Göz Görmese De Kalp Duyar

Haftanın yorgunluğu vardı üzerimde. Hele Cuma’yı birleştiren hafta sonu tatili aklıma geldikçe, bugün Perşembe günü de olsa yorgunluğumu daha yoğun hissediyordum. Seçil ile kararlaştırmıştık. Perşembe akşamından Ada’ya gidecek, Pazar günü dönecektik. Hem şehrin kalabalığından, kaosundan ve gürültüsünden kaçacak, hem de sakin bir yerde dinlenmiş olacaktık. Sonra elbette yine yoğun iş temposuna, bitmeyen işlere, gün aşırı toplantılara, gün aşırı yeni görevlere dalacaktık. Seçil’le iki kız plan yaparken, annesi Neval Teyze ve babası Hulusi Amca da gelelim demişlerdi. Ev onlarındı, gelmeyin diyemezdim tabii. Tabii Seçil’in âmâ abisi Şevki de gelecekti. Kışın ortası olmasına rağmen, Ada’da her türlü sakin yer bulup dinlenirim diye düşünüyordum. Hem severdim Seçil’in ailesini. Sevimli, cana yakın ve uysal insanlardır. Hele hele Hulusi Amca’nın hiç bağırdığını veya kavga ettiğini görmedim. O yüzden hep Neval Teyze ile ikisini ideal çift olarak görmüşümdür.

Neyse o gün iş yerinde günüm zor geçti, zaten Cuma tatil olduğu için, hem müdürüm, hem müşteriler sıkıştırıyor; bir yandan da uzun hafta sonu tatilimde Ada’da geçireceğim günleri hayal ediyordum. Eve uğramadan direkt iskeleye giderim diye, yanıma çantamı da almıştım. Mesai saatim biter bitmez, müdüre gözükmeden çantamı alıp kaçtım ofisten. Müdür son dakikada bana bir iş kilitlemesin diye. Metrodan iskeleye elimde çanta ile hızlı adımlarla yürürken, kış gününde bile terledim.

İskelede dolu ellerimle çantamdan telefonumu çıkarıp Seçil’i arayacakken, Neval Teyze ile Hulusi Amca’yı gördüm. Ve tabii yanlarında Şevki’yi. Neval Teyze Hulusi Amca’nın koluna girmiş, Şevki de kör bastonunu tutuyordu. Yine Neval Teyze ile Hulusi Amca’nın sevecen halleri dikkatimi çekti. Üçü de güler yüzle karşıladılar beni. “Didem, bugün çok tatlısın” dediler ve her zamanki gibi benim yüzümde güller açtırdılar. Sonra Neval Teyze evlerinden alt katlarına su bastığını; ustanın yarın sabah gelip yapacağını; o yüzden Ada’ya gelemeyeceklerini anlattı. Şevki de sizinle gelir mi diye bana sordu. Şevki’nin ne zararı olabilirdi ki. Hem zaten onların eviydi Ada’da. Seçil de yoldadır herhalde deyip, Neval Teyze ile Hulusi Amca’yı uğurladım. Şevki de sevinmişti, bizimle Ada’ya gideceği için.

Şevki ile iskelede turnikeden geçiş yaptıktan sonra, Seçil’i aramak aklımıza geldi. Şevki’yi henüz boş olan bekleme salonunda bir banka oturttum ve Seçil’i aradım. Seçil, yanında patronu olduğu için sessiz bir şekilde birazdan ararım deyip hemen kapattı telefonu. Saate baktım, o anda Şevki sanki benim saate baktığımı görmüş gibi sordu: “Kaç dakika var, vapura?” diye. “17 dakika” dedim. Sanki biliyormuş gibi, “Yetişemez Seçil” dedi. Ben de anlamıştım zaten. Gün içinde ikimiz de yoğun olduğumuz için konuşmamıştık. Sadece akşam son vapurda buluşuruz diye konuşmuştuk önceden. Ne bilebilirdim ki, onun gelemeyebileceğini. Şimdi Şevki ile baş başa kalmıştık.

Şevki bankta sakince oturmaya devam ederken, ben neredeyse onun etrafında tavaf ediyordum. Şevki de, “Hadi sen de otur, nasılsa yetişemeyecek” diyordu. Biliyordum artık, Seçil’in gelemeyeceğini. Bütün günün koşuşturmasından, artık oturmaya da alışamamıştım.

Sonra Şevki’nin kolundan tutarak vapura bindik. Hava durgun ve kış olmasına rağmen pek soğuk değildi. O yüzden vapurun arka tarafındaki açık alana oturduk. Havadaki sakinlik, kör olmasına rağmen Şevki’nin de dikkatini çekmişti. Ama o güzel manzaranın tadını çıkaramıyordu. Ada’ya yaklaştıkça artık bende heyecanın yerini, Ada’nın havasından mıdır, sakinliğe bırakmaya başlamıştı.

Ada iskelesinde, yine Şevki’nin kolunu tutarak indik. Şevki kör olmasına rağmen, benden çok gittiği için Ada’daki evlerine, o tarif etti, daha doğrusu yönlendirdi gideceğimiz yolu. İskeleden biraz uzaklaştıktan sonra, biraz patika yoldan takip edip Ada’nın arka tarafındaki koyun biraz üstündeki evlerine gittik. Evin anahtarını Şevki’den alıp açtım ve içeri girdik.

Eve girdiğimizde Şevki sanki her şeyin yerini ezberlemiş gibi, bastonunu bırakıp yanında getirdiği çantasından eşyaları yerleştirdi. Onu o halde görseniz, kör olduğuna inanmazdınız. Ben evin yabancısı olduğum için, onun işlerini bitirmesini bekledim önce. O da sonra fark etti, benim onu beklediğimi. “Sen bu gece Seçil’in odasında kalabilirsin, Didem” dedi. Biraz çekingen bir şekilde Seçil’in odasına gittim, çantamı bıraktım. Seçil düzenli ve temiz kızdır. Zaten, Seçil temiz bırakmasa bile Neval Teyze o odayı, hiç bir şekilde dağınık kalmasına izin vermez. Odada tek başıma oturacak değildim, sonra salona geçtim. Bu eve çok değil, iki yada üç kere gelmiştim. Birinde bir hafta kadar kalmıştım. Geldiğimde genelde Seçil ile takıldığım için Şevki’yi çok yakından tanımıyordum. Hatta bir keresinde Ada’nın tenha koylarında yüzelim diye evden çıktığımızda Şevki’yi de yanımıza vermişlerdi. Şimdi düşünüyorum da, o zaman bize ağırlık olur diye tavır yapmıştım. Şevki de biz ne dersek onu yapmıştı garibim, o gün. Havlusunu serer yere oturtur, sonra biraz denize sokar, bizim eğlencemizi bölmesin diye tekrar havlusunun oraya geri oturturduk. Ne hayvanmışız, şimdi aklıma geldi de. Ha, bir de Seçil ile belimize kadar suya girip, mayomuzun altını çıkarıp elimizde sallamamız geldi aklıma. Şevki görecek diye yapmamıştık tabii, hem Seçil niye öyle yapsın. Şevki ne de olsa abisi. Ben de onu Şevki’yi düşünerek yapmamıştım, safi yaramazlıktı işte. Şevki de bizim kahkahalarımızın sebebini anlamamıştı bile ama gülümsemişti.

Salonun köşesinde eski oyma desenli bir koltuk, iki yanında sehpa vardı. O koltuğa bir ud dayalı idi. O udu bu evde daha önce de görmüştüm, ama pek ortalıkta durmazdı. Hemen sordum Şevki’ye. “Sen mi çalıyorsun bu udu” diye. Şevki de, “Ben körüm diye beni hemen müzisyenliğe mi yakıştırdın” diye şaka yaptı. Hulusi Amca’nın çaldığını biliyordum da, Şevki’nin de heves edip çalacağını düşünmüştüm. Çalıyormuş ama mütevazı olduğu için, çalmıyorum demişti. Sonra ön taraftaki balkona çıktık. Manzara çok güzeldi, biraz tepede olduğu için deniz ayaklarının altındaydı. Evin altı dik bir yokuş olduğu için, önünü kapatan da yoktu. Balkonda otururken rüzgarsız hava Şevki’nin dikkatini çekti. “Fırtına yaklaşıyor” dedi. “Nereden çıkarıyorsun Şevki” dedim. “Sanki hava durumu kahinisin mübarek” diye ekledim. “Yarın görürsün” diye iddialı konuştu. Biraz sessizlik oldu, sessiz ve sakin koyu izledim. Şevki de manzarayı görememesine rağmen, havasından ve sessizliğinden etkilenmişe benziyordu. Güzel manzaraya rağmen sıkılma emareleri göstermeye başlayınca Şevki, “Sen yerinde duramaz mısın?” diye sordu bana. “Neden.. Niye sordun ki?” dedim. Bunun üzerine “İskelede ben otururken bile yerinde duramadın. Saati sordum, 17 dakika var dedin. Sonra o 17 dakika senin için de, benim için de aynı sürede geçti. Ben o 17 dakikayı sıkılmadan, hatta ortamı dinleyerek ve tadını çıkararak geçirdim. Çünkü 17 dakika içinde yapabileceğim başka bir şey yoktu. 17 dakika sonra da zaten ikimiz de vapura binecektik. Sen o anın tadını çıkaramadın. Sonra buraya geldik. Şimdi yine sakin ve güzel olduğunu tahmin ettiğim manzara var, ve sen yine sanki buranın da tadını çıkaramayacaksın” diye uzun bir tirat attı. Haklıydı, sonuna kadar hem de. O kadar etkilenmiştim ki sözlerinden. O anda odaya dönmek için ayağa kalkmış olsam da, balkondaki sandalyeye tekrar oturdum. Sonra o manzara, o sessizlik, olduğundan daha muhteşem geldi bana. Artık geçen saniyeleri saymıyordum. Arada bir Şevki’ye bakıp, onun ne kadar da ağırbaşlı olduğunu düşündüm. Kesinlikle kıymetini bilmediğim bir değer imiş, Şevki.

Bir süre balkonda oturduktan sonra, Şevki teklif edince içeriye geçtik. Şevki annesi Neval Teyze’nin hazırlayıp gönderdiği nevalelerden biraz atıştırdık. Sohbet ettik. Şevki’yi ilk defa bu kadar yakından tanıyordum artık. O beni belki, benim onu tanıdığımdan daha çok tanıyordu. “Birer Türk kahvesi içelim mi” diye sordum, yemekten sonra. “Senin elinden olursa neden olmasın” dedi. Sonra cezve nerede, fincanlar nerede diye mutfak dolaplarına bakındım. Şevki ben bulamayınca, sanki gözleri görüyormuş gibi, fincanların olduğu dolap ile, cezvenin olduğu çekmeceyi açıp bir hamlede gösterdi. Çok şaşırdım, gözleri görüyor sandım. “Eğer aldıklarını yerine koyarsan, daha sonra kolayca bulabiliriz” deyince, her eşyanın yerini ezberlediğini anladım. Ona salona geçmesini, ben kahveleri yapıp getireceğimi söyledim. Bir tepsi ile iki fincan Türk kahvesini salona götürdüm. Şevki’nin oturduğu berjer koltuğun sehpasını biraz önüne çektikten sonra kahvesini eline verdim. Karşılıklı kahvelerimizi içtik. Kahve içmeyi sevdiğini ama annesinin, ona sıcak içecek yapmayı yasakladığını anlattı. Buzdolabından istediği soğuk içeceği alabiliyormuş, parmağıyla bardağı doldururken seviyesini kontrol edebildiği için. Ama sıcak içecekleri koyamıyormuş. Kahvemizi yine sohbet ederek içtik. Bitirdikten sonra kahvesini, berjer koltuğun yanındaki sehpanın eski yerine koymaya çalıştı ve tabii ben önüne çektiğim için fincan yere düştü. Biraz kızar gibi, “Bu evde eşyaların yerini değiştirmesen iyi olur, küçük hanım” dedi. Hemen yere düşen fincanı aldım yerinden. Neyseki kırılmamıştı. Biraz içindeki telve yere dökülmüştü, o kadar. Mutfaktan bez alıp, sildim yeri. Tepsiyi ve kendi fincanımı da mutfağa götürdüm.

Salona geri döndüğümde telefonumdan ne bir arama, ne bir mesaj veya uyarılarla beni sürekli rahatsız eden telefondan da ses gelmemişti. Nedense bana tuhaf gelmemişti. Meğer bir sebebi varmış. Bu evde, arka mutfak balkonu dışında pek telefon çekmezmiş. Ada’nın arka tarafında olduğumuz için. Televizyon açalım dedik, onda da sıradan kanallar dışında birşey yoktu ve benim ilgimi çekmedi. Yine Şevki ile başbaşa kaldık. O birşeyler anlattı, ben ona birşeyler anlattım. Bu kadar şeyi nereden biliyorsun dedim. “Kitap mı okuyorsun” diye sordum. “Keşke okuyabilsem. Bende üç tane Braille alfabesi kitap var. Üçünü de defalarca okudum. Çok pahalı olduğu için, ancak sesli kitap dinleyebiliyorum” dedi. Ben de fırsatım oldukça okurdum, ama okuyabilmenin bir lütuf olduğunu farketmiştim, Şevki’nin söylediklerini duyunca.

Zaman zaman sessizlik, zaman zaman da uzun sohbetlerle geçen akşamın ardından artık yatalım dedik. Şevki yatmadan önce panjurları kapatmamızı istedi. Elinden geldiğince o da bir iki panjuru kapattı. Panjuru kapattıktan sonra, ışıkları kapattığımızda ev kapkaranlık olmuştu. Şevki için değişen birşey yoktu. Zaten o karanlık görüyordu heryeri.

Ben yatmadan önce mutfak penceresinin oradan telefona mesaj gelmiş mi, arayan olmuş mu diye baktım. Telefonsuz da bir akşam geçirebildiğim için kendimi tebrik ettim.

Şevki nasılsa kör diyerek, evde de kimse olduğunu bilerek kapıyı açık bırakarak Seçil’in odasına girdim. Pijamalarımı giydim ve temiz çarşaflı yatağına girdim. Yeni gittiğim yerde uyumakta zorlanırım, hele başkasının eviyse. Panjurlar kapalı ve karanlık olduğundan mıdır, yoksa Ada’nın sakinliğinden mi, hemen dalmışım uykuya.

Sabah panjurlar kapalı olduğu için geç kalktığımın bile farkında değildim. Şevki’nin ayaklanıp evin içinde hareket etmesinden sabah olduğunu farkettim. Ne kadar da güzel uyumuşum. Kendimi dipdiri ve dinlenmiş hissettim. Yataktan kalktıktan sonra önce yatağı düzelttim, bulduğum gibi bırakma düşüncesiyle. Sonra pijamalarımı çıkardım. Sütyensiz yattığım için memelerim açıktaydı. Kendi başıma olduğum için, bunun önemi yoktu ama tam o sırada Şevki neşeli sesiyle “Günaydın” diyerek kapıya gelince kendimi çıplak hissettim. Gayrı ihtiyari memelerimi kapatmaya çalıştım. Sonra kendimi aptal gibi hissettim, Şevki’nin kör olduğunu hatırlayınca. Yine de külodumu değiştirirken tereddüt ettim. Duş alsam da almasam da, her gün iç çamaşırlarımı değiştirirdim. Şevki durakladığımı farketti, “Bir şey mi arıyorsun” diye sordu. “Hayır, pijamalarımı katlıyorum” dedim. Bu arada ‘Belki sevişirim’ denilecek seksi iç çamaşırlarından getirmişim yanıma. Külodumu çıkardığımda kapıda bekleyen Şevki’ye baktım, sanki kör gözüyle benim çıplak halimi izliyormuş gibi çekindim. Her zamanki gibi donuk gözleriyle bir yere odaklıydı gözleri. Nedense rahatladım. Sonra seksi tangamı giydim. Kıç çatalımın arasından güzelce geçirip oturttum üzerime. Şevki bu sırada “Nasıl, rahat uyudun mu?” diye soruyordu. Ben de kısa bir şekilde, “Bebek gibi” dedim ve gülümsedim. Sonra evaze etekli elbisemi giyip odadan çıktım.

Panjurları tek tek açtım. Hava yine kapalıydı ama bu sefer rüzgarlıydı. Şevki kahvaltı hazırlamak için beni beklemişti. Kendince yapabildiği kadar kahvaltılıkları masaya sermişti. Ben çayın suyunu ocağa koydum. Kışın pek kalınmadığı için kahvaltılık çeşidi az geldi, iskelenin oradaki marketten bir şeyler alayım diye evden çıktım. Hem ekmek de alırdım. Yolda Seçil’i aradım, o da galiba bugün gelemeyeceğini, vapurların fırtına sebebiyle iptal edildiğini söyledi. Bugün de Şevki ile baş başa idik yani. Benim için sorun yoktu ama Seçil gelememiş oldu Ada’ya. Seçil’le telefonda konuşurken markete gelmişim. İstanbul’dan bile pahalı buldum marketi, ama yapacak birşey yoktu. Birkaç çeşit birşey ve ekmek aldım. Dönüş yolunda patikalardan eve giderken bir rüzgar geldi ve evaze eteğimi kaldırdı. Bir elimde poşet olduğu için zar zor eteğimi tutabiliyordum. Hele yokuş yukarı yürürken, rüzgar daha kuvvetli eteğimi havalandırıyordu. Bakındım etrafa, gören var mı diye. Zaten evin etrafında fazla yerleşim yoktu, olsaydı da kışın kimseler yoktu. Eğer birileri olsaydı, tangalı kıçımı göreceklerdi diye kendi kendime güldüm.

Eve dönünce Şevki’ye söyledim fırtına nedeniyle vapurların iptal olduğunu. Tabii Seçil’in de gelemeyeceğini. “Dün sana söylemiştim, fırtına geliyor diye” dedi Şevki gururla. “Vallahi tam bir hava durumu uzmanısın Şevki. Bravo” dedim. Gülüştük. Uzun uzun ve rahat bir kahvaltı yaptık Şevki ile. Şevki’ye anlattım, eve dönerken rüzgarın eteğimi havalandırdığını. “Keşke görseydim” diye şaka yaptı. Şevki’yle artık daha rahat konuşuyordum. Önceden hep yanımızda birileri olduğu için, samimiyetimiz olmamıştı.

Kahvaltıdan sonra masayı ben topladım. O salona geçip yine normalde babasının oturduğu berjer koltuğa kuruldu. Ben masayı topladıktan sonra birer Türk kahvesi yaptım. Kahve sürprizime bayıldı. Bu sefer sehpayı çekmedim önüne. Kahve içerken sessiz kaldığımız anlarda bile huzur hissettim. Genelde birisiyle konuşurken sessizlik, garip bir hava estirir, birkaç saniye bile olsa. Kahve bittikten sonra mutfağa götürdüm. Yine telefona mesaj gelmiş mi, arayan olmuş mu diye bakmaktan kendimi alamadım.

Salona tekrar döndükten sonra “Balkona çıkıp biraz hava alalım mı?” diye sordum, “Olur ama pek fazla kalabileceğimizi sanmıyorum. Hem rüzgar, hem yağmur var” dedi. Yine de meraktan çıkmak istedim. Dediği gibi, balkona çıktıktan sonra, rahat edemedik. Hem de biraz ıslandık. En iyisi pencereden puslu havada denizin manzarasına bakmak daha güvenli diye düşündük. Tabii o manzaranın keyfini Şevki çıkaramıyordu. Bunu ona söylediğimde, “Senin yanında olmam yeterli” demişti. İlk defa benimle ilgili bir hissini dile getirmişti. Yoksa benden hoşlanıyor muydu? Sevilmek elbette güzel bir duyguydu. Kırılgan birisi olduğu için onu incitmek istemiyordum. Susarak cevap verdim.

Sonra tekrar oturduk yerlerimize. Sohbet bir noktada tıkanınca, Şevki’ye “Şu udu al da birşeyler çal” dedim. Biraz nazlanarak aldı. Bilmediğim şarkılardan başladı. “Sakin geceler suziş-i hicranımı andım” dedi. Sonra sözlerini bile hatırlayamadığım eski şarkılardan çaldı. Biraz detone ama düzgün çıkan sesi, tüm amatörlüğüne rağmen etkileyiciydi. Çünkü hissederek çalıyordu. Beni de etkilemişti. Daha sonra, “Sen hiç kimseyi sevemezsin.. sevmeyeceksin” diye bir şarkıyı söyleyince içim cız etti. Bu şarkı bana mıydı? Galiba öyleydi. Çünkü, ondan sonra söylediği şarkı “Seni ne çooook sevdiğimi, söylesem de bilemezsin” diyordu. Artık dayanamadım, udu elinden aldım. Dizinin dibine çöktüm ve başımı dizine yasladım. O da narin elleriyle başımı okşuyordu. Sanki parmaklarıyla yüzümü tanımaya çalışıyordu. Göz yaşlarımın süzüldüğünü farketti. Sonra benim yüzümü tutarak, yukarıya kalkmamı işaret etti. Kucağına oturdum. Yüzünü iki elimle tutarak nemli gözlerimle ona baktım. Sonra dudaklarına bir öpücük kondurdum. O da bana sarıldı. O bana, ben de ona sarılarak birbirimize iyice yaklaşmıştık. Ben onun donuk gözlerine bakıyordum. O ise, gözleriyle tanıyamadığı vücudumu parmaklarını dolaştırarak tanımaya çalışıyordu. Normalde yabancı birinin elinin vücudumda gezinmesine karşı rahat değilimdir. Ama Şevki öyle hassas dolaştırıyordu ki ellerini vücudumda, belki de ona karşı hissettiğim duygulardan, ona izin verdim. Memelerimi elbisemin üzerinden okşadı. Daha sonra bluzumun düğmelerin açarak elini rahatça sokmasını sağladım. Onun hiç öyle şehvetle bana dokunabileceğini düşünmemiştim daha önce. Berjer koltukta iki kişi pek rahat edemiyorduk. Onu kanepeye aldım. Kanepede yan yana otururken elini önce dizimin üstüne koydu, eteğimin altından. İstemeden bacaklarımı araladım. İlk erkek arkadaşım elini dizime koyduğunda onu nasıl terslediğimi hatırladım. Hassas parmakları bacaklarımın içinde hareket ederken heyecanlandım. Ben de onun yüzünü okşadım. Ellerini ustaca kullanıyordu. Sanki tanıyormuş gibi, külodumun içine soktu ve kukumu okşamaya başladı. Okşamak değildi sanki, parmaklarıyla kukumu görmeye çalışıyordu. Her milimini hassasiyetle dokunarak okşadı. Artık iyice tahrik olmuştum. Bu arada öpüşüyorduk. Birbirimizin elbiselerini çıkardık. Çırılçıplak kaldığımda nedense çok rahatlamıştım. Şevki’nin penisine baktım. Yan yana otururken yine o benim kukumu okşarken, ben de onun penisini tutup okşadım. Sertleşmişti tabii ki. Sonra ben yavaşça kanepeye uzandım. O da bir elini kanepenin arkalığına dayayarak bana doğru eğildi. Ben de onun penisini tutarak, kukuma doğru getirdim. Sanki o yolunu bilmezmiş gibi, kukuma girmesini sağladım. Daha önce hiç bu şekilde bir erkeği yönlendirerek seks yapmamıştım. Şevki donuk gözlerle bana bakarak üzerimde gidip gelmeye başladı. Ben sıkılınca ve yalnızken çok mastürbasyon yapan bir kadınım. Mastürbasyona alışkın olduğum için normal seks yaparken pek nadir orgazm olurum. Bunda beraber olduğum erkeklerin etkisi var mı bilmiyorum. Seksten hoşlanıyorum tabii ki. Ama şimdi Şevki ile seks yaparken duygusallıktan mı, yoksa onun inanılmaz ritmi ve uzun süren git gellerinden mi, konsantre olup boşalabildim. O ana kadar sessizce devam ederken birden çığlık atmaya başladım. Şevki de beni cesaretlendirdi. “Lütfen konuşmaya devam et” dedi. Ben çığlık attıkça ve ses çıkardıkça o daha da hızlandı. O da inlemeye başladı. Onun boşaldığını anlayamadım. Çünkü bir süre daha gidip gelmeye devam etmiş. İçimden çıktığında hala sertti penisi. Doğrulurken kör yüzünün ilk defa böyle kızardığını farkettim. İkimiz de çok rahatlamıştık.

Seviştikten sonra giyinirken, ikimiz de kırk yıllık sevgili gibi rahattık. Giyindikten sonra Şevki sıcak içecek seviyor diye, ona taze çay demledim. Beraber içtik çaylarımızı. “İyi ki gelmişsin ve iyi ki fırtına çıkmış bugün” deyince ben, gülüştük. “Sakın Seçil’e söyleme” diye tembih etti. Ama Seçil benim en yakın arkadaşımdı. Benim için zor bir durumdu, ona anlatmak ve anlatmamak.

Şevki kültürlü bir beyefendi olduğu için onunla sohbet akıcıydı. Anlattığı şeyleri nereden öğrendiğine şaşırıyordum. Söylediğine göre çok sesli kitap ve çok podcast dinliyormuş. “Nasılsa zamanım bol” diyordu. “Keşke sizin gibi çalışsam da faydalı olabilsem” diye de hayıflanıyordu.

Akşam olunca yine pratik birşeyler hazırlayıp yemeğimizi yedik. İkinci akşam yemeğimizi de beraber yerken, sanki bir ev arkadaşıymışız gibi geldi. Gündüz sevişmemiz aklıma gelince de, sanki evliymişiz gibi geldi. Yemekten sonra televizyon açalım dedik, yine başbaşa sohbetimiz kadar eğlenceli gelmedi. Zaten ikimizin de pek televizyon alışkanlığı yoktu.

Gece yatmadan yine panjurları kapattık. Ben yine kapıyı açık bırakıp, Seçil’in yatağına yattım. Ama bu gece hava çok rüzgarlıydı. Panjurlar sürekli çarpıyordu. Eve her ne kadar alışmış olsam da, rüzgardaki panjur gürültüsü beni uyutmuyordu. Nedense korkmuştum. Tertemiz nevresimli yorganı boynuma kadar çektim. Dışarıdan ışık bile sızmıyordu ama sesler beni korkutuyordu. Uyuyamayınca kalktım. Başüstü lambayı yakıp, Şevki’nin odasına gittim. Altımda seksi tanga olmasına rağmen üzerimde çocuksu, çiçekli bir pijama vardı. Gerçi Şevki göremiyordu zaten. Şevki sanki yeni dalmıştı, ben seslenince uyandı. Telaşlandı, “Birşey mi oldu?” diye sordu. Panjur seslerinden uyuyamadığımı söyledim. Sanki o beni teskin edecekmiş gibi, yanına gittim ve yatağının kenarına oturdum. Başucu lambasını açtım. O da güzel ve şık bir pijama giymişti. “İstersen sen uyuyuncaya kadar yanında oturayım” dedi. “Gerçekten benim için yapar mısın?” dedim. Sonra kalkıp, odama yani Seçil’in odasına geçtik. Ben çocuk gibi, yine boynuma kadar çektim yorganımı. O da yatağın kenarına oturdu. Başüstü lambasını kapattık. Karanlıkta konuştuk biraz. Bana masal gibi geldi o konuşma. O yüzden onun da yanıma gelmesini istedim, yorganın altına. Sarıldık birbirimize. Bir süre konuşmadan sarıldık. İkimizi de uyku tutmamıştı. Sessizce söyleşmiş gibi birden sevişmeye başladık. Hangi ara çırılçıplak kaldık anlayamadım. Karanlıkta birbirimizi dokunarak hissediyorduk. Bir ara aşağılara inerek kukumu öptü ve yalamaya başladı. Sonra bu sefer kendisi bularak yolu, kukumun içine girdi. Bu sefer ikimiz de sesliydik. Rüzgardan sallanan panjurun sesiyle karışıyordu çığlıklarımız ve artık onu duymaz olmuştum. Şevki konuşmamı istiyordu. Ben alışkın değildim, sevişirken konuşmaya. “Sik beni” diyordum, “Ohhh.. ohhhh” diye sesler çıkarıyordum en fazla. Bilmiyordum sevişirken nasıl konuşulacağını. Yine uzun uzun gidip geliyordu. Sonra dönmemi istedi. Ben nasıl yapacağını anlamadım. Beni domalttı ve o şekilde sikmeye başladı. Kör haliyle beni domaltarak sikebileceğini hiç düşünmemiştim. Bu sefer sesinden boşaldığını anladım. Ama yine bir süre daha gidip geldi. İçimden çıktıktan sonra, ben yüzükoyun uzandım. O gitmesini isteyip istemediğimi sordu. Ben “Lütfen kal” dedim. Birbirimize sarılarak uyuduk. Artık panjur sesleri bana ninni gibi gelmişti.

Sabah yine bebek gibi uyumuş gibi dinç uyandım. Şevki uyanmış ama beni uyandırmamak için kıpırdamadan beni beklemiş. Kalkar kalkmaz panjuru açınca günün aydınlığı odaya doldu. Çıplaklığımı ve gece yaptığımız seksi, o ışıklarla anımsadım. Şevki’ye pijamalarını ve iç çamaşırlarını eline verdim. Giyinmeden odasına gitti. Zaten günlük elbiselerini giyecekti odasında. Ben yine iç çamaşırımı değiştirdim. Yine bir tangaydı, giydiğim külot.

Kahvaltı için yine iskelenin oradaki markete ekmek almaya gittim. Seçil Ada’ya günübirlik gelmenin bir anlamı yok diye gelmeyeceğini söyledi telefonda. Hava biraz sakinlemişti. Ara ara yine yağmur atıyordu gerçi.

Kahvaltımızı yine sakin ve uzun uzun yaptık. Sanki kırk yıllık çifttik. Adadaki son günümdü. O yüzden biraz hüzün de çökmeye başlamıştı, henüz sabahti halbuki.

Kahvaltı sonrası kahve keyfimizi yine salonda yaptık. Şevki ile ne dün gündüzki, ne de geceki sevişmemiz ile ilgili konuşmadık. Sanki spontane gelişen iki olaydı. İkisinde de içime boşalmıştı ve korunmamıştık. Acaba hamile kalır mıyım diye aklıma takıldı. Sonra da düşündüm, Şevki çocuk yapabileceğim bir beyefendi idi.

Kahvelerimizden sonra biraz ön balkona çıktık. Yağmur artık daha aralıklı yağıyordu. Biraz üşüsek de manzaranın ve sessizliğin keyfini çıkarmak için biraz uzun süre balkonda oturduk.

İçeri geçtiğimizde, son vapura kalmadan İstanbul’a dönmeye karar verdik. Artık ayrılacağımız düşüncesi ikimizi de hüzne boğdu. Bunu bir sevişmenin rahatlatacağını düşündüm. Şevki’nin dizinin dibine oturdum ve bacak arasını pantolonunun üstünden okşadım. Hoşuna gitmişti tabii ki. Sonra fermuarını ve kemerini açık sikini çıkardım. Penisi sertleşmişti. Penisini tutup başını emdim. Sonra yine kanepeye geçmesini söyledim ve eteğimin altından külodumu yana çekip üstüne oturdum. O biraz geriye kaykıldı. Ben gidip gelmeye devam ettim. Yine farkedemedim Şevki’nin boşaldığını. Dışarı sızmasından anladım. Ben artık daha kolay boşalmıştım. Galiba Şevki’ye alışmıştım. Daha önceki erkek arkadaşlarımla bu kadar kolay orgazm olamıyordum. Tam soyunmadığımız için hemen toparlandık.

Evden çıkmadan önce evi güzelce toparladım. Neval Teyze’ye ayıp olmasın dedim. Sonra eşyalarımızı alıp, Şevki ile iskeleye gittik. Vapurun gelmesine daha vardı. Ama bu sefer öyle sabırsız dolanmıyordum bekleme salonunda. Ada ve Şevki beni sakinleştirmişti.

Vapurda hava biraz rüzgarlı ve soğuk olsa da, yine arka tarafında oturduk. Birer çay aldık ve çaylarımızı içtikten sonra ona başımı yasladım.

Vapurdan inerken onun kolunu tutuyordum. Sanki erkek arkadaşımmış gibiydi, beraber yürürken. İskelede Seçil karşıladı bizi. İkimizle de sarıldı ve öpüştük. “Nasıl ben yokken, Şevki darladı mı seni” diye takıldı. Bu arada, Seçil abisi olmasına rağmen Şevki’ye hep ismiyle hitap ederdi. Ben de, “Yok canım, şeker gibidir Şevki” dedim. Ona bakışımdan birşeylerden şüphelendi Seçil. Zaten onlardan zor ayrıldım. İçimden birşeyler kopuyordu sanki. Bu pek böyle kalmazdı, elbet açıklayacaktım bir süre sonra. Bu duygularla evimin yolunu tuttum.