Zamanın Ötesinde – 1. Bölüm

23 Eylül,
2024

Tüm hayatım boyunca babamın kim olduğunu merak etmiştim, ancak tek gecelik ilişkilerinde annemi hamile bıraktığı günden sonra sırra kadem basmıştı ve ona dair hiçbir iz yoktu. Ta ki bir gizemli adam, bir bankta oturduğum esnada ansızın yanıma gelip babamın bulunduğu adresin olduğu kağıdı elime sıkıştırana kadar…

Kağıtta yazılı adres, Beyoğlu’nda bulunan bir sokağa aitti. Herhalde babam oralarda olmalıydı.

Kendimi iyice toparladım, yemeği yedim ve annemi arayıp kontrol ettim. Her şey yolundaydı. Hacıosman metrosuna atlayıp Taksim istasyonunda indim.

Bir pazartesi akşamı olmasına rağmen meydan kalabalıktı. Hızlıca ilerleyerek İstiklal Caddesi’ne girdim ve Google Maps’e kağıttaki adresi yazarak ara sokaklardan birine saptım. Istiklal’in aşağılarına, Cihangir’e doğru ilerliyordum anlaşılan.

Nihayet varmam gereken binaya geldim, büyükçe bir binaydı ancak eski püsküydü. Öyle ki apartmanın dış kapısını iter itmez açılmıştı. Kağıtta -1. kat yazıyordu, bodrum kata doğru aşağıya indim. Aşağısı terk edilmiş, örümcek ağlarıyla dolmuştu. Bir koridor vardı ve koridorun sonu apartmanın arkasında kalan ufak bir bahçeye açılıyordu.

Biraz korkmaya da başlamıştım ancak buraya kadar geldiğim için yapacak bir şey yok diyerek bahçeye doğru ilerledim. Bahçenin avlusunda bir kapı vardı, kapının üstüne yapıştırılmış kağıtta benim ismim yazıyordu. Ancak kapı sanki bir kömürlük/depo kapısı gibiydi. Kafamda binbir soru ve merakla kapıya doğru ilerledim ve kapıyı açtım…

Ardından sanki elektrikli süpürgenin yerdeki şeyleri çekim gücü gibi bir hava kuvveti beni içeri çekti ve kapı arkamdan kapandı, ne olduğunu anlayamamıştım ve gözlerim kararmaya başladı.

21 Haziran,
????

“Hoop hemşehrim iyi misin???”

“İyiyim iyiyim. Burası neresi?”

“Ohooo kafan bi dünya anlaşılan. Nere olacak Gezi burası. Senin gibi ne kadar it kopuk varsa hep burada mübarek…”

Yavaşça gözlerimi açtım. Önümde bir belediye temizlik görevlisi vardı, baygın baygın yerde yattığımı görünce beni kontrol etmişti anlaşılan.

Fakat burası deminki yer değildi, Gezi Parkı’nın çimenlerinde uzanıyordum. Ne ara buraya gelmiştim? Nasıl olmuştu bu?

Toparlanır toparlanmaz üzerimde telefonun olmadığını fark ettim.

“Allah kahretsin! Telefonumu çalmışlar!”

Beni uyandıran temizlik görevlisinin dikkatini çekmişti bu yakarışım:

“Telefon mu? Aha şu televizyonda gördüğümüz küçük aletlerden mi bahsediyon? Onlardan bende olacak da böyle ulu orta yerde sızacam hey anam hey…”

Ne demek istediğini anlamadım, umurumda da değildi. Toparlanıp yürümeye başladım. Ancak bir gariplik vardı, kafam mı güzeldi bilmiyorum ama ortam değişikti. Taksimden İstiklal Caddesi’ne giriş yaptığım an şok oldum. Sabahın ilk ışıklarıydı fakat beni asıl şok eden ortamın yemyeşil ağaçlarla kaplı olmasıydı.

Burası bildiğim İstiklal Caddesi değildi. Mağazalar farklıydı, ortam farklıydı. Kafam durmuştu, dümdüz yürüyordum öylece. En sonunda bir büfeye denk geldim ve büfenin önünde gözüme çarpan gazeteye büyük bir dehşetle baktım. Gazetenin tarih kısmında “21 Haziran 1999” yazıyordu. Diğer gazetelere baktım, hepsinde aynısı yazıyordu!

“Bu gazeteler niye eski tarihte böyle? Ayrıca bu cadde ne ara bu kadar hızlı değişti?”

Büfeci adama doğrudan sordum ancak pek bir şey anlamamıştı.

“Ne? Ne eskisi? 21 Haziran değil mi onlar?”

“Evet ama 1999 yazıyor? “

“Ee??”

“Ne ee’si? 2024’teyiz ye hani onu diyorum.”

Ardından rahatsız edici bir kahkaha patlattı.

“ Anlaşılan kafan güzel, hadi işine bak biraderim. Hadi işine…”

——

O sabahın gecesi olmuştu ve birçok şey kafamda oturmuştu. Nasıl olmuştu bilmiyorum ama 1999 senesindeyim, bildiğin 1999 ve galiba zamanda geriye gitmiştim. Halen kafam almıyordu, acaba tüm bunlar rüya mıydı?

Kolumdaki saati satarak birkaç yüz “milyon!” alıp önce karnımı doyurmuş sonra rastgele bir barın yolunu tutmuştum. İçtikçe içtim, kendime gelmek ve uyanmak istiyordum bu kabustan. Kafam bir dünya olmuştu. Bar masasında içerken yanıma bir kadın yaklaştı. Kafam güzeldi iyice. O da biraz çakırkeyf gibiydi. Melankolik bir hali de yok değildi. Yalnızdı üstelik…

“Şişeyi bitirmene yardım edeyim mi? Yoksa kendini zehirleyeceksin bu gidişle ve doğum günümde ölmeni istemem…”

Melek gibi güzeldi, sesi desen huzur vericiydi. Sarhoş kafanın etkisiyle bir an ona aşkla baktım, bunu fark etmiş olsa gülümsedi ve yanıma oturdu.

Sonra içmeye başladı. Ben de devam ettim. Bir süre sonra öpüştük.

Gerisi bölük pörçük. Beni yalnız bırakmak istemeyen bu kadın, bir şekilde taksiye bindiriyor. O da yanımda. Omzuna yaslanıyorum. Sonra anahtar sesiyle uyanıyorum, kapıyı açıyor, bir evin kapısı. Birlikte içeri giriyoruz. Anlaşılan kendi evi.

Ardından bedenlerimiz birbiriyle buluşuyor. Çırılçıplağız. Sarhoşluğumun etkisiyle fazlasıyla çoşkuluyum yatakta, evire çevire her pozisyonda beceriyorum o kadını yatağında. Zevkle inliyor, tırnaklarını sırtıma geçiriyor, inliyor, kucağımda zıplıyor, boşalıyor… dudağıma yapışıyor… Tıpkı annem gibi öpüyor… Tıpkı annem gibi kokuyor… Tıpkı annem gibi seviyor….

Tüm gece sevişiyoruz ve uyuyakalıyoruz. Öğlene kadar deliksiz uyuyorum ve uyandığımda önce yataktaki kan sonra ortam dikkatimi çekiyor. Neredeyim? Ne ara buraya geldim? Yavaş yavaş hafızam kendine gelmeye başlıyor…

Yataktan kalkıp odadan çıktım. Başım ağrıyordu ve kafam durmuştu. Salonda dün geceki kadını fark ettim, koltukta oturuyordu ve beni gördüğüne memnun olmuştu.

“Ooo nihayet uyandılar demek beyfendi. Günaydınnn”

“Günaydın… ne ara buraya geldik ki…”

Gülerek karşılık verdi,

“Ohooo hiçbir şey hatırlamıyoruz anlaşılan. Tüm gece beni uyutmadığını da hatırlamıyorsundur alla bilir… “

“Bazı şeyleri hatırlamıyor değilim de…”

Oturduğu koltuk karşısında, vitrinde yer alan bir fotoğraf gözüme çarptı. Bu fotoğraf anneme aitti? Fakat daha da ürperticisi, karşımda duran kadın da anneme çok beziyordu. Korkarak sordum:

“İsmin… Leyla değil, di mi?”

Gülümsedi ve biraz da şaşırdı.

“Evet Leyla ama hayret. Hiçbir şey hatırlamıyorsun sanıyordum…”

İki elimi başıma götürdüm, dünyam kararmış gibi hissettim bir an… her şey tek tek yerine otururdu… “allah kahretsin” dedim yavaşça, duymadı ama garip tavırlarım dikkatini çekmişti.

“Ben en iyisi çay demleyeyim sana. Kahvaltıyı da hazır olur birazdan.”

Kalkıp mutfağa gitti. Oturduğu koltuğa ben oturdum ve gözlerimi kapatıp tüm olan biteni tek tek kafamda oturtmaya çalıştım….

Mart 2000’de doğmuştum.

Babamı hiçbir zaman tanımadım.

Annemle senelerdir gizli ilişkim vardı.

Senelerdir babamın kim olduğunu merak ediyordum.

Annem hamile kalmıştı.

Bir adam yanıma gelmiş ve bana bir adres vererek babamı orada bulacağımı söylemişti.

Adresin olduğu yere gittiğimde kendimi açıklanamaz bir şekilde 1999 senesinde bulmuştum.

Kafayı sıyırdığımı düşünmüş ve tüm gün boş boş gezdikten sonra bir barda kafamı bulmuştum.

Sonra barda dikkatini çektiğim bir kadın yanıma gelmiş ve birlikte içmiştik.

Beni evine götürmüştü.

Sabaha kadar sevişmiştik.

Gazetede Haziran 1999 yazıyordu.

9 ay sonrası ise Mart 2000 idi!

Babamın kim olduğunu nihayet öğrenmiştim…

Tüm hayatım boyunca merak ettiğim, annemin bana çok benzediğini söylediği, zaman zaman bizi yüz üstü bıraktığı için küfürler ettiğim o adam, bendim…

Her ne kadar akıl sır erdiremesem de maalesef ki bendim!!!
—-

Bir süre sonra Leyla ile karşılıklı çay içip kahvaltı ederken artık umursamaz bir ruh haline bürünmüştüm. Karşımdaki kadın benim yaşıtım gibi görünmesine rağmen benim gelecekteki annemdi ve bunu ona söyleyemezdim. Daha da ötesi, onu dün gece hamile bırakmıştım ve karnındaki çocuk, 9 ay sonra doğacak olan bendim!..
Çayımı yudumladım. Dayanacak durumda değildim. Bir süre sonra ondan izin isteyerek ayrıldım, bana sorduğu son şey ismim olmuştu. “Enes” ise ona söylediğim son kelime. 9 ay sonra oğluna vereceği isim olduğunu o an kafamın bir dünya olmasından ve yaşadığım büyük travmatik şoktan dolayı algılayamamıştım bile…

Yemyeşil İstiklal Caddesi’nde, kağıtta yazılı olan o kahrolası binaya doğru koşarak gidiyordum….

(Final bölümü ya da bölümleriyle devam edecek)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir