Kaçış 2

Uyarı: Kan, Şiddet

“Yaralı mısın?”

Evet. Evet ve nereye kadar dayanabilirdim, bilmiyordum. Ama bu mücadelede onunla beraber olmak, yalnız olmadığımı bilmek, sadece saatler önce yaşadığımız ihanete rağmen umut veriyordu. Şu anda güvenebileceğim tek kişi Ghost’tu, ne emir komuta, ne de telsizden gelen başka bir ses..

“İyiyim, ilerliyorum” diyebildim. O yaralı mıydı? Sesi öyle gelmiyordu, geçmişini düşünürsek pek de sanmıyordum; ilerleyemeyecek kadar yaralı olduğu bir görevi bile hatırlamıyordum. Sanki acı ona güç veriyor, her seferinde besliyor gibi davranan bir yaratıktı Ghost benim gözümde. Yüzünü asla görmemiş olmamın verdiği bir çekicilik de vardı; ne merkezde, ne alanda, ne de başka bir yerde maskesini asla çıkarmıyordu. Bazen düz siyah, bazen yıpranmış kuru kafalı olanlardan, bazen de medikal, ama her zaman maskeli.

Bunları düşünürken, telsizden cevap gelmediğini fark ettim. Sesimden anlamış olacak ki, iyi olduğuma inanmamıştı, ama doğruyu söylemenin ikimize de faydası olmayacaktı.

Etrafa odaklandıkça sokağın diğer tarafından insan sesleri duymaya başladım. Hem erkek hem kadın çığlıkları, iki el ateş sesinden sonra bağırışların aniden kesilmesi ve yere yığılma sesleri..

“-polisler her yerde. Onları şurada sıraya dizin, bakalım dedikleri kadar sadıklar mıymış.”

Graves’in sesiydi bu, El Sin Nombre’ye sadık polislerle beraber sivilleri de harcıyorlardı.

“Graves sivilleri hedef alıyor” köşeden baktım, sokak girişinde sivillerin başında duran Shadow’lar arkalarını döndüğü an karşı tarafa geçtim, evin duvarına arkamı vererek yürümeye başladım. Hareket etmek çok zorluyordu, en kısa zamanda ilk yardım malzemeleri bulmam lazımdı.

“Gerilla savaşı. Hayatta kalman lazım Rant” diye cevap verdi Ghost. Evet, ona ulaşana kadar hayatta kalmalıydım. Sonra..

Sonrasını o düşünmüştür.

“Silah bulmam lazım” glock’uma mermi bulmaktan daha kolaydı.

“Shadow’lar ne güne duruyor?” dedi, sesinde hafif bir ironi vardı. Saatlerdir ilk defa sırıtma ihtiyacı hissettim.

“Önce bir bıçak bul diyorsun..”

“Benimkileri bulursan getir. Eksikliklerini hissediyorum.”

“Buradan sen de mi geçtin L.T?” onun geçtiği yerlerden geçmek işimi kolaylaştıracaktı.

“Evet. Kuzey tarafta bir kilise var, oraya ilerlemeye çalışıyorum. Orası buluşma noktamız olacak. Ben geçene kadar kendini koru.” otoriter sesi geri gelmişti, odağımı kaybetmemeye çalıştım.

“Emredersiniz” dedim ve karanlık sokaklarda ilerlemeye başladım.

Evlerin hepsinde elektrik kesikti, çoğu zaman karanlıkta yolumu bulmaya çalışıyordum. Pencerelerden girerek, evlerin ve dükkanların içinde bana yarayacak şeyler bulma amacındaydım. Hangi eve girersem gireyim, ya bir çatışma izi, ya da bir mağdur vardı, bu kadarını beklemiyordum.. Sokakta Shadow’ların sesleri gelmeye devam ediyordu, hepsine yapmak istediğim belliydi ama en mantıklısı, hazır olmadan hiç biriyle karşılaşmamaktı. Bu yüzden hem sokaktaki sesleri dinleyerek, hem de evden eve geçerek malzemeler topladım.

Graves’in “Ingilizleri bulursanız ne yapmanız gerektiğini biliyorsunuz. Ölü ya da diri.” dediğini duymuştum.

Duvara yaslanarak biraz sakinleşmeye çalıştım, niye böyle olmuştu? Daha bir kaç gün önce El sin Nombre operasyonunda beraber çalıştığımız adam değil miydi bu?

“Graves bizi de arıyor” dedim.

“Şu zamandan sonra kimseye güvenemeyiz. Sadece ikimiziz Rant.”

Bu cümleyi duyduğum çok senaryo düşünmüştüm kafamda. Genelde gece yatağıma uzanmışken… Ama hiçbirinde şu anda olduğumuz durumu tahmin edememiştim.

“Alejandro’ya da mı?” Alejandro bizim kardeşimizdi…

“Ona güvenebiliriz ama nefes alıyor mu bilmiyorum. Kendine odaklan.”

“Emredersiniz” dedim gene. Ghost’un bir astım olarak verdiği emre uyma sorumluluğu umudumu artırıyor, dikkatimi açıyordu. Ona ulaşmak kendimi düşünmekten öte bir sorumluluktu artık ve bu beni inanılmaz derecede heyecanlandırmıştı.

Bulunduğum evin içinde, koridorun köşesinde etkisiz hale getirilmiş bir Shadow vardı. Sadece bir bıçak ile… kimin olduğunu tahmin etmeme gerek yoktu bile.

“Bir tanesini buldum” dedim, kısık bir sesle.

“Mm. Kullanmana izin veriyorum.” Ghost öyle bir ses tonuyla cevap vermişti ki, önümde kanlar içinde yatan adamı unutup ‘neyi?’ deme dürtüsü kapladı içimi… Neyse ki durdurdum kendimi.

Nasıl aldığımdan bahsetmeyelim, ama artık kendimi koruyabilmek için bir bıçağım vardı. Shadow’un silahı yoktu, büyük ihtimal Ghost almıştı, ama ileride bir tane bulma planıma karşın üzerindeki mermileri cebime attım ve evden çıkmak için zemin kata indim.

Tam pencereden sokağa çıkarken, bir kaç metre ileriden bir ses gelmeye başladı; boğuk, ağır bir şeyin yerde sürüklenme sesi gibi. Hemen geri içeri atladım, ama atlarken ayağım kirişe takılınca dengemi kaybedip sertçe yere düştüm, tam açık yaralı omzumun üzerine. Kahretsin, çok ses çıkarmıştım…

“Kim var lan orda?” diye boğuk bir ses yükseldi, tabii ki bir Shadow, bu sefer canlısı.. Hepsi maske taktıkları için sesleri boğuk geliyordu. Sürükleme sesi kesilmişti, onun yerine cümlesi biter bitmez yere bir şeyin çarpma sesi geldi, ardından da Shadow’un hızlıca olduğum alana doğru koşma sesi.

Düştüğüm yerden ani bir manevrayla kalkıp sol tarafa doğru koşmaya başladım ama başım dönüyordu; evin mutfak tarafında bahçe kapısı vardı, karanlığın yardımıyla oradan çıkabilirdim. Birden evin içi beyaz ışıkla aydınlandı, Shadow pencereye ulaşmıştı…

“Sen, dur lan orada!” diye bağırdı, ateş ettiği an mutfağın içine doğru atladım ve tam ortadaki adanın arkasına kayarak çömeldim, bıçağımı çıkarıp sıkıca tutmaya başladım. Kurşunlar karşımdaki duvara isabet etmişti. Düşündüğüm gibi, 5.56. Cebimdeki mermilere uygun…

İçeri doğru adım adım geldiğini duyabiliyordum. Başım iyice dönüyordu ve burada kalamazdım, bahçe kapısı hemen önümdeydi ama adanın koruma açısından çıktığım an, Shadow beynimi delebilirdi.

“Ayağa kalk, kalk ayağa” diye bağırdı, ama olduğum tarafa geçecek gibi görünmüyordu, kapı eşiğinde bekliyordu. Silahlı olduğumu düşündüğü için dikkatli davranıyordu..

Onu yakın alanıma çekebilirdim.

“Buraya gel de kaldır.” diye bağırdım.

Önce bir sessizlik, sonra sanki komik bir şey varmış gibi gülmeye başladı, ve ortam birden tekrar karardı; silahının fenerini kapatmıştı?

Yavaş yavaş bana doğru gelen bot seslerini duyuyordum. Birden hata yaptığımı farkettim, bahçe kapısının üzerinde kilit vardı… Kalbim göğüs kafesime saldırmaya başladı. Camı kırmam gerekiyordu, bu da zaman demekti.

“1-4, ne bulduğumu tahmin etsene..” telsizine konuştu. Gelen cevabı duyamıyordum.

“Dişi olan. Hem de mutfakta..Tabii ki.”

Ugh.

Aniden adanın sağında belirdi, tam çömeldiğim yerden kalkarken M4’un namlusu alnıma doğrulmuş şekilde buldum kendimi. Aptalca bir hata yapmıştım, beklememem lazımdı.

Gözlerimi yukarı kaydırdım; karşımdaki Shadow camdan gelen loş ışıkta karabasan gibi görünüyordu. Benden en az one beş santim daha uzun, simsiyah üniformasını tam dolduran omuzlar ve cephane dolu bir göğüs… Kapşonuyla burnunun üzerine kadar çektiği maske arasındaki mavi gözleri ışığı yansıtıyor, zaten mahvolmuş aklıma göre rahatsız edici derecede Ghost’u andırıyordu.

“Ayağa kalkacak mısın, kaldırayım mı?” Sesini tehlikeli şekilde alçaltmıştı.

Namluyu alnıma doğru itmeye başladı, başım baskısıyla geri doğru gidiyordu.

Boğazıma gelen düğümü yutmaya çalıştım. Içimdeki gerçekten heyecan mıydı?

“Tamam, kalkıyorum” dedim. Bıçağı geri yerine sokmaya vaktim kalmamıştı. Şuan davranırsam, üstün gelebilir miydim? Hayır. Başka bir strateji gerekiyordu…

Ellerimi avuç içlerim ona dönük şekilde yukarı kaldırarak yavaş yavaş ayağa kalktım. Ne planlıyordu?

“Bıçağı sağa doğru fırlat.”

“Bak-”

“Fırlat dedim, sürtük,” dirseğini kaldırarak tetiği daha da yukarı hizaladı. Fırlattım, ve göz ucuyla nereye düştüğünü hesapladım.

“Aferin,” dedi ve namluyu alnımdan aşağı doğru yavaşça indirmeye başladı. Bu sırada gözleri benimkilere kilitlenmiş, sadece hayvani olarak nitelendirebileceğim şekilde bana odaklanmıştı. Namluyu indirdi, indirdi.. Dudaklarımın ortasında durdurdu.

“Ağzını aç.”

Ne?!

“Dediğimi yap yoksa tetiği çekerim.”

Ağzımı yavaşça açtım.

Namluyu dudaklarımın arasından içeri doğru soktu, dilimin üzerinde bekletti. Barutun acı, metalik tadı bunca yıldır silahla haşır neşir olduğum halde yabancı gelmişti.

Üç yıllık SpecOps, on yıllık mil hayatımda hiç böyle bir şey yaşamamıştım, yani, bu nasıl bir fanteziydi? Ve ben neden korkuyla beraber heyecan da duyuyordum?

Ağzım salyamla dolmaya başlamıştı. Yutkundum.

“Tadı nasıl?” diye sordu, sesi iyice alçalmıştı, ve duruşunu biraz düzeltmesinden herifin şuan yaptığından zevk aldığını anlayabiliyordum.

Şu durumda cevap mı bekliyordu?

“Cevap versene,” dedi, ve namluyu iyice boğazıma doğru itmeye başladı.

Metal boru küçük dilime değdiğinde, artık dayanamadım ve kusma refleksim devreye girdi.

İstemsizce ellerimle silahı kavrayıp çıkarmaya çalıştım. O da daha da itmeye başlayıp, beni ada ile kendisi arasına sıkıştırdı. Namlu iyice boğazıma doğru gidiyordu, istemsiz sesler çıkarıyordum, kusmaya çalışıyordum ama 10 saattir bir şey yemediğim için kusacak bir şey de yoktu. Ağzımdan salyalar akıyordu ama pislik herif durmuyordu, ben başımı geri çektikçe o daha da içime sokuyordu.

Ada tezgahının üzerinde, geriye doğru eğilmiş durumdaydım, o da bacaklarımın arasında.

Aramızda kat kat kamo kumaşı vardı ama pantolonun içindekinin sertleştiğini hissetmemek imkansızdı. Silahı içeri sokup sokup çıkarıyor, sanki ağzımı beceriyor gibiydi. Zorlamanın etkisiyle metal, dişlerimi kırmak üzere gibi hissediyordum.

Zar zor “Dou-dur” demeye çalıştım, ve silahtan elimi çekip omuzlarını sıkıca kavradım.

“Hmm?” dedi, gözleri dudaklarıma kilitlenmişti ama gerçekten de durdu. Silahı dişlerimin hizasına kadar çekti, en sonunda da ben başımı geri iterek hepsini çıkardım.

Derin derin nefes alıp, ağzımdaki salyaları elvidenlerimle sildim. Boğazım mahvolmuştu, kan tadı alıyordum.

“Ne istiyorsun?” diye zorladım kendimi, “Ne istiyorsun, yapacağım.”

Silahı hala bana doğrultmuştu, az ışıkta da olsa fark edebileceğim şekilde kanla karışık salyam silahın namlusundan benim üzerime akıyordu. Bir kere daha yutkundum..

Bir sürelik sessizliğin ardından bacaklarımın arasında biraz hareket etti, ve ikimiz de istemsizce inledik…

Maskesinin üzerinden gözleri küçüldü, zafer gülümsemesi.

Hızlıca cebinden bir bıçak çıkardı ve boğazıma dayadı.

“Pantolonunu çöz, yavaş yavaş.”

Önce bir korku kapladı içimi, ama sonra… İş buraya gidecekse belki de bir aralık yakalayabilirdim. Zevk aldığım bir aralık.

“Omzum ağrıyor.” dedim. Kolumun durumunu görmemiş olması imkansızdı.

Gözleri oraya bir anlık kaydı, sonra geri bana kilitlendi.

“Ee?”

“Çıkarmama yardım et,” dedim. Sesim istemediğim derecede kısık çıkmıştı.

Ofladı, sonra başka bir yeriyle düşünmeye başlamış olacak ki, bıçak hala boğazımdayken, silahını adanın diğer ucuna doğru itti. Ulaşmam imkansızdı, ama bu da bir adımdı.

Kalçalarımızın birleştiği yere girerek pantolonumun kemerini çıkarmama yardım etmeye başladı. Aşağı çok bakamıyordum, bıçak boğazıma değiyordu. Hafif bir kesik bıraktığına emindim.

Uzun bir uğraş sonucunda, ikimiz de kendi kemerlerimizin tokalarını çözmüş, fermuarlarımızı indirmiştik. Şuanki durumumuzda nasıl yapmayı planlıyordu bilmiyorum ama, kendi boxer’ından penisini çıkarıp, sıvazlamaya başladı.

Nefes alıp verişi derinleşmiş, gözlerindeki mavi tamamen kapkaranlık olarak bana bakıyordu. Arada dudağıma iniyor, sonra tekrar gözlerime kilitleniyordu.

Üzerimde dev gibi, ve gece hayallerimin baş kahramanı adama benzeyen biri, ucu sertlikten kızarmış penisini eliyle okşuyor, ve arada dudaklarıma dokunduruyordu. Boğazımın ve omzumun ağrısını unutturan, beynimi ele geçiren sıcacık bir his, tüm bedenimi ele geçirmişti. Tuttuğumu fark etmediğim bir nefes verdim, kalçamı ona doğru iterek, sürtünmeye çalıştım.

Bu bardağını taşıran son damla olacak ki, penisini dudaklarımdan içeri doğru sertçe sokarak, deliğime itmeye başladı. Klitorisime anlık sürtmesi, bastan asagi hissettiğim karşı koyulmaz bir zevke dönüşmüştü… Ama acıtıyordu, çünkü çok üst taraftaydı, ne kadar uğraşsa da bir türlü deliğimi bulamıyordu.

“B-bekle” dedim, gerçekten de eli hala dibini tutarken, durdu.

“Pan- pantolonumu çıkarman lazım” dedim.

Güldü.

Hafifçe geri çekildi, boğazımı demin penisini tuttuğu eliyle kavradı. Boğazımda derimi delmekle tehdit eden keskin bir metal, onun yanında da boğmakla tehdit eden kocaman eli vardı. Bu aslında benim geceleri düşlediğim fantezilerime tam uyan bir senaryoydu… ama yanlış zaman, yanlış kişi.

Yavaşça elini enseme doğru kaydırdı, ve ani bir şekilde sıkıca tutarak beni tezgahtan kolayca kaldırıp, arkamı çevirerek geri itti. Mermere yüzükoyun çakılmamak için dirseklerimin üzerinde kendimi dengeledim; tezgahın üzerine eğilmiş, ona sırtımı dönmüştüm artık. Kendimi iyice savunmasız, tamamen ona teslim olmuş gibi hissediyordum, içimde bel altımla hareket eden taraf, kendimi akışa bırakıp zevki iliklerime kadar hissetmemi, ama mantıklı taraf da Shadow’un odağının her an değişebileceğini söylüyordu.

Kendimle savaş verirken bıçağı gene boğazımda hissettim, bu sefer tam şah damarımın üzerinde.

Diğer eliyle pantolonumun yan tarafını çekiştirdi. Kumaşı kalçamın altına kadar indirdikten sonra, penisini deliğime dayayıp sürtmeye başladı.. Kahretttsiiinn…

Tüm bedeniyle üzerime çöktü.. Çok ağırdı ama tam istediğim şeydi bu..

Kulağıma eğilerek, “Hazır mısın 141?”

Dedi ve birden içime sapladı. Bacaklarımı tam açamamıştım, ıslanmaya da vaktim olmadığı için adeta yarıldığımı hissettim.

Bir anda dopdolu olmanın verdiği acıyla bağırdım, sesim yaralı boğazımdan kesikçe çıktı, ama aldırış etmedi. Arkamda nefes verirken zebani gibi gülerek, başına kadar çıkarıp tekrar soktu.

Tekrar çıkardı, tekrar soktu. Tekrar, tekrar… Her sokuşunda inliyor; enseme yasladığı başından tüm nefes alış verişlerini, tüm titreşimlerini iliklerime kadar hissediyordum.

Tam ağırlığıyla üzerimdeydi ve gerçekten dibime kadar dolu olmanın zirvesindeydim, aklımdan geçen tek şey ‘her şey çok fazla’ydı.

Biraz daha böyle ilerledikten sonra boğazıma yasladığı bıçağı biraz uzaklaştırdığını hissettim.

Kontrolünü kaybediyordu.

Beynimden bir sis kalkmışçasına, durumuma odaklanmaya çalıştım.

Sırtımı biraz kaldırarak üzerimdeki ağırlığını geriye atmaya çalıştım, ve kendi zevkinde o kadar kaybolmuştu ki, biraz da olsa kalktı..

Anında bıçağı tutan elini kavradım..

Baş parmağının altına var gücümle basarak, bırakmak zorunda kaldığı bıçağı elinden aldım…

Kendini toplamasına izin veremeyecek kadar kısa bir an içerisinde, vücudumu sola doğru döndürerek bıçağı kalçasının yan tarafına, ölümcül olmayan yerine sapladım.

Amacım onu ‘etkisiz hale getirmek’ değil, üzerinde üstünlük kurmaktı, ve öyle de oldu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir