Sel Dağı’nın Mağarası

Üniversitede kulüplerde faaliyet yapanlarınız olmuştur. Ben çok sosyal biri olmamama rağmen ilgimi çeken Dağcılık ve Mağaracılık Kulübü’ne takılmıştım bir ara. Bilmiyorum bizim üniversiteden dolayı mıdır, kulübe gelenler hep değişiyordu. Galiba çoğunluğu heves olarak geliyor ama en sonunda kimsenin ne zamanı, ne de gidilecek yerlere harcayacak parası olmadığı için sadece konuşmak ve planlamakla geçen toplantılar kalıyordu. Genelde hevesi olanların parası olmazdı, parası olanların da hevesi.

İşte böyle bir kulüp ortamında, herkesin bildiği ama pek kimselerin gitmediği bir mağara gezisi planlamıştık. Aslında sene başından beri konuşulsa da, en sonunda ikinci sömestrdeki vizelerden sonra gidilir diye düşünüyorduk. Toplantılara bazen yirmiyi aşkın arkadaş gelir, özellikle sınav zamanı kimse gelmezdi. Geçen seneden son anda iptal edilen gezinin travmasıyla bu sene de gidilmez diye düşünüyordu herkes. Ben ise en azından yol parasını denkleştiririm, sonra gerisini de borç filan bulurum diye planlıyordum. Tabii işin ekipman tarafı da vardı. Onu da kulüpteki elemanların bağlantılarıyla veya katkılarıyla çözeriz diye aklımdan geçiriyordum.

Sene başından beri planladığımız mağara gezisi yaklaşmıştı. Önce vize haftası yaklaşıyor diye azaldı kulübe gelenler, sonra vize haftasında ben de gidemedim pek. O yüzden kimlerin gideceği son güne kadar pek net değildi. Bu arada kulüpte benden başka gelmesini beklediğim arkadaşların isimleri Vedat, Zafer, Ergün, Selda ve Nehir idi. Yani bir aksilik olmazsa 2 kız, 4 erkek gidecektik. Geçen seneki planda daha fazla kişi katılacak diye konuşuluyordu. Bu sene anlattığım gibi katılımın az olacağı belliydi.

Plana göre vize haftasının ertesi Çarşamba günü yola çıkılacak, iki gece kamp yapılacak ve sonra hafta sonu da dönüş yapılacaktı. Ekipman konusunda herkes Zafer’e güveniyordu. Zafer bir zengin çocuğuydu ve aslında kendisi de zaman zaman okul dışında kamplara giderdi. Sanırım babasının da merakı olduğu için, çocukluğundan beri babasının teşviği ile böyle etkinliklere gidiyordu. Yalnız her zengin çocuğu gibi Zafer eşya paylaşımı konusunda biraz cimriydi. Ona ne kadar güvenebileceğimizi bilmiyorduk. Bu konuda bir süre Zafer’le çıkmış olan Selda’nın Zafer’i ikna edebileceğini içimden geçirdim. Yalnız Selda ile Zafer aralarında ne geçtiyse kötü ayrılmışlardı. Hatta kulübe ikisi de gelmesine rağmen birbirleriyle pek konuşmazlar, hatta biri geldiyse diğeri bir bahaneyle erkenden ayrılırdı.

Vize haftası geziyi düşünecek durumda değildim, okulu ciddiye alan her öğrenci gibi. Vizeler bittikten sonra, biraz sersemlemiş olsam da gezi tekrar aklıma gelince kafamı rahatlatacağı düşüncesi, geziye katılma isteğimi arttırdı. Kulübe pek gelen giden yoktu. Ergün’le konuştum, “Gelirim tabii” dedi. Vedat, Zafer gelirse gelmem diyordu. Nehir ise ailesinden izin alma durumuna göre belli olacaktı, tabii Selda’nın gelmesi şartına bağlıydı gibi görünüyordu. Selda ise üniversitede tanıdığım, en rahat ve bir o kadar da gizemli bir arkadaştı. Derslere pek girmezdi, pek ortalıkta görünmezdi ama demek ki zeki bir kızdı, hep iyi notlar alırdı. Selda’nın gelip gelmemesine baştan beri tahmin yürütmek oldukça zordu.

Salı günü de kimlerin geleceği belli değildi. Dolayısıyla otobüs biletlerini bile almamıştık. Sonradan herkes kendi biletini alsın diye konuşuldu. Ben artık gezinin yapılacağı kanaati oluştuğu için biletimi aldım. Aslında ortada ekipman bile yoktu. Yola çıkılacağı gün olan Çarşamba günü Selda’nın da biletini aldığını öğrendim ama onu göremedim ne okulda, ne kulüpte. Zafer’in geleceğini düşünüyordum, çünkü Pazartesi günü kamp ve tırmanış ekipmanlarını kulüp odasına bırakmıştı. Vedat isteksizdi o yüzden. Aslında Vedat da ekipman sağlayabilirdi, tanıdıkları vardı tırmanış ekipmanları olan. Nehir’in sınavları kötü geçtiği için ailesi izin vermemiş dediler. Bence zaten izin vermeyeceklerdi ya, neyse. Kesin gelirim diyen Ergün “Yok abi boşa masraf, hem ne göreceğiz orada” filan demeye başladı. Bu durumda ben, Selda ve Zafer veya Vedat’tan biri gelecek gibi görünüyordu. Zafer, Vedat’ın “O gelirse ben yokum” dediğini duymuş, “O zaman ben gelmiyorum” diye haber salmıştı. Vedat da Zafer gelecek diye bildiği için, kendine ona göre plan yapmış. Bu durumda Selda’ya ikimiz kalmıştık. Selda’nın numarasını aldım kulüpteki bir arkadaştan ve aradım, durumu anlattım. Selda beklediğimin üzerinde sıcakkanlı cevapladı, kulüpteki ekipmanları sordu yerinde duruyor mu diye. Ben “Duruyor tabii. Hatta Vedat da ekipman sağlayabileceğini söylüyordu” dedim. Selda, “O zaman Vedat’tan da alalım kamp malzemesi ve ekipman çıkalım bu akşam yola” dedi. Ben gidip gitmeyeceğimiz, hatta otobüs biletini iptal edelim mi diye sormak için aramışken Selda yol hazırlıkları ve daha önce konuştuğumuz detayları anlatmaya başlamıştı.

Selda’ya sordum, “Zafer’e söyleyelim mi ekipmanlarını alacağımızı kulüp odasından” diye. “Gerek yok sormaya, bana bir şey diyemez. Yalnız sen de Vedat’tan eksikler varsa tamamlamayı unutma” diye karşılık verdi. Çarşamba günü, hem kulüpten ekipmanları çıkartmak, sonra Vedat’ın aracılığıyla ikinci takım malzeme ve eksikleri tamamlamak için gün boyu koşuşturdum. Selda ile gün boyunca telefon trafiğimiz durmuyordu. Selda sanki telefonla herşey çözüyordu. Oradan oraya koşturan bendim halbuki. Gerçi Zafer’e gitti mi haber bilmiyorum, o tarafı çözmüş görünüyordu.

Sonunda otogara iki koca kamp çantasıyla gittim. Selda ben yoldayken bile, şunlar şunlar eksik mi diye beni darlıyordu. Bir de otobüse yetişememe ihtimalim belirince, bende soğuk terler de boşalmaya başlamıştı. Selda ise telefonda gergindi, konuşmalarımıza baksanız bütün gerginliği o yaşıyordu. Buna rağmen son dakikada geldiğim halde Selda sanki hiç bir şey olmamış gibi sıcakkanlı güler yüzle karşıladı. Ben daha fazla gerginlik çekmek istemediğim için hemen yumuşadım. Kamp çantalarını bagaja verince yaşadığım rahatlama hissini anlatamam. İşte o zaman gideceğimiz yeri düşünmeye başladım.

Otobüste Selda ile yerlerimiz ayrıydı. Muavine söyledik bizi birleştir diye. “Herkes otursun sonra” dedi muavin. Selda zaten tek kişilik koltuk seçmiş kendine. O yüzden kolay oldu koltuklarımızı birleştirmemiz. Selda ile ilk kez böyle uzun uzun baş başa konuşacaktık. Sohbetin başları tabii nasıl gün içinde stresle oradan oraya koşturmam üzerineydi. Selda da şununla konuştum, şunu aradım, şunu hallettim diye nasıl her şeyi çözdüğünü anlatıyordu. “Bütün gün koşturan bendim” diyemedim, daha ilk saatlerden aramız bozulmasın diye.

Gideceğimiz mağara küçük bir ilçenin yakınlarındaki bir dağdaydı. Mağaraya ya vadinin aşağısındaki ovanın yamacına kurulmuş ilçenin içinden geçerek gidebilirdik, ya da dağın arka tarafındaki boğazı geçtikten sonra ikiz tepeleri aşarak yaylada biraz oyalandıktan sonra mağaraya yukarıdan dalacaktık. Biz ilçe merkezinden gitmeyi tercih etmiştik. Prosedür gereği dağa çıkmadan jandarmaya haber vermemiz söylenmişti, olur da kaybolursak sonra bizi aramaya gelsinler diye. Jandarmaya gittiğimizde erler bizi komutanın odasına yönlendirdi. Selda rahattı ama, ben askerliğimi de yapmadığım için nedense gergin girdim komutanın odasına. Komutan bir astsubaydı, bizi görünce önce biraz süzdü ikimizi. İlk sözleri “Nişanlı mısınız” diye bir soruydu. Selda ve ben “Ne alaka” der gibisinden birbirimize baktık güldük sessizce. Komutan “Aileleriniz biliyor mu” diye sordu. Aslında dağa çıkacağımızı değil de, beraber baş başa çıkacağımızı biliyorlar mı demek istiyordu. Ben, “Evet mağara gezisine çıkacağımızı biliyorlar” dedim. Komutan Selda’ya dönüp, “Sadece ikiniz olduğunu da biliyorlar mı?” dedi. Selda, “Ne olacak ki, tek başıma gitmiyorum ki” dedi. Selda’nın cevaplayış tarzından, ona nasihat edemeyeceğini anladı. Sonra bir takım teknik sorulara geçti, ne kadar kalacaksınız nereden çıkacaksınız gibi. Biz de bir an önce işlerimiz bitsin de çıkalım havasındaydık.

İlçe merkezinde önce bir çorbayla bir şeyler yedik. Hatta kamp öncesi son normal yemeğimiz diye düşünüp, yiyeceğimiz yemeklerin fiyatına göre seçmedik. Yemekten sonra bir marketten yiyecek azık tarzı bir şeyler alıp, dağa ve mağaraya doğru yola çıktık.

İlçe bir vadinin altına uzanan bir ovanın dağa bakan yamacında kurulduğu için ilçede yerleşimin bittiği yerde dağ başlıyordu zaten. Hatta bu ilçenin yeni yapılan evleri vadinin altındaki ovaya kurulduğu için geçenlerde sel felaketiyle gündeme gelmişti. Hatta o yüzden gideceğimiz mağaraya arkadaşlar arasında Sel Dağı’nın mağarası ismini takmıştık. Selda önceki günkü telefon trafiğindeki konuşmalarımızdaki mesafeli tavrının çok uzağında sıcak bir sohbetle yürüyorduk. Tabii onu çok az tanımamın da etkisiyle onun konuşmasına daha çok izin veriyordum, onun da hoşuna gidiyordu konuşmak. Konuştuğundan mıdır, benden daha çabuk yoruluyordu ve mola veriyorduk sık sık.

Mağara ağzına geldiğimizde hava kararmak üzereydi. Mağaranın girişinde kamp kurmak yerine içinde daha güvenli olacağımızı düşündük. Önce ben, arkamdan o takip etti. Mağara ağzından girdikten sonra, biraz açıklık vardı ve gün ışığı artık oralara kadar gelmiyordu. Mağaranın girişinde daha önce piknik yapmış veya mola vermiş birilerinin atıkları vardı ama mağara içine pek girilmemiş gibiydi. Bir insanoğlu bir yere girecek de, çöpünü bırakmayacak mı. İnanılacak bir şey değil. Selda’nın da benim de kanaati çöp görmediğimiz için, mağaranın yaklaşık on metre kadar içlerine daha önce kimsenin gelmemiş olmasıydı. Bu on metrelik alanda sarkıt ve dikitler vardı ve düzlüklerinde ıslaklık olan yerler oldukça kaygandı. On metrelik bölümü geçtikten sonra mağara bitmiş gibi görünüyordu ama, ben yaklaşık üç metrelik duvarın üstünde bir boşluk fark ettim. Oraya tırmanmak nispeten zor değildi, etraftaki sarkıt ve dikitlerden dolayı. Yine de ıslak yerlerin kayganlaşması ilk denememde düşmeme sebep oldu. Selda kayganlaşmasından hoşlanıyordu, eğlenceli buluyordu. Birkaç manevra ve farklı dikitleri deneyerek şifre çözer gibi ilerlemem o yukarıdaki boşluğa çıkmayı başardım. Oradan sonra dar bir koridor var görünüyordu. Fenerle ışığı tutunca geçebilecek gibi gördüm. Selda’ya burasının nereye çıkacağını görmek istediğimi söyledim. Selda onu orada bırakacağımı sandığı için çekindi. “Merak etme çok uzaklaşırsam, dönerim. Tehlikeli görürsem zaten sen yakınımda değilsen denemem bile” dedim. Selda’yı endişeli gözlerle aşağıda bırakıp, sürünerek dar koridordan ilerledim. Sanırım yirmi metre kadar kah genişleyen, kah daralan koridordan geçtiğimde bir geniş mağazaya ulaştım. Işık olmadığı için ferah görünmüyordu ama, ikinci fenerimi de açınca oldukça geniş sayılabilecek bir alan olduğunu gördüm. Altı ise göl gibiydi. Dönüp Selda’ya haber verdim. Selda çok meraklandı, “Ben de görmek istiyorum” dedi. Selda’yı benim olduğum yere çıkmasını sağlamak epey zor oldu. Yanımıza sırt çantalarımızı da alacaktık ve tabii ki aldığımız azıkları da. Mağaranın giriş mağazasında olmaktansa benim keşfettiğim mağazada olmak daha güvenli görünüyordu. Selda’yı çıkaramayınca, ben çantalarımızı bana uzatmasını söyleyip önce bir iki turla eşyalarımızı iç mağazaya taşıdım. Sonra döndüm ve bu sefer aşağıya indikten sonra yine şifre çözer gibi bir dikitten diğerine atlayarak en sonunda biraz hamle yaptırarak Selda’nın koridora çıkmasını sağladım. Arkasından ben çıktım. Selda yavaş gittiği için onun domalmış kıçını izleyerek arkasından takip ettim. Altındaki kanvas pantolonuna rağmen kalçasının yuvarlaklığı belirgindi. İlk defa Selda hakkında seksi bir düşünce gelmişti. Selda koridor sonuna geldiğinde nasıl ineceğini bilmediği için durakladı. Ben çantaları yaklaşık iki metreden atmıştım. Şimdi ona nasıl inileceğini göstermeliydim. Yanından geçerken birbirimize sürtündük ve kalçasından sonra yumuşak ve narin vücudunun da temas ederek farkına vardım. Aşağıya iniş tahmin ettiğimden daha zordu, tutunacak yerler vardı ve kayganlaşabiliyorlardı. Hatta aşağıya inerken ayağım kaydığı için düşme tehlikesi yaşadım. Neyse ki refleksle hemen altındaki basamağa ayağımı atabildim. Selda’yı talimatlarla aynı rotadan geçirerek indirdim. Aşağıya indiğimizde ikimiz de çok rahatlamıştık. Aslında galiba mağarada daha keşfedilecek yolun başındaydık ama yine de çok şey başarmış gibi sevinçliydik de. Aşağısının göl gibi suyla dolu olduğu için, bir düzlük aradık mağaza içinde. Karşı tarafta bu taraftakinden daha büyük bir düzlük olduğunu gördük. Kenarlardan tutunarak, altımızdaki su birikintisine düşmemeye çalışarak karşı tarafa geçebildik. Artık acıkmıştık. İlçe merkezinden aldığımız azıkları çıkardık ve içeceklerimizle birlikte tükettik. Biraz efor sarfedince epey acıkıyormuş insan. Hatta ertesi günkü azığımızdan da yemeyi düşündük ama kendimizi tuttuk. Selda zaten yediğine dikkat eden biriymiş. Düzgün fiziğinden anlaşılıyordu. Zamanında lisedeyken voleybol da oynamış. O yüzden böyle aktivitelere karşı pek çıtkırıldım değildi. Daha önce Selda’yı hiç alıcı gözle bakmadığım için, ne kadar güzel bir vücudu olduğunu da farketmemiştim. Sadece bakımlı olması, yüzünün belli belirsiz benekli çilleri olmasıyla dikkatimi çekmişti. Şimdi kamp ortamına uygun kalın giysiler içinde olmasına rağmen, fiziği dikkatimi çekiyordu. Yol boyunca kendisini anlattığı için onu daha yakından tanımıştım artık.

Gece otobüs yolculuğu, sonra bütün gün yine mağaraya kadar tırmanış ve sonra biraz maceralı bir şekilde iç mağazaya girişimiz bizi yormuştu. Kamp çantamızı açıp, uyku tulumumuzu çıkarıp kurmak istedik ikimiz de. Zaten LED lamba altında konuşmak o kadar da keyifli değildi. Keşke burada ateş yakabilseydik diye düşündük. Uyku tulumlarımızı açtıktan sonra, her ihtimale karşı iki saatte bir uyanıp, suyun yükselmesini kontrol edecektik. Gerçi o iki saat içinde de su yükselebilirdi ama, en azından riski azaltacaktık. Nöbetleşe alarmlarımızı kurduk. Uyku tulumlarımızın içine girdikten sonra da yatak sohbetine başladık. Bu sefer ben anlattım kendimi. Selda benim yatak sohbetimi sevdi. Hatta o kadar dikkatli dinliyordu ki, arada ses çıkarmadığı zamanlarda uykuya daldığını düşünüyordum, o yüzden bir şey anlatırken uzun süre ses gelmediyse “Selda????” diyordum, o da “Ben dinliyorum, devam et” diyordu. Arada Selda meraklı sorularıyla pek anlatmak istemediğim detayları bile anlattırdı. Sonra ikimiz de artık uyuyalım dedik. Herhalde ikimiz de yorulmuşuz, toplamda dokuz saati aşan bir süre uyumuşuz. Keşke termosumuzda kahve olsaydı diye iç geçirdik. Yanımıza taşıyamayız diye sadece su getirmiştik. Sabah kalkınca alışkanlıktan herhalde, insan çay veya kahve arıyor. Yine planladığımız azıkları çıkarıp kahvaltı niyetine bir şeyler yedik.

Kahvaltıdan sonra Selda yerinde duramadı, bu mağazanın bir ucu olması lazım ve mutlaka bir yere çıkıyordur dedi. Ben de destekleyerek, “Çıkıyordur ama, nereden. Baksana altımız su” dedim. Selda, “Ben dalıp bulacağım çıkışı” dedi. Normalde bu tür durumlarda benim cesur ve girişimci olmam gerekirken Selda sabahın verdiği enerjiyle oldukça cesurdu. Yalnız suya girmek baştan planladığımız bir şey değildi. O yüzden ne mayo, ne havlumuz vardı. Yanımızda mayo olmadığını hatırlattım Selda’ya. “Önemli değil, çıplak gireceğiz” dedi. O anda kalbim küt küt atmaya başladı. Suyun soğuk olması bir yana, mağaranın derinliklerinde başbaşayken karşılıklı çıplak olmamız beni heyecanlandırdı. Selda ise rahat görünüyordu. Selda soyunurken beni, “Öbür tarafa doğru bak” diye uyardı. Ben kendimi tutamayıp arada bir başımı çeviriyordum, tabii her başımı çevirmemde elimdeki fenerin hareket etmesinden Selda anlıyordu ona doğru baktığımı. Hemen Selda bağırdı, “Kafanı çevir!” diye. Gülüp tekrar döndüm yüzümü. Dediğini yapıp, başımı diğer tarafa çevirerek soyundum. “Sanki birazdan görmeyecek miyim seni çıplak” dedim gülerek. “Hayır, ben suya girene kadar kafanı çevirmeyeceksin” dedi. Biraz sessizlik oldu, sonra “Ben sesleninceye kadar başını çevirme” dedi. Ben soyunmuştum ama sırtım hala ona dönük idi. Hatta nedense sırtım dönük olduğu halde son çıkardığım baksırımı önümde sikimin üstünde tutuyordum. O şekilde yavaşça döndüm. Aslında Selda dönmemi söylememişti henüz. Onun elinde LED lambası ile biraz titreyerek çırılçıplak suya girişini gördüm. Bastığı yerlere dikkat ederken dizine kadar suya girmişken başını çevirdi elimle önümü kapattığımı görünce, “Ne o birşey mi saklıyorsun” diye güldü. Ben yavaşça baksırımı da çektim, üşümekten iyice küçülmüş sikim apaçık görünüyordu. “Korkmuş benden” diye dalga geçti. Ben açıklamak zorunda kaldım, “Hayır, üşümekten” diye. Selda da, “Tabi, tabii” diye dalgasına devam etti. Selda’nın bacak arasına gözümü dikmeye çalışıyordum ama söylediği gibi sürekli hareket halindeydi. Heyecan ve soğuğun bileşimiyle titremekten kendimi alamıyordum. Selda “Öyle dikileceğine eşyalarını çöp poşetine tık. Karşıya geçerken ıslanmasını istemezsin di mi” dedi. Ben giysilerimi büyük çöp poşetine tıkarken, o işini bitirmişti ve suya atlayıverdi. Ben arkasından girmeyi düşündüm ama, belki girmeme gerek kalmaz diye bekledim. Tabii üşümem daha da arttı. Ben elimdeki LED fenerle suya tutup aydınlatmaya çalışıyordum. Sanırım iki dakika kadar sonra Selda suyun yüzüne çıktı. Islak yüzüyle daha güzel ve daha önemlisi daha seksi görünmüştü gözüme. Ama hala üşüyordum. Selda hala suyun içindeyken bana seslendi, “İleride su daralıyor ama orayı geçince yirmi metre daha sonra buradan daha büyük bir mağaza var” dedi. “Ben de mi geleyim” dedim, salak gibi. “Tabii geleceksin şapşal. Ne için geldik buraya” dedi Selda. “Su soğuk mu” diye sordum. “Korkma alışıyorsun hemen” dedi gülerek. Dediği gibi atlayıverdim, çöp poşetimle birlikte. Onun arkasından takip ettim. Fenerle önümü aydınlatsın diye tutarken onun muazzam bacaklarını bir deniz kızı gibi çırpmasını izledim. Hatta alttan memesinin ucunu gördüğümde de ayrı bir heyecanlandım. Selda iç mağazada nereye çıkacağımızı da bulmuştu ve kendi eşyalarını oraya bırakmıştı. Onu takip ederek oraya kadar yüzdüm. Sudan çıktığımzda bu sefer Selda benden daha çok üşümeye başlamıştı. Onu üşürken görünce sanki ben sıcakmışım gibi ona sarıldım. Ben daha mı sıcaktım bilmiyorum, o da bana sarıldı. Sanki sarılarak ısıtıyorduk birbirimizi. Ellerimi üzerinde gezdiriyordum, ısıtmak için. O da bana sarılarak ellerini üzerimde gezdiriyordu. Biraz ısındıktan sonra ellerini hala büzüşmüş olan sikime getirdi, “Ölmüş bu” dedi dalga geçerek. “Bu havada yanımda sen olsan bile seks düşünecek hali yok” diye cevapladım. “Soğukta sertleşir diye düşünmüştüm” dedi ve eliyle sikimi yoklamaya devam etti. “Biraz daha devam edersen uyanacak, o zaman onu durduramazsın. Şimdiden söyleyeyim” dedim. “Yok korkmam ondan ama, çok üşüdüm” deyip hemen çöp poşetini açıp giyinmeye başladı. Bu sefer giyinirken gözüm hep ona kayıyordu. Eğilip çömelmiş hali bile çok seksi gelmişti. Giyindikten sonra olduğumuz yerde zıplayıp ısınmaya çalıştık. En iyisi biraz hareket etmek dedik ve bu mağazanın ilerisinde açıklık farkettik. Bu sefer ben gittim önden. Biraz ileride bir üç dört metrelik uçurum gibi bir yer vardı. Sonrasının nereye gittiğini bilmiyorduk. Tırmanma ve inme konularında daha iyi olduğum için Selda’ya önderlik ettim. İndiğim yerlerden o da arkamdan geliyordu. İndikten sonra mağaranın meyil vererek aşağılara kadar gittiğini gördük. Yine ben önde Selda arkada takip ettik. Zaman zaman çok dar yerlerden geçiyorduk. Mağaraya ilk girdiğimiz yerden herhalde 400-500 metre ilerlemiştik. Derinlik olarak ise ne kadar indiğimizi kestiremiyordum. Artık bir noktadan sonra git git bitmiyor ruh haline girmek üzereydik ki, yine bir havuz gibi su birikintisine geldik. Bu seferki fazla derin görünmüyordu, yine de girmeyi düşünmüyorduk. Oraya geldiğimizde saate bakmayı unuttuğumuzu farkettik. Yanımıza LED fenerler dışında, birkaç küçük eşya almıştık. Acıktığımızı bile unutmuşuz. İlk kamp yerine dönüp yemek yiyelim dedik. Zaten sonra da gece olacaktı. Mağaranın içinde gece gündüz farketmiyordu, ama yoruluyorduk ve acıkıyorduk. Zaten mağaranın tahmin edilenden çok daha büyük olduğunu keşfetmiştik bile. Biz sadece amatör mağaracıydık.

Gerisin geri tırmanmak, inmekten daha zordu. Bu sefer Selda önde, ben arkada tırmandık. Yüzerek geçtiğimiz bölüme çıkmak için ise benim Selda’yı alttan tutmam gerekti. Kalçasını tutup desteklerken, “Sevişir gibi tutma kalçamı” diye takıldı. Su birikintisine geldiğimizde tekrar yüzerek ilk mağazaya dönmemiz gerektiğini biliyorduk. Bu sefer ikimiz de birbirimize bakarak soyunduk. Galiba buraya çıkarken birbirimizi çıplak görmüş olmamızın etkisi vardı. Birbirimize, daha doğrusu benim ona zararım olmayacağını düşünmüş olmalıydı. Selda’nın meme uçlarının nasıl füze gibi dikeldiğini gördüm. Zaten memeleri de, tabiri caizse taş gibiydi. Elimi atıp mıncıklamamak için kendimi zor tutuyordum. Selda, yine benden hızlı soyundu. Soyunurken LED fenerlerimizi yere bırakmıştık, o yüzden tam üzerimize gelmiyordu ışık. “Çok romantik bir ortam” dedim şakayla karışık. “Çoook” diye gülerek cevapladı. Bu sefer de yine Selda önümde gitti, arkasından yüzmek manzara açısından çok keyifliydi. Elimde tuttuğum feneri arada bir ona doğru tutarak onun çıplak vücudunu izlemeye çalışıyordum. İlk mağazaya tekrar çıktığımızda yine üşüdük ve silkelendik, ve yine birbirimize sarıldık. Islak bir şekilde elbiselerimizi giydik, daha önceki ıslaklık kurumamıştı. Bu sefer elbiseler hem ağır geliyor, hem de üşüme hissimizi gidermiyordu. Mağaradan çıkalım belki dışarıda güneş vardır, diye düşündük. Tabii çıkmak bir saatimizi aldı. Mağaradan dışarının ışığını ilk gördüğümüzde karayı gören denizciler kadar sevindik. Ama maalesef dışarıya çıktığımızda güneş batmak üzereydi ve o mevsimde zaten öyle sıcak bir güneş yoktu. Mağara ilçeye bakan cephede olmadığı için, sanki bir ıssızlıkta gibi görünüyordu. Selda’ya “Elbiselerimizi havalandırsak, hatta değiştirsek daha iyi” dedim. İkimizin de yedek kıyafeti yoktu, daha doğrusu kalın yedek kıyafetimiz yoktu. Doğal nudistler gibi soyunduk tekrar, uzaktan gören olur diye mağara içinde soyunduk. Benim yedek kıyafet olarak bir içlik vardı, o da hava sıcak olur zannıyla bir tişört ve kapri şort getirmiş. Kıyafetlerimizi iç çamaşırlarımıza kadar çıkarıp, havalandırmak üzere akşam güneşinde mağara ağzındaki kayalıklara serdik. Sonra mağara önünde birer koca kayanın üstüne oturup güneşin batmasını izledik.

Sohbet esnasında ona şaka ile karışık, mağaraların kadın vajinasına benzediğini söyledim. Güldü, “Nedenmiş o?” dedi. “Görmedin mi, içeriye girerken ıslandıkça kayganlaştı” dedim. “Çok mu vajina gördün?” diyerek ağzımdan laf almaya çalıştı. “Benimle olan, benimle kalır. Başka bir kadına bile anlatmam yaşadıklarımı” dedim. “Ay çok gizemlisin ayol. Seni okulda kimseyle de görmedim” dedi. “İlla okuldan mı olması gerek” diye gülümsedim. “Haklısın. Okuldan olunca sonradan sorun oluyor” dedi. Ben “Aman boşver. Benim gibi yap. Anı yaşa, geleceği düşün” deyince, “Ooo, epey derin mevzular bunlar” diye güldü. Arada bir elbiseleri havalandırdığımız için elbiseleri çevirmek için ayağa kalkıyorduk. Dışarının havasından mıdır, biraz ısınmış hissediyorduk. Onda sadece tişört ve kapri şort, bende sadece içlik, biraz komik kaçıyorduk. Elbiselerimizi yan yana serdiğimiz için, yakınlaştığımızda bir an bakışmamızla ikimiz de şehvet hissi duyduk. Biraz gerginlikle de olsa ona yaklaştım. Ona sarılırken, o da bana sarıldı. Bu sarılma mağaranın içinde birbirimizi ısıtmak için yaptığımız sarılma değildi. Ben onu, o beni tartar gibiydi. Öpüşmeye başlamamız için bile nefesimizin birbirine değmesi ve birbirine karışması gerekti. Önce dudaklarımızı birbirine değdirip bıraktık. Sonra biraz daha uzun değdirdik. Ve en sonunda tutkulu bir öpüş başladı. Ellerimiz birbirimizin sırtında geziniyordu. Ben dağın yamacına, o ise gözden kaybolmak üzere olan gün batımına bakıyordu. Ben onun tişörtünü, o da benim içliğimin üstünü çıkardı. Ben artık onun boynunu öpmeye başlamıştım. O da elini sırtımda gezdiriyor, arada bir hala çıkarmadığım içliğimden kalçamı sıkıyordu. Eğilip memelerini öpmeye başladım. Dipdiri, kocaman ve yumuşacıktı. Bir o memesinden, bir diğerine geçiyordum. Memelerini öperken kapri şortunun düğmelerini açtım ve elimi içine soktum. O da içliğimin altını biraz sıyırıp, eliyle artık sertleşmiş sikimi okşamaya başlamıştı. Uzaktan gördüğüm amına yakından bakıp yalamak için önünde çömelerek, kapri şortunu aşağıya kadar sıyırdım ve bir ayağını kaldırıp çıkarttım. Kokusunu hissetmeye çalışarak dudaklarımı amının çevresinde gezdirdim. Ve sonra da alt dudağımı klitorisinin altına gelecek şekilde öpmeye başladım. Öpücüklerimi biraz daha aşağıya am dudaklarına doğru götürdüm. Sonra dilimi çıkarıp, am dudaklarının izi üzerinden yukarıya klitorisine doğru sürdüm. Daha sonra sadece klitorisi üzerinde gezinmeye başladı dilim. Ben dil vurdukça bacağını aralamaya başladı. Ben de başımı daha fazla bacak arasına gömebildim. Hatta artık am dudaklarını aralayıp dilimi oradan klitorisine doğru sürebiliyordum. Mağaranın içi gibi ıslanmıştı ve ıslandıkça kayganlaştığından emindim. İçine girmeme hazırdı.

Ben doğrulduğumda bu sefer o önümde çömeldi ve içliğimi çıkarttırıp, sikimi öpmeye başladı. Eliyle kamışımı tutup, sikimin ucunu dudaklarının arasına alıyordu. Sanki bir kerede ham yapıp, yutmaktansa yavaş yavaş sindirmek ister gibiydi. Kamışımı yavaşça sıvazlarken sikimin başını ağzına almaya başladı. Çilli güzel yüzünde sikim kayboluyordu. Yavaşça daha derine almaya başladı. Artık elini kamışımdan çekmişti. Ben elimde saçını tutup, o güzel yüzünü görmeye çalışıyordum. Neredeyse sikimin tamamını ağzına alacakken bıraktı ve sikimi çıkardı. Tükürükleri saçılıp sikimin dibine kadar ıslatmıştı. Sanki ıslak bir amdan çıkmış kadar ıslaktı sikim. Yavaşça doğruldu ve döndü. Büyük bir kayaya doğru eğildi. Sikimi tutarak arkadan amına doğrulttum. Yavaşça ıslak ve kaygan amına girdim. Ben içine girerken başını çevirdi ve ahlamasını keyifle seyrettim. Sonra kalçasını tutarak gidip gelmeye başladım. Gün batımı manzaramız, en az onun domalmış seksi vücudu kadar güzeldi. Önce yavaş, sonra hızlı tempolarla gidip geldim. Hatta bir ara kalçalarımızın çarpışma sesi uzaklardan duyulur mu diye endişelendim. Biraz fazla eğilmekten yorulmuş gibiydi. Hafifçe doğrulduğunda ellerimle güzel yumuşak memelerini avuçladım. O pozisyonda artık kendini kaybettirmiş ama kızıllığı ufukta kaybolmamış güneşin ışıkları altında, güzel manzaraya bakarak sesli bir şekilde boşaldım. Selda da şaşırdı benim sesli boşalmama. İlk kez boşalırken böyle ses çıkaran erkek gördüm dedi, daha sonradan.

Boşaldıktan sonra giyinmek için acele etmedik, ama yine de yavaşça elbiselerimize doğru hareket ettik. Onun hareketlerinden onun da memnun kaldığını anlamıştım. Hiç konuşmadık sikişimiz hakkında, sadece onun benim sesli boşalmam yorumu dışında. Bir ara tuhaf sessizlik oldu, acıktığımıza yorduk ve hemen bir şeyler çıkardık azıklarımızdan. Pek fazla bir şey kalmamıştı zaten.

Gece uyku tulumlarımızı mağaranın girişine kurduk. Yine sohbet ederek uyuduk. Orasının güvenli olduğunu düşündüğümüz için, bu sefer nöbet tutmadık. Sabah kalktıktan sonra biraz mağara etrafında dolandık keşif için. Azığımız iyi bir kahvaltıya yetmez diye düşünüp, ilçe merkezine gitmeye karar verdik. İlçe merkezinde güzel bir kahvaltı yaptık. Açıkçası belki kötü bir kahvaltıydı ama bize mağaradan geldikten sonra süper gelmişti. Uzun kahvaltıdan sonra Jandarma’ya gidip haber verdik. Bize yaramazlık yaptınız mı der gibi bakışlarını unutamam. Akşam otobüs saatine kadar ilçeyi gezdik ama pek bir dikkate değer yerini bulamadık. Gece yolculuğuna alışkın olmadığım halde güzel uyumuşum.

Mağara gezisinden sonra Selda ile kulüp dışında pek buluşmadık. Mağarada yaşananlar mağarada kalmıştı. Hatta aramızdaki samimiyetin değişmemiş olmasıyla kimse bizden şüphelenmiyordu.

Ertesi sene kulüple pek fazla ilgilenemedim, haliyle Selda’yı da pek görmüyordum. Önce internette bir haber dikkatimi çekti. O gittiğimiz Sel Dağı mağarası çevresindeki bir maden işletmesi nedeniyle özelleştirilmişti. Daha sonra da Selda’nın Zafer’e geri döndüğünü öğrenmiştim, hatta okul bitince evlenecekleri konuşuluyordu. Selda’nın amıyla Sel Dağı’nın mağarası aynı zamanlarda özelleşmişti. Benim için ikisi de birer anı olarak kalacaktı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir