırtı geldi. Duşakabin? Markus duştan çıkıyordu herhalde. Bir süre kapıya baktım, sanki ha açıldı ha açılacak. Neden sonra kafamı bizim çifte çevirdiğimde ne göreyim! Peter’in havlusu yere düşmüş bile, Gülnihal yerde, dizlerinin üzerinde. Durduğum yerden oğlanın sırtını kaplayan renkli dövmeyi inceleyebiliyordum. Yan karın kaslarını ve ufak, taş gibi sert poposunu da… Fakat Gülnihal’in ne yaptığını göremiyordum. Sessizce bir adım attım, bir tane daha, öne azıcık uzandım… O zaman görebildim: Gülnihal bir eliyle dibinden tuttuğu erkekliğin kafasını ağzına almış, ağır ağır kaydırıyordu dudaklarının arasında, gözleri kapalı. Peter’ın eli kadının başında, yönlendiriyordu onu, bir yandan bir şeyler fısıldıyordu, muhtemelen Almanca. Bana bakmıyorlar ya, elimi bacak arama götürdüm, taytımın üzerinden kendime dokundum. Ayyy… Beklediğimden daha azgındım! Gülnihal’in kafa hareketlerine uydurdum elimin hareketlerini, ağır ağır kendimi okşayarak…

Birden Gülnihal’in gözleri açıldı ve bana baktı. Elimin nerede olduğunu görünce gözleri parladı. Peter Gülnihal’in bakışını takip etmiş olsa gerek, o da bana bakıyordu şimdi. “Come,” dedi, “we can start while…” sonrasını anlamadım. Kadehi sehpaya bıraktım (Kadeh boş!) ve bana doğru uzattığı eli tutup beni kendine çekmesine izin verdim. Elimi Gülnihal’in ağzındaki erkekliğine götürdü. Taş gibi sert erkekliğini dibinden, ince sarı tüylerini sararak tuttum. Gülnihal’in yumuşak dudakları Peter’in sapında kayarken hafif hafif parmaklarıma değiyordu. Peter uzanıp dudaklarımdan öptü. Yumuşak bıyığı üst dudağıma batıyordu, dudaklarımı araladım, dili ağzıma girdi nazikçe, dillerimiz ağzımın içinde birbirine dolandı. Eli az önce benim elimin olduğu yere girdi, bacaklarımın arasına, ve kadınlığımın dudaklarını kavradı. İnlediğimi o an farkettim.

Arkamda biri olduğunu farkettiğimde bir an ürperdim. Kafamı arkaya çevirdim ama tek gördüğüm bir karaltıydı. Markus olduğunu sandığım adamın çıplak, nemli teninden sabun kokusu yayılıyordu. Tüniğimin düğmelerini açmaya başlarken vücuduma iyice yaklaşmıştı. Sert erkekliği ince taytımın üzerinden tam kalçalarımın arasına değiyordu. Peter tekrar dudaklarıyla dudaklarımı buldu. Dilimiz artık ağzımızın dışında sarılıyordu. Tüniğimin son düğmelerine gelmişti Markus, erkekliğinin kafasını anüsüme iyice yaslamıştı. Tüniğim sütyenimle birlikte sıyrılıp atıldı. Terli omuzlarım serin odada ürperdi. Markus’un elleri uzanıp memelerimi avuçladı. Dudakları omuzlarıma değdi. Peter taytımın lastiğinden içeri sokuyordu parmaklarını, çıplak kadınlığımı avuçlaması için bacaklarımı iyice açmıştım. İçeride sırılsıklamdım, yanıyordum. Markus’un elleri taytımı aşağı indiriyordu.

Peter yüzünü benden uzaklaştırdı. Gülnihal ayağa kalkmıştı. Bir an göz göze geldik. Gözleri çılgınca parlıyordu: Bu kadın İngilizlerle ne yapacağını bilemeyen kadınla aynı kişi mi? Üzerinde bir tek limon rengi elbisesi kalmıştı, onu da bir eliyle belinde topluyordu. Peter’e arkasını döndü; Peter’ın erkekliği hala elimde olduğu halde hafifçe öne eğildi ve elimdeki erkekliği bacaklarının arasına yerleştirdi. Peter’ın sağ eli kadınlığımdaydı, sol eliyle Gülnihal’in bir genç kızın poposu gibi bembeyaz ve yuvarlak kalçasına bir şaplak indirdi. Ay! diye bağırıverdi Gülnihal. Ama gülüyordu. Peter’ın bıyığının altından dişleri görünüyordu. Markus taytımı dizlerime kadar indirmişti ki… kapı çaldı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir