Kayıp Ada’da

Denizi çok seven biri değildim aslında. Okuldan bir arkadaş gemi adamı oldum filan deyince ilgimi çekti, sonra neyse uzatmayayım kurslar filan aldık belgemizi başladık. Kolay olmadı tabii ama, işin bana cazip gelen tarafı maaşın dolarla olması idi. İlk iki sene zor geçti, hem işi öğrenmek hem de alışmak. İnsan ne kadar çaba gösterirse göstersin, bazı şeylere alışamıyor. Gemidesin açık denizdesin, ferahsın diye düşünürsünüz ama, göreviniz süresince genelde kapalı yerdesin. Sonra dinlenme zamanlarında da yine gemidesin zaten. Neyse sizi sıkmayayım şu gemi işleriyle.

Biz gemiciler şirket nereye görev verirse oraya gideriz. Bazı rotalar vardır mimlenmiştir, korsanı var diye. Bizim geçeceğimiz Pasifik rotasında hiç kulağıma gelmemişti korsan olayı yaşandı diye. O tarz korsan olabilecek rotadan zaten iki sefer geçtim. Nedense ben pek tedirgin değildim, kaptan dahil herkes ha bir şey olacak, ha bir şey olacak diye diken üstünde geçmişlerdi o rotadan. Tabii ben herhalde kendim yaşamadığım için, ya da yaşayan birinden doğrudan dinlemediğim için pek etkilenmemiştim o rotalardan geçerken. O sakin Pasifik rotasından geçerken gemideki kimsenin bir endişesi veya korkusu yoktu. Çünkü oralarda herhangi bir korsanlık olayı duyulmamıştı. Keza çok küçük adalar dışında pek fazla kara da yoktu yolumuzun üstünde. Benim istirahat saatimdi, eski bir gemi olduğu için istirahat alanını deniz gören yere yapmamışlardı. Malum yük gemisi diye, mümkün olduğunca alanı yük alsın diye, biz çalışanların dinlenirken denizi görmemiz önemli değil diye düşünmüşler. O yüzden öylesine uzanırken, motorun birden durmasına şaşırdım. Bir arızadan dolayı durma gibi görünmüyordu. Yukarıdan tıkırtılar ve koşuşturma duydum. Aslında kaptan yine işe koşturur diye çıkmayacaktım ama merakıma da yenik düştüm, çıktım.

Meğer korsanlar çıkmış gemiye ve bütün mürettebatı kaptan köşküne almışlar. Ben de herhalde istirahatte olduğum için beni en son alacaklardı. Herkesin suratında endişe ve korku vardı. Ben en son aralarına katıldığım için, ya da olayın vehametininin büyüklüğünü anlayamadığım için nispeten sakindim. Daha ziyade biraz şok halindeydim. Kaptan, sıraya geç dedi, kendisinin en başta olduğu sıraya dizmişlerdi. Ben en sona giderken, korsanların elinde otomatik tüfeklerden olduğunu gördüm ve korktum haliyle. Üç kişiydiler kaptan köşkünde ve başka kimler vardı bilmiyorum. Sıranın sonuna doğru giderken ne cesaret varsa bende, ki sıra sonu kapının girişindeydi, kapıyı hızla çarpıp kaçtım. Sanki gemide saklanacak bir yer vardı. Hemen merdivenlerden indim. Arkamdan birinin geldiğini duyuyordum, görmesem bile. Gemiyi evim gibi tanıyordum. Çok fazla kaçacak yer yoktu. Dolana dolana, en son güverteye çıktım. Ne yaptığımı bilmiyordum. Toplam kaç kişilerse onu da bilmiyorum. Güvertede kimseyi göremedim. Ama geminin güvertesine attıkları çapa ve ipi gördüm. Aşağıya baktım, bir küçük sürat teknesi vardı. Neden boş bıraktılar ki. Hemen ipe tutunarak sürat teknesine indim ve teknenin motorunu çalıştırdım. Tabii arkamdan gelmesinler diye güverteye asılı çapanın ipini saldım. Motor çalışır çalışmaz güverteden bana bakanlar oldu ama ben en azından biraz açılmıştım. Ateş ettiler arkamdan, ama tekneye isabet eden kurşun olmadı. Arkamdan bağrıştılar, bizim geminin öbür tarafına yanaşık teknelerine inip daha sonra beni takip edinceye kadar ben epey yol almıştım. En son herhalde onlara 5-6km fark açmıştım. Sonra nedense beni takibi bıraktılar. Ben yine de onları şaşırtmak için sürekli batıya gitmektense, arada bir güneye, sonra tekrar batıya giderek kendimce iz kaybettirmeye çalıştım.

Ama düşünmediğim bir şey vardı. Tekne yelkenli değildi ve elbette mazotu bitecekti. Pasifiğin ortasında beni binlerce kilometre götüremezdi. Bunu fark ettiğim anda motorun hızını düşürdüm, en azından menzilimi arttırayım diye. Nereye gideceğimi bilmiyordum. Teknede ne bir harita, ya da haritanın yüklü olduğu tablet filan yoktu. Nasılsa gemi bizi götürüyor diye, nerede olduğumuza da pek bakmazdım. Şimdi nerede olduğumu bilmeden ve mazotu bitmek üzere olan bir teknedeydim. Yine mümkün olduğunca batıya doğru sürdüm. Ama hava kararmak üzereyken motor durdu. Mazot bitmişti. Tekrar çalıştırmayı denedim, kısa bir süre sonra yine titreyerek durdu motor. Ne yapacağımı bilmiyordum. Tekne birkaç metrelik idi. Korsanlar bu tekne ile geldilerse, çok uzaktan gelmemişlerdi. Ama ben nereye gideceğimi bilmediğim için en azından bir ada bulmayı umut ederek batıya doğru yol almıştım. Pasifikteki binlerce adanın arasından elbette birine denk gelirim diye düşünmüştüm. Gerçi şaşırtma amaçlı arada biraz güney ve sonra biraz kuzey yapmıştım. Nerede olduğumu bilmiyordum, ama bildiğim tek şey bir tekne üstünde olduğum ve benim kayıp olduğumdu.

Güneş battıktan sonra duran teknemin içinde uzanıp gökyüzüne bakıp uyumaya çalıştım. Hava o kadar açıktı ki, gökyüzündeki yıldızlar sanki elimle toplayacakmışım gibi yakın görünüyorlardı. Yıldızlara bakarken dalıp uyumuşum. Sabah olduğunda güneş yükseldi ve beni uyandırdı. Tabii ben gölgelik aradım. Dümenin olduğu bölgede küçük bir gölgelik vardı. Oraya sığınıp bekledim. O küçük yerde 20 litrelik su olduğunu görünce hazine bulmuş gibi sevindim. Çok abartmadan ara ara o sudan içtim. Arada bir tekneden bakıp nerede olabileceğimi kestirmeye çalışıyordum. Tekne denizin akıntısıyla gidiyor gibiydi. Güneşin konumuna bakıp, hem saati hem de dünyanın hangi bölgesinde olduğumu anlamaya çalışıyordum.

İlk günün heyecanından acıktığımı sanki anlamamışım. Akşama doğru ancak karnım guruldamaya başlayınca küçük teknede neler bulabilirim diye bakınmayı akıl ettim. Teknede bir alet çantası, bir çanta ve bir de olta takımının olduğu çanta dışında yiyecek namına bir şey yoktu. Çantanın içinde özel eşyaları ve bir tabanca buldum. Denizin ortasında pek işime yarayacak bir şey değildi. Alet çantasında, tamir için gerekebilecek alet edevat vardı. Olta takımı çantası ise o an aradığım bir şeydi. Hava kararırken oltayı kurup biraz balık tutmayı denedim. Belki şansıma ilk balığı yakalamam çok sürmedi. Teknede balığı pişirecek bir yer de yoktu. Mecburen yakaladığım balığın etli yerlerinden ısırık alıp attım. Çiğ balık tadı pek hoşuma gitmedi. En azından karnımın gurultusu biraz dinmişti.

İkinci gün yine Pasifik’in sakin sularında akıntıyla ilerler gibi geçti. Güneşe bakarak konumuma bakıyordum, biraz tuhaflık sezmeye başladım. Güneş dünkü yerinde değildi. Acaba akıntı gece boyunca beni bir girdapla bir daire içinde mi dolandırmıştı. Belki yanılıyorumdur diyerek o günün de geçmesini bekledim. Ertesi gün yine güneşin yeri değişmişti. Tekne akıntıda bilmediğim bir şekilde ilerliyordu. Teknenin motorunu bir kere daha çalıştırıp, eğer bir kısır döngüde isem belki çıkmama yardımcı olur diye düşündüm. Tahmin ettiğim gibi motor kısa bir süre çalışıp titreyerek durdu. Artık koca okyanusun içinde yapayalnızdım. Tek umudum ticari ya da değil bir geminin bu rotadan geçmesiydi.

Sanırım bir hafta olmak üzereydi suyum iyice azalınca nasılsa zaten artık kendi çişimi içeceğim deyip, kalan suyla seyreltip içmeye başlamıştım. Hayatta kalmak her şeyin üstündeydi. Artık yavan çiğ balık bile bana nimet gibi geliyordu. Hatta tuttuğum bazı balıkları bile şeklini beğenmedim deyip geri salıyordum. Öylesine vakit geçiriyordum.

Bir zaman sonra günleri saymayı bıraktım. İki haftayı geçmiş olmalıyım. Birden uzakta bir adaya benzer bir şey gördüm. Bir ada veya kara görmeyi çok istediğim için halüsünasyon gördüğümü sandım önce. Sonra emin olunca motoru çalıştırmayı denedim. Çalışmadı. Elimle suya uzanıp gitmeye çalıştım. Suya düşmekten korktum, zaten pek faydası yoktu. İnsan bir kürek filan koymaz mı tekneye. Alet çantasının kapağını söküp kürek gibi uzattım ve herhalde saatler süren bir çabayla adaya yaklaştım. Kolum kopmak üzereydi.

Adayı görünce sevinmiştim ama, içinde birileri var mıdır. İçinde biri yoksa bile su var mı diye düşünmeye başladım. Adaya yaklaştıkça ne bir ses, ne de duman yoktu. Herhalde burada kimse yok diye düşündüm. Eğer kimse yoksa, su da mı yoktu acaba. Birileri gelinceye kadar beni idare edecek su olmalıydı. Kendi çişimle karışık su içmekten sıkılmıştım. Zar sor adanın sahiline yakınlaştım. Boyuma gelecek sığlığa kadar gelince atladım tekneden ve tekneyi çekerek sahile oturttum. Gücüm tükenmişti artık. Ama tekneyi dalgaların götürmemesi için bağlamalıydım. Bir kayalık vardı, teknenin halatını ona bağladım. Sonra sahile çıkıp uzandım. Epey yorulmuşum ki, uyumuşum biraz. Sonra tekneden alet çantasıyla silahın olduğu sırt çantasını indirdim. Tekneyi biraz daha karaya doğru çektim. Sahilden içeriye doğru ağaçların arasına doğru yürüdüm. Dikkatimi ilk çeken hindistan cevizleri oldu. Onlardan bir iki tanesini hemen kırıp, hem suyunu içtim hem içini yedim. Adanın büyüklüğü hakkında henüz hiç bir fikrim yoktu. Açlığımı ve susuzluğumu gidermekti ilk amacım. Pek doyurucu olmasa da biraz kendime geldim, hindistan cevizi ile. Ağaçların arasında bir çıtırtı duydum. Acaba birileri mi vardı, yoksa yaban hayvanı mı. Sırt çantasından tabancamı çıkardım. Her iki durumda da kendimi korumam gerekebilirdi. Ağaçların arasından yürüdüm biraz. Çok da küçük bir ada değilmiş demek ki. Bir anda etrafımı 3-4 çıplak adam sardı ve birisi üzerime atladı. Biraz didiştik, diğerleri etrafımızda dikeliyordu ama ben üzerime atlayan adamla güreşiyordum. Gücüm yerinde olsa onunla iyi baş edebilirdim, ama benden daha zayıf ve çelimsiz, hatta güreşmeyi bilmeyen adalı adam beni epey hırpalıyordu. Elinde bir silah, bıçak veya herhangi bir şey yoktu ama o son hamlesiyle beni öldüreceğinden korktum. Çantama uzanıp tabancayı çıkardım ve.. neresinden vurduğumu bilmeden ateşledim. Çıkan gürültüyle başımızda bekleşen adamlar kaçıştı. Üzerime sıçrayan ve sonrasında akmaya devam eden kanlardan adamın vurulduğunu anladım. Zaten adamın gücü epey kesilmişti, sadece çırpınıyordu üstümde. Bir süre sonra çırpınması da durdu, ondan sonra onu üstümden aldım zaten.

Adaya gelir gelmez düşman edinmiştim galiba. Üstüm başım kan olmuştu. Gidip sahile elbiselerimi çıkarıp denizde yıkadım. Biraz kuruttuktan sonra tekrar giymek istedim kan izler özellikle tişörtüme iyi sinmişti. Vurduğum adamın yanına gittim, diğerlerinin bana yaklaşmaya korktuğu için uzaktan izlediklerini fark ettim. Adamı çevirip neresinden vurduğumu ve hatta belki ölüp ölmediğinden iyice emin olmaya çalıştım. Kurşun karın bölgesinin üstünden girmiş, omuz bölgesinden çıkmıştı. Belki de kurşun onu delip geçtikten sonra beni bile vurabilirmiş yani. Adam çırılçıplaktı, ama sikini beline bağlamıştı. Tıpkı diğerleri gibi. Teni siyah değil, beyaz da değil, melez sayılabilirdi. Boyu ve kilosu bana göre küçüktü. Onu güzelce yatırıp, ellerini ve ayaklarını birleştirdim. Ona ihtimam gösterdiğimi görünce uzaktan izleyen adamlardan biri yaklaştı. Göz göze geldik ve ona zarar vermeyeceğimi anlatmaya çalıştım. Herhalde sözlerimi ve hareketlerimi yanlış anlamış olmalı ki, hemen kaçıştı. Arkasından bir diğeri yaklaştı. Ona da aynı şekilde özür diler gibi, benden ona zarar gelmeyeceğini anlatmaya çalıştım. O da bana yaklaşmaya çekiniyordu. Bir diğerinin ona katılmasıyla ikisi birlikte bana yaklaştılar. Elimi uzattım, ellerini çektiler. İkisinin de ellerini tutup el sıkıştım. El sıkışmak pek adetleri değil anlaşılan. Yerde yatan arkadaşlarına baktılar. Yerde yatan arkadaşlarına okşar gibi başında gezdirdim. Çok üzgün ve tedirgin gibiydiler. Ben yerde yatan arkadaşlarının başını okşarken 4-5 kişi başımda toplanıverdiler. İkisi benimle birlikte yerde yatan adamı okşadı. Sonra kaldırmaya çalıştılar. Yardım ettim onlara. Ölüyü adanın içinde ağaçların arasında götürdüler, ben de takip ettim. Adanın o kadar da büyük olmadığını anladım. Ağaçlık bir bölgeyi geçtikten sonra bir kayalıktan tırmandılar ve adanın bir diğer ucundaki tepeye çıktılar. Sonra arkadaşlarını o kayalıktan denize attılar ve arkasından sırayla baktılar.

Şimdi adamlarla dost muyduk, düşman mıydık bilmiyorum. Ben orada 4-5 kişi görmüştüm. Muhtemelen başkaları da vardı. Onlar giderken arkalarından takip ettim. Benden korkuyorlardı. Bana her baktıklarında, korkmayın, sakin gibi işaretler ediyordum. En sonunda adanın içinde bir bölgede içinde kadın ve çocukların olduğu bir topluluğun olduğu yere geldiler. Ağaçlık bölgenin içinde büyükçe boş alandı burası. En öndeki topluluğa bir şeyler söyledi, herkes bir uğuldadı ve hatta kaçışanlar oldu. Ellerimi kaldırıp aralarına girdim. Bir iki tanesi, özellikle bir kadın bana dokundu. Tenimin renginin onlara göre daha açık olması mı, altımdaki pantolon mu, yoksa onlardan farklı görünmem mi etkiledi onları bilemiyorum. Beni anlamaya çalışıyorlardı. Kadınlar çıplaktı, ama o anda onların çıplaklığı beni etkilememişti. Memeleri çok büyük değil, bacak aralarında belli belirsiz kıllar ve hepsi de birbirine benzeyen ince vücutları vardı. İlk dokunan kadından sonra diğerleri de sırayla bana dokundu. Bana henüz ısınmamış olsalar da, en azından korkuları geçmişti. Biraz aralarında gezindikten sonra uzaklaştım ve bir yerde dinlendim. Hava kararmak üzereydi. Herkes kendisine yaptığı yaprak ve dallardan kurulu kümes benzeri yatağına çekildi. Ben de kendime bulabildiğim en rahat yere geçip uzandım. Uzun zaman sonra ilk kez karada uyuyacaktım.

Gün ışığıyla uyandım ki zaten adadakiler de koşuşturmaya başlamışlardı. Ben uyurken benim olduğum yere gelmeye çekinmişlerdi. O yüzden uyandıktan sonra ben onların yanına gittim. Ateş yakmışlar ve orada biraz balık pişiriyorlardı. Kadınlardan biri gülümseyerek bana pişirdikleri balıktan bana ikram etti. Uzun zamandan beri ilk kez pişmiş bir şey yediğim için hoşuma gitti. Arkasından tekrar istedim. Çok aç olduğum için onların haklarından da çalmış oluyordum. Baktım ki başka balık yok. Hemen koşup tekneden olta takımını çantasını getirdim, ve adadaki erkeklerin yanına gidip onlarla balık tutmaya başladım. Oltanın yanı sıra bir ağ da vardı, olta çantasında. Onların zıpkınla avladıklarından daha çok balık tutunca çok şaşırdılar. Tuttuğumuz balıkları kadınların yanına götürüp, onlara pişirmeleri için verdik. Epeyce güzel bir ziyafet çektik. Artık adadakilerin gözünde düşman olarak görülmüyordum. Bir tanesi benim gece yattığım yeri gösterip, dal ve yapraklardan yatak yapmaya çalıştı. Bunun üzerine yine tekneye gidip alet çantasını getirdim. Küçük bir testere vardı, onunla dalları kestim, o kırmaya çalışırken. Ki o ancak küçük dalları kırabildiği için kalınca dallardan daha büyük bir yatak yapabildik.

Adadaki su sorununu da yağmur suyunu tepedeki kayalıkların olduğu bölgede yaptıkları bir hazne ile çözdüklerini anladım. Yağmur suyunu taşlardan yaptıkları kanalla bir kuyuya yönlendiriyorlar. Sonra kuyunun suyunu da yine taş ve kumlardan süzdürerek biraz daha alçak yerdeki başka kayalık bölgede biriktiriyorlardı. Adanın nüfusuna göre yetecek bir hazne gibi görünüyordu. Buraya günde bir kaç kere hemen hepsi gelip gidiyordu su içmek için. Ben teknedeki bidonumu doldurup getirince de çok şaşırdılar. Suyumu da onlarla paylaştım.

Alet çantam epey ilgilerini çekti. Eşyalarıma karşı epey meraklıydılar. Tabancama da gece uyurken alırlar diye mermilerini çıkarıp başka yere koymuştum. İyi ki öyle yapmışım. Ertesi gün kalktığımda yattığım dalların altına koyduğum tabanca gitmişti. Az ileride birisi namluyu kendine doğru tutmuş tetiği çekip duruyordu. Başka biri de mermilerle oynuyordu. Hemen ikisine de kızdım ve ellerinden aldım. Tabancayı da son bir kez korkutmak için havaya sıktım. Tabancanın ancak benim elimde çalıştığını sanmışlardı. Sonra da mermileri gizli bir yere gömdüm.

Adadakiler hepsi çıplaktı, gerçi giyinmeyi gerektirecek bir serinlik veya sıcaklık yoktu adada. Ben de zamanla onlara uydum. Önce üstümü, sonra altımı da çıkardım. Beni henüz tam çırılçıplak görmemişlerdi. Bir keresinde çişimi bir ağacın arkasına yaparken kızdılar, elimden tutarak deniz kenarına yapmamı işaret ettiler. Haklıydılar, yaşam alanının oldukça uzağa mümkünse aşağılara yapmalıydım.

Sadece üstümü çıkarıp gezinirken, bir yağmur başladı sırıl sıklam ıslandım. Onlar zaten çıplak oldukları için pek etkilenmediler, hatta sevindiler. Gidip, su depo ve kanallarının zarar görüp görmediğini kontrol ettiler yağmur boyunca. Yağmur onlar için su olduğu için çok sevindiler. Ben ıslak halimle hareket etmekte zorlanmaya başlayınca altımı da çıkardım. Sikim sallana sallana dolaşmaya başladım. O zaman anladım neden siklerini bellerine bağladıklarını. Neyse ben sikimin sallanmasından şikayetçi değildim.

Komünde çok dikkat çekti çıplak halim. Erkekler de kadınlar da gelip sikimi ellediler. Tabii sikim hareketlendi ve kalktı bu ellemelerden. Geçirdiğim birkaç gün içinde henüz cinsel bir uyarı hissetmemiştim onlara karşı. Biraz da karşılıklı güvenin tam oturmamasındandı. Kendimi de güvenli hissetmiyordum. Bu arada bazı erkek ve kadınların uzaklaşarak, ağaçların veya kayaların arkasında sikiştiklerini gözlemliyordum. Elleriyle dokunmalarından hareketlenen sikim daha fazla ilgi çekti, çünkü görebildiğim kadarıyla adadaki erkeklerinkinden daha büyüktü sikim. Ve de sünnetliydi. Sırayla gelip kalkmış sikime bakıyor ve birbirlerine gösteriyorlardı. Kalkmış sikime baktıktan sonra benimle göz göze gelen kadınlar çok tahrik ediyorlardı beni. Ama daha henüz o bariyeri geçmeyi güvenli görmüyordum. Erkeklerden biri gelip sikimi tutup biraz okşayınca, galiba kendisininkiyle kıyaslamak için tuttu. Ben de onunkini tuttum. Sünnetsiz sikini biraz okşayınca hemen kalktı ve elime boşaldı. Ve tabii elim spermleriyle kirlendi. Üstüme silmek istemedim, gittim yakınımdaki bir kadının amının üzerine sildim elimdeki spermleri. Gülüştüler. Spermleri amına sürdüğüm kadın, eliyle alıp yaladı o spermleri.

Artık ben de onlar gibi çırılçıplaktım ve böyle sanki onlardan biri gibi olmuştum. Genelde onlarla birlikte yatıp kalksam da, onları izlemekle yetiniyordum daha çok. Adada çocuk ve bebek denebilecek yaşta 8-10 kişi vardı. Geri kalanı yetişkindi. Çok yaşlı birine rastlamadım. Demek ki pek uzun yaşamıyorlardı. Adadaki çocuk ve bebekler sanki herkesin çocuğuymuş gibi ilgileniliyordu. Zaten bu kadar küçük bir toplulukta hemen herkes birbirinin akrabasıdır. Aralarında pek yaşlı olan yoktu ama yaşlılar genelde kendilerini diğerlerinin arasından çekiyorlardı. Ama bir araya geldiklerinde de sadece yaşlılar ya da yaşça büyük olanlar konuşuyordu. Dillerini öğrenmeye çaba göstermediğim için ne konuştuklarını hep merak ettim.

Erkeklerinin pek sakalları çıkmıyordu ama çıkan sakallarını deniz kenarından topladıkları keskin deniz kabukları ile alıyorlardı. Kadınlar da bacak aralarındaki kıllarını erkeklerin onlara deniz kenarından getirdiği kabuklarla almaya çalışıyorlardı. Zaten yeme içme dışında epey boş vakitleri vardı. Bazen iki kadının birbirinin bacak arasındaki kılları kabuklarla almaya çalışırken sohbet ettiğini görebilirdiniz. Genelde de pek güzel alamazlardı işin açıkçası. Yine de uzaktan pek kılları belli olmazdı.

Bir gün iki erkek sahilden topladıkları kabukları bir köşede oturan iki kadından birine hediye ettiler. Kadın memnun oldu ve sanırım daha iyi veya keskin kabuk getireninkini aldı, diğerininkini geri verdi. Sonra ikisi beraber uzaklaştılar ve anladım ki sikişecekler. Kabukları kabul görmeyen diğer kadına teklif etti aynı kabukları, bu sefer diğer kadın ikinci tercih olarak görülmeyi gururuna yediremediği için kabukları kabul etmedi. İkinci adam da sikişemedi haliyle. Ben de uzaktan güldüm olan bitene.

Baktım bunlar zorluk çekiyorlar am kıllarını almakta, sırt çantasında bir jilet olduğunu hatırladım. Oturan kadının yanına gidip amının kıllarını jiletle almayı teklif ettim. Kadına yapmak istediğimi anlatıncaya kadar akla karayı seçtim. En sonunda bacaklarını açtırıp jiletimle kıllarını almaya başladım. Jilet haliyle en keskin kabuktan daha iyi alıyordu kılları ve amını daha güzel ortaya çıkarıyordu. Ve tabii ki daha az acıtıyordu. Amının kıllarını aldıkça sikim uyandı. Önünde çömelmişken kalkık sikim onun da dikkatini çekti. Amını jiletle tıraşlarken güzelce de inceledim. Am dudaklarını açıp baktım. Kadın ona gösterdiğim ilgiden memnun kaldı. En sonunda da tertemiz kılsız amından da memnun kaldı. Hemen arkadaşlarına gösterdi. Herkes hayran kaldı tamamen kılsız amını görünce. Çünkü deniz kabukları o kadar iyi alamıyordu. Sonra sıraya girdi hepsi, benimkini de al diye. Kalkık sikimle tek tek önlerine çömelip tıraş ettim amlarını. Nedense hepsinin de amı farklı gelmişti bana. Ve hepsini de sikesim gelmişti. Sanırım beşinci ve altıncıdan sonra, bugünlük yeter dedim. Yaptıranlar gururla dolaştı o gün.

Ada küçük olduğu için avlanacak bir şey yoktu, vardıysa da adadaki insanlar çoktan neslini tüketmiş olmalıydı. Adadakilerin tek bir metal eşyası bile yoktu. Bu da en az birkaç bin yıldır burada mahsur kaldıklarını gösteriyordu. Demek ben de burada mahsur kalacaktım. Artık onların hayatına uyum sağlamaya çalışıyordum. Erkeklerin balık avına yardım ediyor, kadınların onları pişirmesinden sonra beraber yiyorduk. Yataklarımızı daha derli toplu ve güzel yapmak için ağaçları keserek en azımdan kendime kulübe yapmak istedim. Uygun bir yer açıp, küçük testere ile ağaç kesip kulübe yapmaya giriştim. Özellikle kadınlar bana yardım etmeye çalıştılar. Bir tanesi ben kestiğim ağacı testereyle dilimlemeye çalışırken önümde eğilip bir çukur açmaya çalıştı. Ben tam arkasındaydım ve yuvarlak küçük kalçası epey tahrik edici göründü gözüme. Çıplak olduğum için sikimin hareketlenmesi hemen tahrik olduğumu belli ediyordu. Testereyi ağaca tutarken bir adım önümde domalmış kadının kıçından gözlerimi alamıyordum. Küçük, yuvarlak ve dipdiri kalça. Kadın da domalmış dikkatle elindeki küçük kürekle çukur açmaya çalışıyordu. Testereyi bırakıp bir adım öne atarak kadının arkasına geçtim. Benim yaklaştığımı anlamadı ama elimle kalçasını tutup, sonra kalça loplarını ayırınca irkildi. Hatta doğrulmaya çalıştı. Ben sakin olmasını işaret ettim. Tekrar çukur açmaya yöneldi. Kalçasını araladığımda göt deliğinin etrafında küçük seyrek kıvırcık kıllar ve altında çoğu alınmış ama birazı kalmış kıllarıyla am yarığını gördüm. Bu sefer amını okşarken yavaşlasa da çukur kazmayı bırakmadı. Dizimin üstünde arkasına yaklaştım. Elimle amını biraz daha okşadım. Küçük küreği artık sallamıyordu. Sikimi amının üstünde biraz gezdirdikten sonra sokuverdim. Amı ıslak olduğu için kolay girdim. Artık kadın çukur kazmak değil elini oyalamak için küreği hareket ettiriyordu. Küçük kalçasını iki elimle tutarak arkadan sikmeye devam ettim. İlk kez adalı bir kadın sikiyordum. Artık bariyeri aşmıştım. Sikim ıslam amında kayarak gidip geliyordu. Teni tenimden çok fazla koyu değildi ama kalçasına gidip gelirken tenlerimiz arasındaki ton farkı belli oluyordu. Düz toprak üstünde diz üstünde durmak oldukça rahatsız ediciydi. Sikimin yumuşacık amın içinde gidip gelmesi hoşuma gitmesine rağmen, ve hatta küçük diri kalçayı tutarak sikmek hoşuma gitmesine rağmen ayağa kalkıp öyle sikmek istedim. Ben durunca şaşırdı kadın. Devam et gibisinden bana baktı. Ayağa kalkmasını istedim. Onu kaldırabileceğim ağırlıkta olduğu için kucaklayarak sikimi tekrar amına yerleştirdim. Onu hoplatarak amının içinde gidip gelmeye başladım. Artık yüz yüzeydik ve birbirimize bakıyorduk. Kadın zevkinden anlamadığım sesler çıkarıyordu. Bir süre sonra etrafımız kalabalıklaştı. Benim onu kucaklayarak sikmem ilgilerini çekti. Canlı porno şov yapıyordum sanki. Boşalacağım zaman onu sabit tutup güzelce içine boşaldım. Etrafımdakiler dağılmadılar, izlemeye devam ettiler. Sikimi sıvazlayıp spermimin son damlasını da kadına yalattım. Böylece herkesin içinde ilk sikişimi yapmış oldum.

Küçük tek kişilik kulübemi bitirmek iki haftamı aldı. Gün içinde güneşin dik geldiği zamanlarda bile gölgelik sabit yerim olmuştu. İçine de yaprak ve yosunlardan yumuşak yatak yaptım. Diğerlerinin kullanmasına izin vermiyordum ki, onlara biraz otorite kurabileyim. Çok merak ediyorlardı içeride ne var diye. Merakları çözülmesin diye, inadına sokmuyordum. Tabii ben uzaklaşınca kesin girip bakıyorlardır.

Kulübe benim için köşk gibiydi. Pek içeride durmuyordum gerçi. Kadınlar merak edip içeriye girdiklerinde bir şekilde sikiyordum onları. O yüzden kulübeme giren kadınların benimle sikişmek için mi girdiklerini, yoksa izinsiz girdikleri için mi sikildikleri belirsizdi. Bir gün sahile kadar tekneye bakmaya gidip geri geldiğimde, kulübede bir kadın olduğunun farkında değildim. Köşede ve gölgede olduğu için de kulübeye girerken farknetmedim. Birden karşıma çıkınca irkildim ve açıkçası korktum. Kadın olduğunu farknedince hemen onu tuttum. Kadınlar biraz benden çekindikleri için, biraz da belki bana hayran oldukları için onlara ne zaman işaret etsem seks konusunda pek itiraz etmiyorlardı. Ama kulübemde yakaladığım kadına buna rağmen biraz sertçe giriştim. Yere yatırdım hemen ve sertçe okşamaya başladım. Gücümü hissediyordu. Biraz korkuyla bakmaya başladı. Ellerimi vücudunda gezdirdikçe sikim hareketlendi. Memelerini avuçluyor ve daha sonra hafif sertlikte ısırıyordum. Bir elimle de bacak arasında okşuyordum onu. Sikim iyice sertleşince amına yerleştirdim. Sertçe gidip gelmeye başladım. Gün ışığı kulübeye boşluklardan sızıyordu. Bir süre onu sırtüstü siktikten sonra, çevirdim. Domaldı hemen. Dizleri acır diye, yüzü koyun uzandırdım. O güne kadar yapmadığım bir şeyi yaptım. Sikimi göt deliğine dayadım. Tabii girmedi. O da ne yaptığımı anlamaya çalıştı. Başını çevirmesin diye, elimle bastırdım. Sikimin ucunu tükürükleyip tekrar denedim. Pornolardaki gibi olmuyormuş, kolay girmedi. Hatta girdikten sonra da rahat girip çıkamadım. Kız da anlamsız çığlıklar atıyordu. Kulübenin kapısına gelenler oldu, ama içeriye giremiyorlardı tabii. Kızın götünü zorlanarak sikerken boşaldım. Kadın benden sonra kalktı ve götünü ovuşturarak çıktı. Dışarıda uğultular hemen kesilmedi. Ben de ortalık sakinleşinceye kadar çıkmadım.

O günden sonra özellikle kadınların bana biraz mesafeli olduklarını fark ettim. Yine de benden kaçmıyorlardı. Bir şekilde onları kulübeme alıp sikişiyordum. Arada bir anal yapmak için yokluyordum. Çok direniyorlarsa yapmıyordum. En sonunda birisi ile yavaş yavaş da olsa anala yönlendirebildim. Daha öncekinden daha sakin ve onun da tepkilerini takip ederek arka deliğinden girmeyi başardım. Ve yine onun tepkilerine göre gidip geldim. Tabii bu seferki de benim için çok güzeldi. Kadının ne kadar hoşuna gitti bilmiyorum. En azından bir sonraki seferde de anal yapmayı yokladığımda hayır demedi. Bu şekilde en azından birkaç kadınla anal deneyimi arada bir yaşayabiliyordum. Bunca zamandır adada hiç anal yaşanmadı mı acaba diye de aklıma takılmadı değil.

Günler artık o kadar sıradan geçiyordu ki, onlar için problem değildi. Belki de yüzyıllardır böyle yaşıyorlardı. Onlar için en büyük problem yağmurun uzun süre yağmaması idi. O zaman tepedeki yağmur suyu hazneleri boşalıyor ve hemen korku, endişe yüzlerinden okunmaya başlıyordu. Su konusunda benim de yapacak bir şeyim yoktu. Ben geldikten sonra hayatlarını kolaylaştıracak bir şeyler getirdiğim için, su azaldığında da bana geldiler, su deposunu gösterdiler doldur diye. Ama o konuda benim de yapabileceğim bir şey yoktu. İlk kez benim hakkımda hayal kırıklığı yaşadılar. Onlara anlatmaya çalıştım, ama anlamadılar. Neyse ki, birkaç gün sonra yağmur geldi ve adada bir bayram havası oldu.

Adadaki sıkıcı hayatı renklendirmek için bazı oyunlar yaptırıyordum. Hatta bazı geceler rasgele birilerini sikiştiriyordum. Zaten küçücük adada, yetişkin olan herkes bir şekilde birbiriyle en azından bir kere sikişmiş oluyordu. Ama benim yaptığım herkes izlerken, bir kadın gözü bağlı domalırken, arkasından kimin siktiğini bulması oyunu idi. Çoğunlukla buluyordu ama herkes gülüp eğleniyordu. Bu oyunu biraz daha renklendirip, artık gece dolunay ışığında herkese bir porno şov da yaptırdığım oluyordu. Benim bulduğum oyunlar onların da hoşuna gidiyordu.

Arada bir tepeye çıkıp uzaktan yakından geçen gemi var mı diye bakındığım, teknenin yanına gidip o eski hayata dönmek istediğim zamanlar olmuyor değildi. Buradaki özgürce takılabildiğim ve bana saygı duyulan adadan ayrılmak hiç de mantıklı gelmemeye başladı. Özellikle artık günleri saymayı bıraktıktan sonra. Artık benim için burası kayıp ada değildi ve ben de kayıp denizci değildim. Ben artık adalılardan biriydim.