Yasak (1. Bölüm)

Utku ve Selin, hikayemizin baş kahramanları, 9 yıldır evli mutlu bir çifttir. Utku 38 yaşında bilgisayar mühendisidir. 175 boylarında, pek de kalıplı sayılmayan sıradan görünüşlü güzel yüzlü bir adamdır. Selin’le üniversitedeyken tanışmışlar ve 9 yıl önce de evlenmişlerdir.

Selin 36 yaşında, 165 boylarında 55-56 kilo civarı oldukça hoş görünümlü, beyaz tenli, sarı boyalı saçları olan modern bir kadındır. Özel bir şirkette müşteri ilişkileri departmanı başındadır. Hem Utku hem de Selin, açık görüşlü, hümanist denecek kadar iyimser ve hayatlarındaki herkese saygılı insanlardır.

Hikayemize geçmeden önce belirtecek olursak; Utku ve Selin birkaç yıldır çocuk sahibi olmak isteseler de bunun için başvurdukları hiçbir yol ne yazık ki olumlu sonuç getirmemiştir. Çiftimiz buna rağmen birbirlerine daha aşkla bağlanmışlardır. Utku ise şimdilik yalnızca kendisi evlat edinme üzerine araştırmalar yapmaktadır.

  1. BÖLÜM

Utku aceleyle yataktan fırladığında alarmın uzun süredir çalıyor olduğunu fark etti. İşe geç kalmıştı. Selin yanında hala uyuyor ve en az yarım saat daha uyumaya devam edecekti. Utku’nun her gün ofise gidiyor olmasına karşın Selin yalnızca çarşamba ve cuma günleri ofise gidiyor, onun dışındaki günlerde evden çalışıyordu.

Utku 5 dakika içinde hazırlanıp aynaya baktığında berbat bir Utku gördü karşısında. Fakat bu şekilde çıkmak zorundaydı. Selin’i uyandırmadan öpüp evden çıktı. Arabaya atlayıp ofisin yolunu tuttu. Yolda yine çocuk meselesini düşünüyordu. Nasıl aklından çıkabilirdi ki? Hayatta her şey yolunda gidiyordu, çocuk sahibi olma meselesi hariç. Bunun sebebi ise Utku’nun sperm kalitesi ve sayısının oldukça düşük olmasıydı. Her ne kadar Selin anlayışlı davranıp bunun bir ‘suç’ olmadığını söyleyip Utku’yu rahatlatmaya çalışsa da Utku kendini suçluyor, elinden bir şey gelmeyişine isyan ediyordu. Birkaç aydır bu düşüncelerle canı oldukça sıkılıyordu Utku’nun. Selin de bunun farkındaydı.

Selin evde kendine bir kahve yaptı, bir şeyler atıştırıp bilgisayarın başına geçti. Utku’nun kaygılı hali onun da dikkatini çekiyordu. Bu nedenle öğle arasında, eşinin keyfini yerine getirmek ve biraz güzel vakit geçirmek için Kadıköy’de lüks bir restoranda rezervasyon yaptırdı. Sonra Utku’ya mesaj attı:

“Aşkım nasılsın? Bu akşam dışarda yemek yiyelim istedim. Kadıköy’de buluşalım mı?”

Utku birkaç dakika sonra yanıtladı: “Olur canım, değişiklik olur hem.”

Selin, “Anlaştık bebişim, haberleşiriz” yazdı ve akşama kadar bir daha konuşmadılar.

Akşam olduğunda Utku ofisten çıkmış, Kadıköy’e yol alıyordu. O sırada Selin de duştan çıkmıştı. Saçlarını kuruladıktan sonra bornozunu çıkardı, aynada seyretti kendini bir süre. 36 yaşında olmasına rağmen oldukça genç görünüyordu. Zaten yaşlı değildi fakat yaşıtları çocuk sahibi olmuş ya da evlendikten sonra nasıl göründüklerine önem vermemişlerdi. Selin ise evlendikten sonra daha da güzelleşmişti sanki. Çevresindeki herkes Selin’e “evlilik sana yaradı” diyordu. Selin gülümseyerek sarı, omuzlarına kadar uzanmayan kısa saçlarına, büyük olmasa da rahatlıkla avuç dolduracak kadar dolgun memelerine, bembeyaz teninin pembe meme ucuyla arasındaki renk geçişine baktı. Kendini beğeniyordu Selin. İnce, kavisli belinin bitiminde başlayan geniş ve şekilli kalçaları, yumuşacık fakat dik poposu kadın arkadaşları tarafından kıskanılıyor, erkeklerin ise kaçamak bakışlarına maruz kalıyordu. Biraz kalın sayılacak bacakları ise saklamaya kıyılamayacak güzelliktelerdi.

Selin el ve ayak tırnaklarına mat bordo oje sürdü çırılçıplakken. Teni pürüzsüzdü. Bembeyaz teni, yatağa oturup kalktığında bile arkasında kızarıklık oluşacak kadar narindi. Ojesi kuruyunca içine bordo renkli dantelli brazilian külot ve yine bordo, dantelli bir sütyen giydi. Bacaklarını sarması için siyah stay-up jartiyer çorabı giydi ve üzerine biraz göğüs dekoltesi olan, siyah mini elbise giydi. Elbisenin etek kısmı da dar olduğu için poposu iyice ortaya çıkmış, şimdi ayaklarına geçirdiği ince topuklu ayakkabılarla da dikkat çekici hale gelmişti.

Başka arabaları olmadığı için bir taksi çağırdı Selin uygulama üzerinden. Selin yine uygulamadan, taksiye mesaj atıp:
“Sitenin üst girişine gelin lütfen” yazmıştı. Çünkü diğer girişe kadar bu topuklularla yürümesi oldukça uzun sürecekti. Taksici de cevap olarak: “Geliyorum abla.” yazdı.

Taksi geldiğinde Selin de siteden yeni çıkıyordu. Elbisenin üzerine siyah kaşe, yaka kısmı siyah yapay kürklü bir palto almıştı. Hem hava soğuktu hem de taksiyle gidecek olması sebebiyle bir çeşit önlem refleksiydi bu. Taksici, Selin’i görünce araçtan inip hızlı adımlarla arka kapıyı açmaya gitti. “Abla buyur” diye eliyle de işaret etti. Selin gülümseyip arkaya geçti. Taksici, Selin otururken epey sıyrılan ve bacaklarını ortaya çıkaran elbiseye hızlıca göz atıp kapıyı kapattı.

Taksici de yerine geçip yola çıktıklarında Selin bacak bacak üstüne atıp Utku’ya yola çıktığını belirten bir mesaj atıp aynadan taksicinin yüzüne baktı. Sonra dayanamayıp: “Çok teşekkür ederim, çok naziksiniz. Şu zamanda sizin gibi bir sürücü bulmak çok zor gerçekten.” dedi sıcacık bir sesle. Bordo rujlu dudakları yüzüne çiçek gibi konmuştu sanki Selin’in. Taksici Selin’le aynadan göz göze gelince kalp atışları hızlandı. 20-21 yaşlarında genç bir oğlandı taksici. “Abla keşke bizim her müşterimiz de sizin gibi olsa, nelerle uğraşıyoruz” diye başlayıp klasik taksici muhabbetine başladı. Adının Sefa olduğunu, ailesine bakmak için sürekli çalıştığını, geceleri başından geçenleri anlatıp durdu. Ayrıca çalıştığı durak, Selin’lerin evine çok yakındı.

Restoranın önüne geldiklerinde Selin, taksimetrede yazanın üzerine 50 lira daha koyarak verdi. İçi ısınmıştı hemen çocuğa. Sefa teşekkür edip kapısını açmak için çıktı arabadan ve Selin’in inmesine yardım etti. Yine göz ucuyla, belki de istemeden fakat engel de olamadan Selin’in güzel vücudunu birkaç saniyeliğine inceledi. Sonra birden, “Abla bu arada taksiye ihtiyacın olursa biz yakınız biliyorsun. Kartımı vereyim, itle çakalla uğraşma” dedi. Selin de artık bir an önce Utku’nun yanına gidebilmek de istediği için, uzatılan kartı alıp geçti direkt. “Her şey için teşekkürler” diyerek restorana girdi. Sefa bir süre arkasından baktı Selin’in, sonra restorandan ayrıldı.

Selin restorana girdiğinde önce jazz müziği duydu, sonra şarap ve yemek kokuları geldi burnuna. Kaşe paltosunu alan görevliye rezervasyonu olduğunu söyledi ve masaya kadar eşlik etti bir görevli Selin’e. Utku çoktan gelmişti, Selin’i görünce kısacık bir ıslık çalıp süzdü ve: “Aşkım harika görünüyorsun yine, bu ne güzellik?” diyerek sımsıkı sarıldı Selin’e. Selin de teşekkür edip Utku’nun dudaklarını öptü. Yerlerine geçip kırmızı şarap ve yemek sipariş ettiler.

Yemeklerini yerken işlerinden, arkadaşlardan ve gelecek planlarından bahsettiler. Gelecek planları derken elbette konu çocuk sahibi olmaya gelmişti. Utku, bu konu ne zaman açılsa pasif bir tutum sergileyip içine kapanıyor, vücut diliyle de ‘başarısızlığından’ duyduğu rahatsızlığı belli ediyordu. Selin Utku’nun elini tutup: “Bu bir başarısızlık falan değil Utku. Her şey istediğimiz gibi olamaz hayatta. Bunu aşmaya çalışalım” dedi. Selin böyle söylese de o da en az Utku kadar üzgündü. Fakat ayakta kalıp ilişkilerini güçlü tutmak için en çok çaba harcayan da oydu.

Utku: “Selin… Bunu ne kadar istediğini biliyorum. Ben de istiyorum.” Yutkundu Selin’in gözlerine bakarak ve devam etti, “Elimden geleni yapıyorum biliyorsun, yine de… Özür dilerim.”

Selin’in gözleri doldu. Başını sağa sola sallayarak: “Saçmalama ne özrü? Özür dilenecek bir şey olduğunu düşünüyorsan zaten aynı noktadan bakmıyoruz olaya aşkım. Ne var yani, olmuyorsa olmuyor. Benim gözümde hala erkeksin hem…” Selin, Utku’yu toparlamak isterken söylediği saçma cümleyi fark edince dudağını ısırdı. Güzel beyaz yüzü kızardı. “Yani bu senin kişiliğinden, karakterinden öte tıbbi bir durum. Onu demeye çalışıyorum…”

Utku yarı açık ve üzgün gözleriyle güzel karısına baktı. İçinden neler geçiyordu kim bilir. “Sorun yok, tamam aşkım.” dedi kısaca, kısık sesle.

Bu konuşmadan sonra sessizleştiler. Şaraplarını içip kesik kesik, zorunluluktan konuşur gibi arada bir konuşuyorlardı. Selin kırdığı pottan dolayı üzgündü fakat şimdi Utku’nun üzerine giderse bir çocuğun gönlünü almaya çalışıyor gibi olacağından fazla uzatmadı. Şarabını içip etrafa bakınıp düşünüyordu. Etrafa bakarken de bir masada yalnız başına oturan bir adamın bakışlarıyla karşılaştı. Adam 40’lı yaşlarda olmalıydı fakat yaşına karşın dinç ve sıcacık bir gülüşü vardı. Hafif kırlaşmış saçları, yüzündeki çizgiler ve şık takım elbisesiyle güven veren bir ifadeye sahipti. Selin başta, tanıyıp da çıkaramadığı biri sanıp daha dikkatle baktı adama. Açıkçası hızlıca süzdü gözleriyle bir kötü niyeti olmadan. O sırada adam da Selin’i süzüp, bacaklarına uzun uzun bakıp kadehini hafifçe kaldırıp Selin’in gözlerine bakarak şarabını yudumladı. Selin’in yüzü kıpkırmızı oldu. Hemen Utku’ya döndü fakat, çok şükür ki, Utku farkında bile değil, telefonuyla ilgileniyordu. Selin adama tekrar baktı. Gözlerine bakamasa da adamın ellerine bakıyordu. Parmağındaki alyansı fark etti. Heyecandan ne düşüneceğini, ne yapacağını bilemez oldu. Selin de alyanslı eliyle kadehini alıp şarabından bir yudum alırken adamın gözlerine baktı, göz göze geldiler. İstemsizce gülümseyip gözlerini kaçırdı Selin.

Selin, bir süre daha adamın kendisini seyrettiğini, göz göze gelmeye çalıştığını fark etse de oralı olmadı. Canı sıkılmıştı fakat ilgi görmekten de hoşnuttu. Sadece bir bakışmaydı sonuçta… Yine de dayanamayıp hesabı istedi. Hesabı, Utku’ya bırakmadan kendisi ödedi. Hesabı öderken de adamla göz göze geldiler. Adam, dudaklarını “vay be” dercesine büktü. Selin gülümsedi. Utku önde, Selin arkada restorandan çıkıyorlarken Selin, “Bir şey unutmadık değil mi” diye sordu Utku’ya, sonra arkasına dönüp adama baktı, hala onu izliyordu. Başını öne eğip Utku’yla restorandan ayrıldılar.

Eve giderken de sessizlerdi. Sessizliği Utku’nun telefonu bozdu. Telefonu açıp hoparlöre aldı ve konuşmaya başladı:

“Alo…”

“Alo, Utku yeğenim nasılsın?”

“Aa Mehmet abi! İyiyim sağ ol sen nasılsın?” Arayan, Utku’nun babasının kuzeni Mehmet’ti. Mehmet, ailesiyle hala köyde yaşıyordu. Yıllardır görüşmeseler bile arada sırada telefona konuşur, aralarındaki bağı koparmazlardı.

“İyi yeğenim köy yerinde iş biter mi? Çalışıyoz. Gelin kızımız da iyidir inşallah.”

Selin söze karıştı hemen: “Teşekkür ederim Mehmet abicim, buradayım ben de. Sizler de iyisinizdir umarım.” dedi cıvıl cıvıl bir neşeyle.

“Sağ ol kızım sağ ol…” dedi Mehmet. Sonra ekledi: “Madem berabersiniz daha iyi olacak şimdi… Bizim oğlan, Cafer, Istanbul’a gidecem staj görecem diye tutturdu. Ben oraları bilmem yeğenim. Sen şu çocuğa yol gösterip elinden tutsan. Ne bileyim bir yurt, bir göz oda bulsa yeter. Cebine parasını koyar gönderirim.”

Utku: “Mehmet abi yardımcı oluruz, ne demek. Cafer senin oğlun benim de kardeşim sayılır. Ne zaman geliyor Cafer?”

“Yarın öğlen orada olacak inşallah yeğenim. Yol iz bilmez, bakma sen hala saf çocuktur o kandırırlar diye korkuyorum. Sen olmasan zaten göndermezdim.” diye muhtaç olduğunu da yineledi Mehmet.

Selin yine söze karışıp: “Mehmet abi merak etme biz buradayız, gözün arkada kalmasın. Cafer’e gözümüz gibi bakarız” diyerek güven verdi Mehmet’e.

Mehmet: “Kızım Allah senden razı olsun. Allah biliyor dileğimi ya size de diyeyim, Cafer Utku abisi gibi okuyup adam olsun, sonra da Selin yengesi gibi bir hanım kızla evlensin… Sağ olun yeğenim…”

Utku: “Abi rica ederim ne demek. yarın ben ofisteyim ama. Konum atarım Cafer’e. Ya eve geçsin direkt ya da ofise gelir birlikte geçeriz.”

Selin: “Aşkım çocuk kaybolur falan, ben yarın da evden çalışıyorum. Bir fırsat bulur gider alı gelirim Cafer’i.” diyerek Mehmet’in yüreğini tamamen rahatlattı. Cafer’in numarasını da aldılar ve herkese selam söyleyip telefonu kapattılar.

Eve girdiklerinde ikisi de hafif sarhoştu. Selin, bugün kırdığı potu affettirmek için Utku’yla sevişmek istiyordu. Utku koltuğa yığıldığında parmak uçlarında sinsi ve tatlı bir gülüşle gelip dizine oturdu. Sevişmeden önce gündelik şeylerden konuşmak gibi bir huyları vardı. Utku’nun dudaklarını öperken ara verip: “Cafer yurtta niye kalıyor ki kocaman ev işte. Kalsın burada” dedi Selin.

Utku, Selin’in çoraplı bacaklarını yukarı doğru okşarken çorabın bittiği kısımda Selin’in kalın bacağını tutup sıktı ve: “Bence de öyle ama, sen rahat edebilir misin? Çoğunlukla evden çalışıyorsun. Bir de tamam seviyoruz falan da, köylü çocuk. A deriz B anlar, hoşlanmayacağın bir şey yapar falan ne bileyim. O yüzden Mehmet abi’ye bizde kalır diyemedim.”

Selin bacaklarını açıp Utku’nun kucağına yerleşti iyice. Eteği belinde toplanmıştı, Utku’nun elleri Selin’in yumuşacık koca kalçalarını yoğuruyordu. Selin, “Ben tüm gün sıkılıyordum evde zaten. Bir de staj yapacakmış çocuk, başımda dikilmeyecek ki bütün gün. Bize de değişiklik olur işte. Yazık, apartlara yığınla para verip rezil mi olsun oralarda ufacık çocuk. Hem biz de ebeveynliği deneyimleriz” dedi.

Utku pantolonunu sıyırıp boxerını çıkarmıştı bile, fakat ebeveynlik bahsi açılınca ereksiyonunu kaybetti, penisi yumuşadı. “Yalnız, son gördüğünde çocuktu Cafer. Şimdi 18 yaşında.” diyerek güldü. Az önceki şehvetli an yaşanmamış gibi de dostça okşadı Selin’in kolunu. Selin, Utku’nun yumuşadığını anlayınca kucağından inip toparlandı. Sorun yok, der gibi gülümsedi fakat biraz bozulmuştu. Yatak odasına geçip üzerini değiştirdi. 10-15 dakika sonra Utku da yanına geldi ve hiç konuşmadan uyudular.

Sabah Selin de Utku’yla beraber kalktı. Beraber kahvaltı yaptılar. Utku evden çıkarken Cafer’i unutma bugün diyerek güldü. Selin de: “Zaten mesaj attım uyanınca. 12 gibi gelecekmiş otogara. Taksiyle gider alır getiririm aşkım.” dedi. Öpüştüler ve Utku ofise gitti.

Saat 11 olduğunda Selin işlerini toparlamıştı hemen hemen. Cafer’i aradı. Telefon hemen açıldı fakat karşısında Cafer’in ince çocuksu sesini bekleyen Selin bir anda tok, güçlü bir ses duyunca irkildi. Ne kadar zaman geçmişti meğer…

“Alo, Selin yenge?”

“Cafer? Ahaha, canım sesini tanıyamadım resmen. Ne kadar da değişmiş. Birazdan çıkacağım ben. Otogarda buluşuruz canım. İnince ara sen beni yine.” dedi Selin.

Cafer: “Tamam yenge sağ olasın. Size de zahmet verdim hakkınızı helal edin.”

Selin güldü, “Saçmalama Cafer ne zahmeti canım. Sen yabancı mısın? Hadi az kaldı azıcık daha dayan, İstanbul seni bekliyor” diyerek kıkırdadı.

“Belim tutulmazsa iyidir yenge” diyerek güldü Cafer de. Telefonu kapattılar. Selin hızlıca üzerini değiştirdi. Üstüne kapüşonlu fakat belini açıkta bırakan bir hoodie giydi. Altına açık gri yoga taytlarından birini giyip spor ayakkabısını da giydi ve taksi uygulamasına girdi. 5 dakika kadar bekledi fakat hiçbir şekilde bulamayınca aklına dün taksisine bindiği Sefa geldi. Adamın kartını paltosunun cebinden aldı. Aradı ve açılınca direkt konuşmaya başladı:

“Alo. Merhaba Selin ben, dün tanışmıştık…” şeklinde alakasız bir giriş yaptı.

Sefa, “Selin mi?” diye sorup sessizleşti. Arkadan bir iki erkeğin gülüşme sesi, başka bir erkeğin de “Manitacılık mı” diye sorup eğlendiğini duydu Selin. Sonra hemen toparladı:

“Taksinize binmiştim hani, Kadıköy’e gittik. Kartınızı verdiniz?”

Sefa hatırladı bir anda ve utana sıkıla, “Ha, hatırladım abla buyur… Taksi lazımsa geleyim abla.” dedi.

“Hah evet ya gelebilir misiniz? Otogara gideceğim.” dedi Selin.

Sefa da, hemen geliyorum, diyerek telefonu kapadı. 5 dakika sonra Selin’i arayıp: “Abla geldim ben aşağıdayım buyur gel.” dedi. Selin indi ve Sefa yine kapısını açıp saygıda kusur etmedi Selin’e.

Sefa: “Abla hayırdır yolculuk nereye?”

Selin aynadan Sefa’ya bakıp güldü: “Yok bir yere gitmiyorum. Eşimin yeğenini almaya gidiyoruz. Sonra geri döneceğiz yani.”

Sefa: “Ha, iyi o zaman…” dedi ve sessizleşti. Sonra, “Yani şey için abla yanlış anlama da, valizin yok çantan yok öyle otogar deyince bir sıkıntı mı var acaba diye sordum.” dedi.

Selin güldü, “Yok bir ‘sıkıntı’ merak etmeyin” dedi. Otogara tahmin ettiğinden erken geldiler. Selin de Taksici Sefa’nın saçma sapan muhabbet açma girişimlerinden sıkılıp dışarıda beklemeye başladı.

Bir süre sonra Cafer otobüsten indi. Elinde valiziyle, iner inmez hızlıca etrafa bakıp bir sigara yaktı. Sigarasını tüttürürken amaçsızca yürüdü. Sonra, arkası dönük bir kadının vücudunu inceledi sigarasını içerken. İncecik taytıyla o güzel geniş kalçalarını, şekilli kalın bacaklarını sergileyen kadına hayran hayran bakıyordu Cafer. “Bu şehirde ne karılar var böyle” dedi sadece kendi duyabileceği bir sesle. Nikotin ihtiyacı doyduğunda aklına Selin geldi. Hemen aradı:

“Alo, Selin yenge ben vardım haberin olsun.” dedi. Hala o kadını izliyordu. Şimdi, o izlediği güzel kadın da telefonla konuşuyordu.

Selin, “Aaa bekliyorum ben de. Neredesin etrafında ne var?” diye sordu. Bu sırada Selin sağa sola dönünce Cafer, izlediği kadının yüzünü görünce yutkundu. Az önce iştahla baktığı kadın Selin’di. Utançtan kıpkırmızı oldu.

Cafer: “Yenge ben gördüm seni, geliyom yanına.” dedi ve Selin’in karşısında dikilene kadar Selin onu tanıyamadı. Selin ağzı açık bakıyordu Cafer’e. Cafer, uzunca boylu 185 kadar uzun, ince yapılı fakat kuvvetli bir izlenim veren genç, yüzünde kıllar bitmiş esmer bir delikanlıydı. Selin, “Cafeeer?” diyerek güldü.

Cafer Selin’in elini öpmeye kalkınca Cafer’in eline vurdu Selin ve, “Saçmalama o kadar da değil, gel bakayım buraya” diyerek sımsıkı sarıldı Cafer’in boynuna. Cafer’in iki eli yanda, parmak uçlarıyla Selin’in sırtına dokunuyordu çekingen tavırla. Selin’in yüzüne bakınca onun hatırladığından da güzel olduğunu fark etti.

“Yenge seni de yorduk kusura bakma.” dedi mahcup bir tavırla.

Selin: “Oğlum saçmalama ne yorması. Hadi gel eve geçelim yollarda haşatın çıkmıştır.” dedi ve Cafer’i elinden tutup taksiye götürdü. Taksici Sefa valizi alıp bagaja koyarken Önce Cafer sonra Selin arkaya geçip oturdular.

Selin yolda Cafer’e, onların evinde kalmasını istediklerini, yurtlarda hem boşa para verip hem rahat edemeyeceğini söyleyip ikna etmeye çalıştı. Cafer’in de çok parası yoktu fakat rahatsızlık vermemek için, ısrar edilmeden ilk seferde bir şeyi kabul etmeyi de ayıp saydığından başta birkaç defa “olmaz yenge” dese de sonunda ikna olmuştu. Selin, Cafer’in “tamam yenge” sözünü duyunca Cafer’in elini tutup sıktı:

“Cafer ya son gördüğümde belime geliyordun, şimdi koca adam oldun evimize misafir oluyorsun. Hayat ne garip ya…” dedi.

Cafer, hem Selin’e yanlışlıkla da olsa bakmış olmanın utancı hem de çoğu insan için basit fakat köylü bir delikanlı için ekstrem bu tensel temasın gerginliğiyle kızarıp bozarıyordu. Zorlukla ağzından birkaç kelime çıktı: “Sen hiç değişmemişsin yenge.”

Selin sımsıcak gülümseyip okşadı Cafer’in elini. Sefa yan gözle aynadan izliyordu ikisini. Hemen hemen aynı yaşta sayılırlardı Cafer’le. Garip bir kıskançlık duymuştu o da. Cafer elini çekti babasına haber verme bahanesiyle, babasını arayıp Selin’in onu aldığını, hiçbir sorun olmadığını söyledi. Selin’lerde kalacağını söylediğinde babası Selin’i istedi. Selin birkaç dakika da onu ikna etmeye çalıştı ve sonunda başardı.

Evin önüne geldiklerinde Selin parayı uzattı. Sefa, “Abla 50 lira eksik alayım. Dün fazla vermiştin…” dedi.

Selin, “Yok canım al işte. Bahşişti o.” dese de Sefa geri uzatıp:

“Yok abla almam işimiz bu” diyerek mağrur, olgun bir ifade takınmaya çalışıyordu. Selin bir de onu ikna etmekle uğraşamayacağından, “İyi madem, sonra görüşürüz o zaman” dedi.

Sefa Selin’in yüzüne aynadan bakıp duygulu bir sesle: “Görüşürüz abla…” dedi.

Cafer, Selin’in yabancı bir erkekle böyle rahat konuşmasını biraz garipsemişti. Kendi ailesinde bir kadın bir şey isteyecekse bile yanındaki erkeğe söyletir, parayı kadın ödeyecekse bile o erkek vasıtasıyla öderdi. Hele böyle kıyafetlerle sokağa çıkması… Fakat burası köy değildi. Zaten farkında olmadan da olsa Selin’e o gözle bakmış olması kendi adına büyük ayıptı. Böyle şeyleri düşünmektense kendisine evini açan, kardeş gibi kucaklayan bu insanlara yargılamadan saygı duymalıydı.

Eve girdiler, Selin: “Cafer çok yorulmuşsundur ama bence bir duş al rahatla sonra bir şeyler hazırlarım yemek ye. Sonra istersen uyursun. Ama aç aç uyutmam seni haberin olsun. Kendi evin gibi gör burayı. Tamam mı canım?”

Cafer, “Tamam yenge. Valla belim sırtım tutuldu hep. Bir yıkansam belki iyi olacak. Banyo ne tarafta yenge?”

Selin banyoyu gösterip Cafer’e havlu da verdi. “Ben sana yiyecek bir şeyler hazırlıyorum. Sen rahatına bak.” dedi. Cafer de banyoya girip yıkanmaya başladı hemen. Su sıcacık ve kesintisiz akıyor, banyonun her yeri tertemizdi. Hayatında hiç bu kadar konforlu hissetmemişti Cafer. Ev de mis gibi kokuyordu. Köy yerindeki kadınlar şehirli kadınlar hakkında atıp tutuyorlardı fakat Cafer, Selin’in evine ne kadar iyi baktığını kendi gözleriyle görüyordu.

Cafer vücudunu köpüklerken aklına Selin’in poposu gelmişti. Yaşı dolayısıyla engel olamıyordu böyle düşüncelere. Penisi hareketlenip yarı sert halde dikiliyordu bacaklarının arasında. İnce yapısına rağmen oldukça kalın, düzgün ve 17-18 cm kadar uzun, heybetli bir penisi vardı. İçindeki duygulardan utandı, düşüncelerini bastırmak için penisini aşağı doğru itip suyun altında iyice yıkanıp çıktı Cafer. Havluyla kurulanıp, beline doladı. Penisi biraz belli oluyordu havludan.

O an, yanına temiz çamaşır almadığını fark etti. Hepsi valizdeydi. Kapıyı usulca açıp başını uzattı. Sağa sola baktı. Mutfaktan sesler geliyordu. Fakat valiz nerede bilmiyordu. Bu halde çıkıp Selin’le karşılaşmak da doğru olmazdı. Cılız bir sesle: “Selin yenge…” diye seslendi.

Selin: “Canım? Bir şeye mi ihtiyacın var?”

Cafer utana sıkıla kapının ufacık aralığından: “Yenge kusura bakma valizimi kapıya bıraksan olur mu. Unutmuşum da…”

Selin gülümsedi, “Cafer havluyla çıkabilirsin, banyonun hemen yanındaki oda senin zaten. Valizini oraya bıraktım. Çekinme canım.”

Cafer “Tamam yenge” dedi ve hızlıca kendisine söylenen odaya girip kapıyı kapattı. Garip bir şekilde kalp atışları hızlanmıştı. Havluyla her yerini kuruladı. Penisi hala yarı erekte halde sallanıyordu. “Tövbe ya…” dedi kendi kendine. Hemen külodunu giyip üzerine bir kazak ve pantolon giydi. Havlusunu da eline alıp çıktı odadan. Mutfağa gidip “Yenge havluyu nereye asayım?” diye sordu.

Selin: “Bak şuna ya bir de zahmet veriyorum diyor. Canımın içi…” diyerek gülümsedi Cafer’e. “Balkona asabilirsin canım. Sonra gel senin karnını doyuralım.”

Cafer çekingen bir gülümsemeyle gitti. Geri geldiğinde otobüsten indiğinde gördüğü manzara karşısındaydı yine. Fakat çok daha yakındı. Birkaç saniye tek kelime edemedi Cafer. Gözünü alamıyordu Selin’in poposundan. Selin masaya eğilmiş, hareket ettikçe ufak ufak oynuyordu poposu. İçinde g-string olduğu anlaşılıyordu en üstteki ufacık izden. Bacakları da hafif kalın ve şekilli, çok güzeldi. Açıkta kalan beli incecik, bembeyaz teninden yayılan koku baş döndürücüydü. Cafer gözlerine hakim olamayınca eliyle gözlerini, yüzü kapatıp ovuşturur gibi yaparken:

“Yenge ben geldim” dedi.

Selin dönüp “Gel canım sofrayı hazırladım. Özellikle istediğin bir şey var mıydı bilmiyorum. Varsa söyle evde yoksa alırız.”

Cafer gözünü açtığında Selin’in güzel yüzüne baktı. Gülümseyerek, “Yenge sağ ol daha ne isteyeyim?” dedi. Sofraya göz atıp Selin’e döndü yine. “Valla sen… Çok iyi insansın yenge.”

Selin gülümsedi, gözleri parladı. Cafer’in koluna girip masaya getirdi onu ve “Sen de öylesin canım” dedi. Cafer oturunca saçlarını sevdi çocuk sever gibi. Sonra Cafer’in omuzlarını tuttu arkadan. Cafer, Selin ona ne zaman dokunsa kaskatı kesiliyordu. Elinde çatalla öylece bekliyordu şimdi de.

Selin, “Hadi yesene Cafer” dedi Cafer’in omuzlarını tutarak. Cafer ufak ufak peynir zeytin yemeye çalıştı. Gerginliği atamıyordu. Selin, Cafer’in omuzlarını okşayıp masaja başladı şaka yollu da olsa.

“Sırtın geçti mi canım?” diye sordu omuzlarını okşarken.

Cafer ne dese bilemedi. “Yani omuzlarımda bir şey yok zaten yenge” dedi.

“Doğru ya ben de sırtın diyorum omuzlarına masaj yapıyorum” diyerek güldü Selin. “Yemeğini ye sırtına biraz masaj yapayım sonra uzan bence” dedi.

Cafer başını salladı yüzü, kıpkırmızı olmuştu. Her şeyden azar azar yedi. Sofradan kalktığında Selin banyodaydı. Cafer sofrayı toplayıp kirli tabakları makineye, kalanları dolaba yerleştirdi. Sonra salona geçip dışarıyı izlemeye başladı. Selin’in banyodan çıktığını duyunca aniden arkasına döndü. Tam onu görecekti ki tekrar önüne dönüp “sapıtma lan” dedi kendine. Camdan dışarıyı seyrederken, Utku ve Selin’in ne kadar da güzel bir yerde yaşadıklarını fark etti. Hayal bile edemeyeceği bir şeydi böyle bir yerde yaşamak, Utku gibi bir işe sahip olup para kazanmak, Selin gibi bir kadın… Aklının hep Selin’e gitmesi sinirini bozmuştu. Televizyonu açıp zihnini boşaltmaya çalıştı.

Selin salona geldiğinde Cafer ona bakmamaya çalışıyordu. Ama fark etmişti. Duştan çıkmıştı Selin. Saçları hafif ıslaktı. Üzerine askılı ince bir şey geçirmişti. Sütyeni görünüyordu az da olsa. Altına da kısacık ama çok da dar olmayan bir şort giymişti. Bembeyaz bacakları çıplaktı. El ve ayak tırnakları bordo ojeliydi yine. Cafer ufak ufak ayaklarına, bacaklarına, memelerine bakıyordu Selin’in. Engel olması imkansızdı.

Selin, Cafer’in yanına gelip bacak bacak üstüne attı. Koluna dokundu yine Cafer’in, Cafer kasıldı. “Canım bu arada ben normalde evden çalışıyorum, bugün de çalışıyorum fakat işimi çoktan hallettim senle vakit geçirebilelim diye. Öyle rahatsızlık veriyor gibi düşünme. Tamam? İşim olsa ben zaten giderim” dedi.

Cafer, “Tamam yenge, sağ olasın…” dedi çatallı fakat kalın sesiyle.

Selin elini Cafer’in sırtına atıp okşarken, “Canım istersen biraz masaj yapayım çok gergin duruyor. Gevşesin kasların” dedi.

Cafer, “Yenge yok valla gerek yok. Düzelir kendi sen zahmet etme” dedi hafifçe uzak durmaya çalışarak.

Selin üsteledi. Selin’in ısrarı tamamen misafirperverlik içeren ve bir nevi ‘ablalık’ belki de ‘annelik’ iç güdüsüyle hareket eden bir kadın imajı çiziyordu. Cafer de öyle hissediyordu zaten. Fakat Selin’in seksi bedeni nedeniyle kendini rahat hissedemiyor, yanlış bir şey yapıp söylemekten korkuyordu. Baktığında bile ayıp olduğunu düşünüp pişman oluyordu. Selin üsteleyerek “Canım hadi uzan şöyle” dedi ve biraz zorlayarak koltuğa yüzüstü yatırdı Cafer’i.

Selin Cafer’e çocuk gibi davransa da 18 yaşında, upuzun boylu, yanakları sakallanmaya başlamış iri bir erkekti artık o. Koltuğa yattığında bunu fark etti. Cafer’in yüzü Selin’e dönük, öylece bekliyordu. Selin ayakta iyice yanına gelip, dizini Cafer’in yüzünün önünde koltuğa yaslayıp omuzlarından sırtına doğru okşamaya başladı. Selin okşadıkça Cafer önce kasılıyor sonra gevşiyor, gevşedikçe hafif koltuğa kerkinir gibi olup duruyordu.

Selin, “İyi mi böyle canım?” diye sordu.

Cafer, “Evet yenge, ellerin dert görmesin… Yorulma daha fazla, dur istersen.”

Selin gülüp devam etti, okşadıkça kıpırdanıyordu Cafer. İnce yapılı görünse de güçlü, kaslı bir erkekti Selin’in okşadığı vücut. Avuçlarında hissetti bunu. Kürek kemikleri, omuzları, sırtı Utku’dan daha iriydi. Belini okşamaya çalışırken bir türlü istediğini yapamayınca: “Dur bir dakika” diyerek Cafer’in bacaklarının üzerine çıktı koltuğun üzerinde. Cafer’in bacaklarına oturmadan ama çömelerek belini okşayıp sıkıyordu şimdi. Cafer biraz daha sert kerkiniyordu koltuğa. Selin, elini Cafer’in kazağının altından okşadı birden, Cafer irkilip hafifçe sıçrayıp “oh..” dedi belli belirsiz. Sıçramanın etkisiyle Selin Cafer’in üzerine oturdu. Kahkaha attı Cafer’in üzerinde otururken.

“Ahahah Cafer korkuttun beni… Elim mi soğuk geldi?”

Cafer arkasına baktı. Selin sıcacık gülüyordu. Bacaklarına oturmuş, çıplak bembeyaz bacakları Cafer’in üzerindeydi… “Yenge, yeter bence yoruldun sen de” dedi gergin bir sesle.

Selin üzerinden kalktı Cafer’in. Sonra, “Ya Cafer, canını yakmadım umarım… Kusura bakma canım.” diyerek alt dudağını şişirdi üzgün bir ifadeyle.

Cafer, “Yok yenge valla sen yorulma diye…” diyordu. Fakat hala yüzüstü yatıyordu. Koltuktan kalkıp doğrulamamıştı.

“Burada mı yatacaksın canım istersen battaniye falan getireyim?” diye sordu Selin.

Cafer, “Yok, odaya geçerim ben şimdi. Birazdan yani…” Cafer, erekte olmuştu. Selin karşısında süt gibi vücuduyla durdukça, cıvıl cıvıl sesiyle ona ‘canım’ deyip sürekli ona dokundukça da geçmeyecekti bu ereksiyon. Bahane uydurup, “Yenge, bir bardak su getirir misin çok fena boğazım kurumuş” dedi. Selin hemen mutfağa geçince Cafer doğruldu yerinde. Penisi dimdik olmuştu… Şimdi nasıl saklayacaktı bunu? “Aklına sokayım Cafer gözüne sıçayım. Bakma ulan bakma…” dedi kendi kendine. Koltuktaki kırlenti alıp önüne sımsıkı bastırdı. Yok, inmiyordu penisi. Aksine hoşuna bile gitti o baskı. Selin salona geldiği için çekemedi kırlenti.

“Al canım, başka bir şey istersen söyle.” dedi Selin suyu verirken. Cafer’in önündeki kırlente baktı. Anlam veremeyip yanına oturdu, bacak bacak üstüne attı. Cafer suyu tek dikişte içti, “Teşekkürler yenge” dedi.

Selin, “Maşallah Cafer, yanmışsın” dedi gülerek. Alay eder gibi bir tavrı vardı masumca. Cafer “Hıhı” diyebildi sadece.

Cafer o güne kadar ne böyle bir kadın görmüş ne de duymuştu. Belki onun yaşadığı yerde de güzel kadınlar vardı ama o güzellikleri böyle açıkça görmesi mümkün değildi. Cafer, Selin’in güzel olduğunu görüyor, Cafer’in hayat görüşüne göre oldukça açık ve yanlış giyiniyor olmasına ise hiçbir yargıda bulunmuyordu. Elbette Utku’ya ve yengesine saygısından. Yoksa, otobüsten indiğinde olduğu gibi Selin hiç tanımadığı bir kadın olsa belki de onun hakkında bambaşka fikirleri, hayalleri olacaktı.

İkisi televizyon seyredip ara sıra sohbet ederlerken kapı açıldı. Utku işten biraz erken çıkmıştı Cafer geldiği için Selin kapıya koşup karşıladı kocasını. Cafer bir saniyeliğine Selin’in poposuna, bacaklarına bakıp önüne döndü. Kırlenti kaldırıp penisini sertçe sıktı. Yumuşatmaya çalışıyordu Utku gelene kadar. Utku, salona gelip “Cafer? Bu ne oğlum kocaman olmuşsun. Gel bakayım şöyle…” dedi. Cafer kalktı, kasten iki büklüm olarak elini öpmeye çalıştı Utku’nun. Utku elini çekip dikeltti Cafer’i, “Bırak koca adamsın ne el öpmesi” diyerek. Cafer dik durunca iri ve yarı erekte penisi pantolonunun içinde yukarı doğru uzanmış şekliyle ortaya çıktı iyice. Selin uzaktan bakıp gülümserken, Cafer’in penisini görünce gülümsemesi dondu yüzünde. Kocasıyla yeğeni sarılıp konuşurlarken birkaç saniye Cafer’e ve penisine baktı. Sonra yaptığı masajı, giydiklerini düşünüp “Acaba…?” diye sordu kendine.

Saçmaydı bu düşünce. Ki öyle olsa bile fiziksel bir şey, genç, ergen sayılacak bir delikanlı neticede. Benle ilgisi yoktur diye düşündü. Aklından atmaya çalışıyordu bunu. Neler yaptığını, nasıl olduğunu sordu Utku Cafer’e.

Cafer, Utkuyla yan yana oturup “İyiydi her şey Utku abi sağ olsun Selin yenge anamı aratmıyor allah razı olsun” dedi. “Sırtım ağrıyor biraz da ondan böyle duruyom” diye ekledi eğilmesinin sebebi olarak. Sonra Selin’e bakıp, “Ama daha iyiyim şimdi…” dedi.

Utku, “Selin çok güzel masaj yapardı ya, yapsaydın ya aşkım çocuğun her yeri tutulmuştur kaç saat yol geldi. Ha Cafer?” diye sordu.

Cafer, “Yok abi. Yapmadı yani… Gerek de yok zaten. Valla daha iyiyim.” dedi gözlerini utançla kaçırarak.

Utku Selin’e dönüp gülerek “Yapmadın mı ya” diyerek göz kırptı şakacı tavırla.

Selin zorla gülümseyip, “Yapmadım…” diyebildi. Cafer’le göz göze geldiler birkaç saniye. Bunu neden Utku’dan sakladıklarını anlayamamıştı. “Sordum ama, o istemedi.” diye ekledi Selin.

Utku başını iki yana sallayıp “Neyse koca adam olmuş zaten sızlanacak hali yok ya” dedi.

Selin de ikisinin karşısına geçip bacak bacak üstüne attı. Cafer gözleri çoğunlukla yerde, ara sıra Selin’in ayak bileklerine, bacaklarına bakıp hızlıca Utku’ya dönerek sohbet etti ikisiyle. Sonra müsaade isteyip ona verilen odaya geçti, yatacağını söyleyerek. Selin ise az önce olanları aklından tamamen çıkarmıştı iyimser bir düşünceyle. Olsa olsa fiziksel bir şeydir, diye düşünmüştü. Cafer hem saygılı hem aileden, genç düzgün bir delikanlıydı. Böyle bir şeyi ona yakıştırdığı için kendinden utandı Selin.

Utku’yla Selin mutfakta yemeğe geçtiler. Eve biraz olsun neşe gelmişti.

Devam Edecek…